Gerçekler yalın olduğunda, cahilde görür dahi olan da… Ama kim, nasıl görür?
Newton yer çekim kuvvetini, Arşimet ise suyun kaldırma kuvvetini bularak dünya çapında birer dahi olduklarını gösterdiler. Bir düşünelim; Newton’dan önce, acaba dünyada kaç kişinin başına elma (armutta olabilir!) düştü ve Arşimet hamam tasıyla yıkanmadan önce, kaç bin kişi hamamlarda hamamtaslarıyla aklandı, paklandı. Ama Newton hariç, kafalarına elma veya armut düşen binlerce kişiden hiç biri yer çekim kuvvetini bulamadı. Arşimet hariç, hamamlarda yıkananlardan hiç biri yıkanırken, hamamın havuzunda hamamtasını yüzer görünce; suyun kaldırma kuvveti için, “buldum!.. buldum!..” diye, hamamdan çırılçıplak fırlayıp, sokaklarda bağırmadı.
Bunun nedeni, kafalarına elma düşen veya hamamın havuzunda hamamtasını yüzer görenlerden hiçbirinin bu yasalarla ilgili bir emek ve çalışmaları olmadığından ve en önemlisi bu yasaları matematiksel olarak sayılarla formüle edemediklerinden, kavramlarla düşünmeyi becerebilen birer dahi olmadıklarındandır. Başka bir ifadeyle, “Tek başına kalan olgu, bütün gözlere, bayağı adamın gözlerine de, bilginin gözlerine de çarpar. Ama gerçek fizikçinin görebildiği şey, benzerliği derin, fakat gizli olan bir-çok olguları birbirine bağlıyan bağdır.”(*) Dahası, faydasız bilgilerin kırkambarında, kavranılmaz olan kavramları ezberlemeye çalışanlar, “olguları birbirine bağlayan bağları” nasıl görsün? Faydasız, ezber bilgilerin insanlığa yararı nerede ve ne zaman görülmüş?
Ezberlemeyle doğanın sırları çözülmez, çözülemez!
Nitelikli bir eğitim her şeyin başıdır. Onun içindir ki, bilinçli insanlar ve gelecekte var olmak isteyen kurum ve kuruluşlar, gelişmiş batılı ülkeler her zaman en büyük yatırımlarını eğitime yapmaktadırlar, bütçelerinde en büyük payı eğitime ayırmaktadırlar.
İnsanlar, aileler, aşiretler, kurumlar, kuruluşlar, uluslar, devletler maddi olarak zengin olabilirler (Irak ve Saddam gibi ya da Suudi ve petrol şeyhleri gibi), ama eğer eğitime yatırım yapmazlarsa gelecekleri olmaz! Eğitime önem vermeyen kişiler, aileler, kurumlar, uluslar, devletler gün gelir yok olmakla karşı karşıya kalırlar veya yok olurlar. Bizlerin gelecekte de var olması, dünya çapında dâhileri olabilmesi için, çok çalışıp iyi bir eğitim almalıyız. Kavramlarla düşünmesini bilmeliyiz. Hani Napoléon “para!.. para!.. Para!..” demiş ya… bizlerde, “eğitim!..eğitim!.. eğitim!..” demeliyiz. Bu işin başka bir yolu yok!
Bugün Arap ülkelerinde petrol sayesinde; dolar bol, ‘avrat’ bol, eğlence bol. Ama, bilim ve teknolojide, ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmişlikte, dahası uluslararası saygınlıkta yerlerinin nerede olduğu hepimizce malum, Dünya alem bilinmektedir!..
Bir toplumun esas zenginleşmesi nitelikli üretimle olur. Üretim ise, eğitimle olur. Üretim artmadan gelir artmaz, gelir artmayınca da ülkenin zengini de, fakiri de fakirlikten kurtulamaz. Fakirlikten kurtulmadıkça, baskılardan da kurtulmak olası değildir. Çünkü, baskı ve hegemonya, zayıf rejimlerin karakteristik özelliğidir.
Türkiye, nüfusunu besleyemediği ve eğitemediği için hep baskıcı bir devlet olmuş ve bir türlü demokratik gelişme sürecini tamamlayamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen ‘tebaa’ geleneği tüm hücrelerine işlemiştir. Yeni yeni demokratik normlar oluşuyor. o da Avrupa Birliği’nin zorlamasıyla… Demokratik normların oluşması ve gerçek bir ‘yurttaşlık’ bilincinin oluşması için tek kurtuluş yolu, eğitimdir. Eğitimsiz toplum, baskı ve şiddetin kölesi olan bir toplumdur. Eğitimsiz toplum, fakir bir toplumdur. Her gün küçük pastadan daha fazla pay alma kavgası vereceğimize, üretimi artırma ve elde edilen gelirin adil dağılımını sağlamanın yolunu aramamız daha doğru olmaz mı? Olur, ama bunun da kuralları var. Birincisi, az gelişmiş ülkeleri, az gelişmiş kafalar kurtaramaz; ikincisi, kurtarıcılardan kurtulmadan kurtuluş mümkün olamaz!
Hiç, karanlık ve küflü odalarda gül yetişir mi?
(*) Henri Poincaré, Bilim ve Metot, MEB Yayınları, 2. Basım, s. 20.
17-24 Mart 2005
Ergani Söz Gazetesi