M. Sehmus Güzel
13 Şubat 1967’de Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruluşunda Kemal Daysal Maden-İş Sendikası delegesi olarak yerini aldı.(1)
Kemal Daysal makine mühendisi olduğundan beri ve mutlaka daha önceki yaşam diliminde de hep örgütçü oldu. Hem bir, bazen birkaç örgüt içinde yer aldı, hem bizzat kendisi örgütledi. Daysal’ı öteden beri tanıyan dostlarından Ali Altınkanat bu konuda onun için şunları yazıyor :
«DİSK’i 1975-80’lerde DİSK yapan ender sendikacılardan, Kemal Türkler’in yakın çalışma arkadaşı, 1976 ve 1977 1 Mayıs’larında kürsüde yanında yer alan, TÜTED (Tüm Teknik Elemanlar Derneği) İstanbul Şubesi, DİSK, Maden-İş, Birleşik Metal-İş Genel Sekreterliği ve DİSK Araştırma Dairesi Başkanlığı yapmış, DİSK’in tarihsel kayıtlarının 12 Eylül cuntasınca yokedilmesini engellemiş, daha
saymakla bitiremeyeceğimiz çalışmaları yanında ülkemizde, Şili’deki faşist diktatör Pinochet’ye karşı protesto kampanyaları örgütlemiş»tir.
Kemal Daysal, yaşadığı yıllarda herkesin tanıdığı, bildiği biri değildi. Öyle olmasını zaten bizzat kendisi de istemedi. Şubat 1967’de, DİSK’in kuruluşuyla belki ilk kez kamuoyu önüne çıkıyordu. Çünkü bilinmez belki ama anımsatmakta yarar var : Daysal öyle kendini öne çıkaran, ille « Bakın, ben de bu işin içinde varım » diyenlerden olmadı. Elinden gelse hep üçüncü, beşinci veya onbeşinci sıralarda yerini almak isterdi. Ama yerini almaktan da asla vazgeçmezdi. Kendini göstermek istemeyen ama örgüt veya örgütleri ve onların temsil ettiği emekçileri korumak için sürekli çabalayan inanmış ve kararlı bir militandı.
Kemal Daysal hem iyi bir sendikacıydı, hem de siyasetin içindeydi ve bilhassa sendikal hayatın canlanmasıyla bu hareketin ortasında buldu kendini. 1961 Anayasası ve hemen sonrasında kabul edilen Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözlemesi, Grev ve Lokavt Kanunu sendikalara biraz daha geniş haklar tanıyınca o zamana dek özel kesimde zar ve zor örgütlenmeye çabalayan, işçilerin haklarını olabildiğince elde etmek (dikkatinizi rica ediyorum, elde etmek için, kanunlarda yazılı olan hakları elde etmek için) amacıyla ugraşıp duran sendikalar ve sendikacılar, göreceli olarak daha iyi, biraz daha olumlu yasal ve tüzel ortam içinde örgütlenme ve haklarını koparmak faaliyetlerine yeni bir ivme kazandırmanın da yollarını buldular. İşte Kemal Daysal da bu oluşumun içinde yerini aldı.
DİSK öncelikle özel kesimde zorlu sendikallaşmanın öncüsü radikal sendikaların merkeziydi, kuruluşu sonrasında işçi örgütlenmesini Haliç ve Marmara kıyılarından, İstanbul’un eteklerinden alıp Anadolu’ya, uzaklara, çok uzaklara götürme başarısına da imza attı. Patronları ve onların emir ve komuta zinciri içindeki hükümetleri en çok korkutan da bu oldu : Anadolu emekçilerinin de radikal işçi sendikalarıyla titreşime girmesi. DİSK’le birlikte siyasi yapıların da emekçiler arasında yankılanmaları.
Bugün artık herkes, bilim kadın ve adamları, uzmanlar, namuslu gazeteciler ve diğerleri kabul ediyorlar : DİSK o yıllarda emekçilerin, işçi sınıfının arzusunun veya arzularının ifade edilmesinde, duyurulmasında ve elde edilmesi için mücadeleye atılmasında kulak verilen, kulak kesilen bir merkezdi. Evet Kemal Daysal’ın bizzat kendisinin de söylediği gibi «DİSK işçi sınıfının sesine kulak verdiği bir merkezdi.»
