Dayı-Yeğen arasındaki bir yazışma
Dayımdan Gelen Yazı:
Ablamın Komşusunun Ölümü
İlgili hainlerin bedenlerinin alt kısımları sağ olsun!
Ablamın, devlet eliyle avantadan zengin olmuş bir komşusu vardı. Bu komşu yoksul mu yoksul biri olarak büyür. Sonradan, tanrılar, “Yürü be kulum!” der; kul, hızla ilerler.
Görevin satılmasına ihanet, ihaneti yapana hain denir. Geri ülkelerde çokça ihanet oluşumları, bolca hainler bulunur. Her hainin bir fiyatı, her ihanetin bir bedeli vardır. Bu bedel birileri tarafından ödenir. Kahrolsun enayiler!
Komşu, çorak arazilerine diktiği sopaları meyve ağaçları diye görevlilere kabul ettirir, hain kullar yardımıyla verimsiz arazilerini meyve yüklü ağaçlarla dolu araziler olarak devlete pazarlar. Pazarlama sonunda eline trilyon liralar bulaşır. Bulaşığın bir miktarı devleti koruyan ve kollayan hainlerin hesabına aktarılır. Biliyorsunuz, üniter (Bölünmez) devlet yapımız ve ulus-devletimiz hainlerle sonsuza kadar var olacaktır! Olsun!
Derken, komşu, eline bulaşan paralarla verimli araziler, evler, arabalar, traktörler ve daha bir sürü nesneler satın alır.
Tanrılar yoksullardan alsın ve hainler ile onları satın alanlara versin! Âmin!
Bu sonradan görme komşunun çocuklarından bazıları karşılıksız edinilen servetlere ulaşınca, “Kumar” denilen sevdaya tutulurlar. Kumar kara sevdadır; kendisine tutulanı ezer, süründürür ve harabeye dönüştürür.
Komşu, çocuklarının kumar sevdasından epeyce acı çektikten sonra bir akşam yaşamını noktalar. Daha son nefesini veremeden, oğulları, “Baba servetin geri kalanı nerede?” diyerek, yakasına yapışırlar. Komşu zar zor son nefesini verir. Böylece oğullar arasında var olan kavgalar bir anda orman yangınları gibi alevlenir.
Hiçbir oğul babasının cesedi ile ilgilenmez. Ceset evde durur; ama, oğullar arasındaki kavga sopalarla hareketlenir.
Geri toplumlarda resmi kurumlar Kürt’e Kürtçülük, Türk’e Türkçülük, Müslüman’a Müslümanlık pazarlar. Örneğin, belediyeler yasal yoldan ölüm olayları ile ilgilenmez. Muhtardan alınan bir yazı ile ölüm belgelenir. Ölü rasgele bir yerde toprak altına atılır.
Belediye ve oğullar ölünün toprak altına atılması ile ilgilenmeyince, hayırsever bazı insanlar gömme işi ile ilgilenirler. Gömme eyleminde bulunan bir polisin ifadesine göre, yaklaşık 20 santim derinlikte kazılan çukura ceset atılır ve üzeri aceleyle örtülür. Gömme olayında hoca, destur, papaz, haham gibi dinsel kişiler bulunmaz. Tanrılar, bu dünyadaki hain yöneticiler gibi, komşunun işlediği günahlarını görmezlikten gelsinler!
Cesedin gömülmesinden sonra oğullar arasında kavgalar yeniden şiddetlenir. Nihayet, evde servetin saklı olduğu kutu bulunur ve açılır. O da ne! Kutunu içi boştur. Bu durumda her oğul, “Benden habersiz paraları ve altınları siz aldınız!” diyerek diğerlerine hücum eder. Böylece, saraylardakine benzer ama daha küçük çaplı, iki gün kesintisiz kardeş kavgaları olur.
Anadolu’da taziye olayı asırların geleneğidir. Ablam taziye için komşunun evine gider. Kardaşım, “Baktım ki, ne taziye oluşumu, ne de taziyede oturanlar var; sadece, hane üyeleri birbirilerine küfür ve beddua ediyor. Kimsenin ölüm olayını, rahmetli ölüyü düşündüğü yok; hane üyeleri ele geçiremedikleri, yakınlarına kaptırdıkları servetler için ağlaşıyorlar. Herkes diğerini suçlayarak avunuyor. İşte böyle insanlar!”