12 Eylül 1980’deki askeri darbeye kadar sendikal etkinlikte ve bunun yansıması ve/veya yansıtılmasıyla siyasi cephede gündemi tayin etmekte DİSK birincil rolü veya rollerden birini oynadı. Bu kesin. O günlerin sendikal mücadeleler tarihini inceleyen herkes bunu hemen görebilir.(2)
İsteklerin saptanmasında, kamuoyuna yansıtılmasında, tanıtılmasında ve benimsenmesinde DİSK tayin edici rol oynadı. DİSK’li emekçilerin, kadın ve erkeklerin, genç ve çocukların o günlerde birçok gösteride seslendirdiği birkaç isteği anımsatmalı örneğin : «Onbir ay patrona bir ay bize !» «Haftada 40 saat iş.» Türkiye’de bir İş Kanunu ve yukarıda andığım toplumsal hakları düzenleyen kanunlar vardı ama bunların özel sektör patronları tarafından uygulamaya konulması için işçilerin özel olarak gayret göstermeleri, özel olarak eylem yapmaları da gerekiyordu. Bu nedenle yukarıda işçilerin yasalarda yazılı haklarını elde etmek için mücadele vermek zorunda kaldıklarını yazdım. Bu mücadele emekçiler lehinde sonuçlar vermeye de başladı. Öyle bir an geldi ki askerliğini yaparken DİSK’li emekçilerin gösteri veya eylemlerini bastırmak için elde silah görevlendirilen kimi asker terhis olur olmaz soluğu DİSK şubelerinde aldı : «Abem benim böylesine kararlı ve mücadeleci insanların bulunduğu bir sendikiya ben de üye olmak isterim.» diyerek. Bu bir efsane değil, bizzat yaşayanlarının bana anlattığı ve İzmir’de olmuş bir gerçektir. Hakiki gerçeklerden biridir. O zaman işte DİSK ve Kemal Daysal gibi sendikacılar aç gözlü özel sektör patronlarının gözünü korkuttu doğal olarak. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle DİSK’e dört koldan saldırılmasının nedenlerinden biri de burada bulunuyor.
Kemal Daysal ve yol arkadaşları Türkiye’deki radikal sendikal hareketin öncülerinden İbrahim Güzelce, Rıza Kuas’ların izinde yürüdüler. Belli bir süre onlarla, sonra onlarsız. Yaşam böyledir : «ustalarınız» hayata ve size elveda deyip sıraları gelince ayrılmak zorunda kalabilirler. O zaman öğrendiklerinizi artık bizzat yapacaksınız demektir. Kemal Daysal ve yoldaşları da aynen öyle yaptılar : Bu yolu asla terketmediler. Aynı yolda Kemal Türkler, Abdullah Baştürk ve nice genç ve daha az genç sendikacıyla yürüdüler. Geçmiş yılların geleneğini, 1960’lara, 1970’lere, 1980’lere ve günümüze kadar taşıdılar, deneyimlerini kendileriyle birlikte yürüyen gençlere aktardılar. İşçi sınıfının ortak hafızasının oluşumuna kalıcı katkılar yaptılar. İşçi sınıfı bunu asla unutmayacaktır.
Maden-iş’in, Lastik-İş, Kimya-İş, Basın-İş ile birlikte başlattığı DİSK deneyimi, örgütlenmesi, mücadele geleneği Abdulah Baştürk yönetimindeki Genel-İş’in ve onunla birlikte birçok sosyal-demokrat sendikanın da katılımıyla yeni bir ivme kazandı. Patronlar ve hükümetler tir tir titremeye başladılar. 1967’de yola çıktığında on belki onbeş bin kadar üyesi bulunan DİSK birden bire « artık takip edilmesi nâ–mümkün » sendikacılardan ve emekçilerden oluşan dev bir işçi sendikaları konfederasyonuna dönüştü. O günlerde sayıca en büyük konfederasyon değildi ama kamuoyuna etkisi, siyasette yankılanması açılarından birincil işçi merkezi konumunu bileğinin hakkıyla aldı. Evet DİSK artık en önemli işçi sesiydi. Bunda DİSK bünyesinde Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve birçok ihtilalci siyasi parti ve örgüt üyesi sendikacıların sosyal-demokrat (hakiki anlamında sosyal-demokrat) sendikacılarla işbirliği yapmasının ve bunun doğurduğu hareketliliğin önemi göz ardı edilemez, yadsınamaz.
Kemal Daysal, partiliydi. Öyle damlara, balkonlara çıkarak TKP’li olduğunu söyleyenlerden değildi. Sessiz, sakin ve derinden çalışan, örgütleyen ve örgütcü bir TKP’liydi. Bunu en güzel sözlerle dostu, yol arkadaşı Aydın Engin anlatıyor. Daysal’ı anmak için kaleme aldığı dostluk ve özlem kokan satırlarından birkaçını buraya aynen alıyorum :
«Tanıdığımda DİSK’te yöneticiydi. DİSK’i DİSK yapan kadroların ikinci kuşağındandı. Kurucu kuşağın sendikal bilinci ağır basıyor; «Sarı sendikacılık»a karşı «devrimci sendikacılık»ın bayrağını taşıyor ve yükseltiyorlardı. Kemal Daysal’ın kuşağı ise sendikal bilinci siyasal bilinçle tamamladı. Gençtiler ve ataktılar. Türkiye’de işçi sınıfının en zorlu ve… Ve evet, en «şanlı» günlerini yaşatan kuşaktandılar.
Türkiye’de sosyalist hareketin de en canlı, en umutlu günleriydi. Daysal’ın da içinde yer aldığı ekip çok farklı siyasal akım ve çizgilerin birbirleriyle kıyasıya yarıştığı o günlerde DİSK gemisini Türkiye Komünist Partisi (TKP) iskelesine yanaştırdılar ve halatları sağlam bağladılar.
DİSK’in sosyalist soldaki partilerden «biri» ile bu kadar sıkı ve organik bağlar kurmasınının çokça ve sertçe eleştirildiği günlerdi. (…) ölümünün ardından Kemal Daysal için bana «Yazmalısın» dedirten, gözlerimi ıslatan ve yüreğimi burkan konuşma da o günlerdeydi [12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası yurtdışındaki günler. MŞG] : «Partinin Türkiye Komünist Partisi olması, olmaması umurumda değil Aydın. Ben bu partiye programını bile doğru dürüst okumadan girdim. Çünkü uluslararası komünist hareketin kabul edilmiş bir örgütünün çatısı altında olmak ve var gücümle onun güçlenmesi için çalışmak ise benim çok umurumdur ve ödevimdir» … (…) Ama 1970’li yıllarda Türkiye solunda bu mantık, bu siyasal tercihin «nedeni» önemliydi ve anlamlıydı. Benim [Aydın Engin] için daha da önemlisi, o günlerde bir TKP üyesinin, Kemal Daysal’ın, «Ben TKP’ye değil, Dünya komünist hareketine katıldım ve beni ilgilendiren de bundan ibarettir.» demesi, diyebilmesidir. »(3)
DİSK bünyesindeki TKP üyesi sendikacıların çalışmaları henüz bilimsel bir araştırmanın konusu olmadı. Ama bu hiç olmayacak anlamına gelmiyor elbette. Ciddi ve bilimsel bir çalışmayı beklerken TKP ve DİSK içinde en güzel yıllarını yaşayan, mücadele eden, örgütleyen ve koşturan birçok kişi anılarını yayınladı. Mutlaka başkaları da olacak. Burada üç ismi anmak isterim : Şeref Yıldız, Fevzi Karadeniz, Müslüm Üzülmez(4). Şeref Yıldız DİSK içinde sendıkacı ve TKP’li olarak yaptıklarını yararlı ve ayrıntılı olarak anlatıyor. Onun kitabı ve diğerlerinin her biri işçi hareketi tarihi üzerine çalışacaklar için önemli birer kaynaktır. İşte bu çalışmalar içinde ve başında Kemal Daysal’ı da buluyoruz. TKP’li işçi ve sendikacılarla sosyal-demokrat işçi ve sendikacılar arasındaki sorunları da.