Gülsek mi, ağlasak mı; şaşırdık!
Ablamın ifadesine göre, bir gün sonra hane içinde yeni bir kavga başlar. Dışarından gelen bazı zorbalar, evin önünde duran traktörü alıp giderler. Kumarda traktörü kaybeden kardeşler oluşuma sessiz olurken, diğer kardeşler kumarbaz kardeşlere hücum eder.
Ablamı ziyarete gittiğimde çevreye sessizlik egemendi. Bana verilen bilgilere göre, şu sıralar komşunun arazileri saltığa çıkarılmıştır.
Üniter yapımızı kollayan, ulus-devlet yapımızı güçlendiren ve komşunun arazi satışlarından pay kapan hainlere duyurulur.
2 Nisan 2007
Nurettin Değirmenci
Elk. Yük. Müh.
Dayıma gönderdiğim cevabi yazım:
Sevgili Dayım,
1. Ergani’ye gitmene ve Anamı görmene sevindim. En son telefonla görüşmemde Anam seni soruyordu.
2. Ergani yazını okudum. Güzel. Anam komşusunu bana da anlatmıştı. Yazında atladığın bir husus var. Adamın oğlu para için kendisini evlerinin önünde konu-komşunun gözleri önünde feci dövüyor. Adamın bedeni fiziksel şiddetten, ruhu ise komşularının gözü önünde evladınca dövülmesinden yara alıyor. Bu nedenle ölüyor.
3. Dayı, bence sen tam bir Ortadoğulusun. Çoğu yazında hep dua ve beddua ediyorsun. Bu kadar dua ve bedduayı ancak bir Ortadoğulu yapabilir. Bunu sevgi ve nefretine yorumluyorum. Aşk ve nefret gibi, bazen dua ve beddualarının hangisi dua hangisi beddua olduğu da tabi ayrı bir latife. İnşallah dua ve bedduaların kabul olur.
4. Yazılarından söz etmişken, bir konuyu da hatırlatmak istiyorum. Bazı yazılarında, hem de sık olarak, ara yere girip soru soruyorsun. Bence bu iyi bir yöntem değil, yazının akışkanlığını bozuyor. Okuyucu yazıyı okuyunca, zaten doğal olarak düşünmesi gerekmez mi? Yazının içersinde, yazının akışını bozacak şekilde sorular sormasan bence daha iyi olur.
5. Ben, HİLAR kitabının yazımını bitirdim. Yayınlanmak üzere yazım dosyasını “Arkeoloji ve Sanat Yayınevi“ne verdim. Beğendiler, yayınlayacaklarını söylediler. Üç gün önce yayınevine uğradığımda, baktım gerekli düzeltmeleri yapmışlar bile. Yayınevi ciddi bir yayın evi. Kitabım bu yayınevinde yayınlanırsa çok çok iyi olacak. Yayınevi sahibine, “Ellsworth Huntington’un “The Hittite of Hilar” yazısını buldum, İngilizce çevrisi yapılıyor ve bu çevriyi kitaba ek yapmak istiyorum” dedim. “Tamam” dedi. Ben, Huntington’un yazısını Utku’yla Cem’e göndermiştim. Bilemiyorum Cem geldi mi? Gelirken inşallah getirmeyi unutmamıştır. Bu çevriyi bana yaparsan çok sevinirim. Cem unutmuş ise, haber ver kargoyla göndereyim. Çünkü ben kitabın düzeltilerini yaptım, çevriyi bekliyorum. Çok acele etmeye de gerek yok, kitaba konulacağı için aceleye getirmeyelim. Hem seni de işinden-gücünden alı koymayayım. Şimdiden teşekkür ediyorum dayı.
6. Bu gelişinden ben pek bir şey anlamdım, amca oğlu Celal’le kafa kafaya verdiniz, Irak ve Amerika’dan başka şey konuşulmadı. Oysa ben sizinle, Irak ve Amerika konusunun yanında başka şeyler de konuşmak istiyordum. Kısmet değilmiş, ne diyelim.
Selam ve saygılar…
Yeğenin
Müslüm Üzülmez
5 Nisan 2007/İstanbul