12 Eylül 1980 askeri darbesine çeyrek kala olacaklardan haber alan TKP, yöneticilerinden çıkarabileceklerini yurtdışına gönderme olanağı buldu. Bunlardan biri de Kemal Daysal’dı. Partisinin isteği üzerine yurtdışına çıkan Daysal bir süre Fransa’da yaşadı. İşçi hareketi üzerine çalışmaları bilen Daysal’la bu vesileyle Paris’te tanıştık. Birkaç kez sohbet olanağı bulduk. Konumuz elbette işçi hareketi tarihi ve komünizmin durumuydu. Bu görüşmelerimiz sırsında ortak bir noktamız daha çıktı ortaya : Kemal Daysal Diyarbakır doğumluydu ve çocukluğunun bir bölümünü Diyarbakır’da yaşamıştı ve bu açıdan hemşeri sayılırdık. Nitekim, dikkatle dinleyiniz siz de göreceksiniz, heyecanlı konuşmalarında, tartışmalarında kimi sözcükleri Diyarbakır ağzını çağrıştıran veya çağrıştıracak biçimde telafuz ediyor(du), eder(di). Kendisinden bize kalan videolarından birini veya birkaçını yeniden izleyin hemen farkedeceksiniz, bir an geliyor kimi kelimeleri Diyarbakırlılar gibi söylüyor. Evet hemşeriydik ve çocukluğundan kalan bir Diyarbakır tadı da vardı dostluğunda. Burada ilginç bir noktaya değinmem de şart : DİSK içindeki çalışmalarını ve TKP üyesi olarak yaptıklarını anılarında aktaran ve yukarıda isimlerini andığım üç kişinin, Şeref Yıldız, Müslüm Üzülmez ve Fevzi Karadeniz’in de Diyarbakır’ın şirin kasabalarından Ergani’nin övülecek çocuklarından olmaları ve onların da benim gibi Kemal Daysal ile hemşerilikleridir. Şimdi bu ne anlama geliyor ? Bunun bir önemi var mıdır ? Ergani ve Diyarbakır doğumluların TKP’de bunca inanmış ve vefalı bir biçimde çalışmalarını nasıl açıklamalı ? Bunları ve daha bir dizi benzer soruyu artık bu meseleleri inceleyeceklere bırakıyorum. Şu kadarını eklememe lütfen izin veriniz : DİSK ve TKP içinde dirsek çürüten, hayatlarının en güzel ve en yakışıklı dilimlerini severek partilerine ve/veya sendikalarına veren gençler arasında başkaları da bulunuyor ve onların da bilinmesinde yarar vardır. Bütün bunlar, başka alanlarda olduğu gibi, ülkemizdeki siyaset ve sendikal hayatta da hemşeriliğin ve akrabalığın tayin edici önemini vurguluyor.
Kemal Daysal Fransa’da da mütevazi, sakin ve sessiz yaşamını sürdürdü. DİSK’in hapis olmayan ender yöneticilerinden biri olarak (Mehmet Karaca ve diğer yoldaşlarını da burada anmalıyım) yoldaşlarınının ve DİSK’in sesini buralarda duyurmayı görev bildi. Öyle «mondanité» havalarına hiç girmedi : Bir resim sergisi açılışında, bir müzik dinletisinde, bir tiyatro gösterisinde falan göremezdiniz. Ama bir dayanışma gecesinde, bir Bir Mayıs yürüyüşünde (eğer başke bir kentte değilse) her zaman vardı.
Kemal Daysal Fransa’da kaldığı sürece Fransızcayı öğrenmeye özel gayret göstermedi. Bu Fransız yoldaşları çok şaşırtıyordu. Hatta bir kısmı resmen üzülüyordu bile : «Şöyle derli toplu dertleşemiyoruz» diyerek. Onlara «Siz Türkçe öğrenin» diyecek durumda da değildik hani( !) Çünkü daha öncekiler, hele Güney Amerikalılar, en başta Şilililer, Arjantinliler, çok kısa sürede Fransızcayı patır patır sökmüşlerdi, dertlerini anlatıyor ve yazıyorlardı. Bizimkiler bırakın öğrenmeyi bu konuda adım bile atmıyorlardı. Bunun birçok nedeni olabilir. Ama en önemlisi bizimkilerin buraya kalıcı niyetiyle gelmemiş olmalarıydı. Birçoğunun çantası, bavulu hazırdı ve «Haydi !» denilince ülkeye döneceklerdi. Nitekim öyle de yaptılar : Saati gelince hakiki birer partili olarak ülkeye döndüler. Ve «Nerede kalmıştık ?» dierek yürüyüşe yeniden katıldılar.
Kemal Daysal DİSK Genel Yönetim kurulu üyeliği ve Araştırma Dairesi Başkanlığı yaptı. Sonra DİSK Genel Sekreteri oldu. Çalışmasına asla ara vermedi. DİSK’in zorlu günlerinde de görevdeydi. Sonra sırası gelince aramızdan ayrıldı. Yine ayak parmaklarının üstünde ve kimseyi rahatsız etmemeye çalışarak.
Çok basit bir hesap bile yapsak, Kemal Daysal, 1960’dan günümüze sendikal hayat içinde elli yıl, şaka maka değil tam yarım yüzyıl, canla başla çalıştı, partisinin, sendikasının, sınıfının sesini duyurmak için hiç bir fedekarlıktan çekinmedi.
Kemal Daysal kimsenin tavuğuna kiş demeden, mümkün oldukça kimseyi üzmeden ve hırpalamadan yaşadı ve elveda dedi.
Bu yazıyı yazmasaydım Kemal Daysal’a borcumu ödememiş olurdum. Yazdıktan sonra ise Kemal Daysal’a bütün borcumu ödeyip ödemediğimi bilemiyorum.
NOTLAR
(1) Buradaki Maden-İş yeraltında çalışan maden işçilerinin değil, yerüstünde ve genellikle metal alanındaki işyerlerinde emek harcayanların sendikasıdır. Bu konu karışıklıklara yol açtığı için Maden-İş zamanı gelince ismini nitekim Birleşik Metal İşçileri Sendikası biçiminde değiştirdi. Bu ayrıca incelenmesi gereken bir konu.
(2) Aradan geçen otuz yıldan fazla zaman diliminde bu konularda dünya kadar şey yayınlandı. Birçok kitap, binlerce makale. Mutlaka yazılması gereken daha dünya kadar şey de var. Kimi konularda ben de birçok makale ve birkaç kitap yayınlama olanağı buldum. Bildiklerimi ve bulduklarımı işçi haraketi tarihine ilişkin makale ve kitaplarımda aktarmaya çalıştım.
(3) Aydın Engin : « Kemal Daysal öldü … », 1 Mart 2012, T24 Bağımsız İnternet Gazetesi.
(4) Fevzi Karadeniz : Eski Zamanlar, Pencere Yayınları, İstanbul, 2001.
Fevzi Karadeniz : Başım Gözüm Üstüne, Belge Yayınları, İstanbul, 2006.
Fevzi Karadeniz : Yaralı Zamanlar, Belge Yayınları, İstanbul, 2010.
Müslüm Üzülmez : Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş, Yazarın Kendi Yayını, İstanbul, 2005.
Müslüm Üzülmez : Yoldaş Koçero, TÜSTAV İktisadi Kuruluşu Sarı Defter dizisi, İstanbul, 2011.
Şeref Yıldız : 1960’lardan1990’lara Fırtınada Yürüyüş, TÜSTAV İktisadi Kuruluşu Sarı Defter dizisi, İstanbul, 2008
2 Mart 2012
http://www.ozgurmedya.org/articledetail.asp?AuthorID=37&ArticleID=1981