Sevgili Arkadaşım Mehmet Yakut,
Merhaba. Sizlere en kalbi selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Arkadaşım, bana Vahdettin İnce ile yapılan röportajı gönderdiğin için sana teşekkür ederim. Cep telefonunda yazmada zorlandığım için e-posta üzerinden röportaja ilişkin düşüncelerimi çok kısa yazmaya çalışacağım:
1. Vahdettin İnce ile yapılan röportajı dün Independent Türkçe’de okumuştum. Söylenenler retorik olarak güzel, ama bana göre içi boş.
2. Vahdettin İnce bir Kürt olarak hâlâ Köleci Topluma özgü 7.yüzyılın ideolojisi olan İslamiyet’te “kurtuluşu” arıyor. Siz uzun yıllardır Avrupa’da, Almanya’da yaşıyorsunuz. Avrupa toplumlarının sanatta, kültürde, bilimde, teknolojideki durumları ile Müslüman ülkelerin içinde bulunduğu durumu benden daha iyi görebilme şansına sahipsin. Konumuzu ilgilendiren yanı ise, demokratik hak ve özgürlüklerin Avrupa ülkelerinde mi, yoksa Müslüman ülkelerde mi daha iyi oluşudur. Bütün renkleriyle hangi Müslüman ülkede hak ve özgürlükler yasayla ve kurumlarıyla garanti altındadır, hiçbirinde Kürtlerin hak ve özgürlükleri tanınmaktadır. Vahdettin İnce kalkmış İslami şiddetin siyasi ideologlarından Seyyid Kutub’u methediyor ve onu rehber olarak gösteriyor. Günümüz dünyasının bilim ve teknolojide geldiği bu aşamada artık Seyyid Kutub ve benzerlerinin düşüncelerinin çağın gerisinde kalan düşünceler olduğunu düşünüyorum.
3. Yazının bütününü okuduğumda Vahdettin İnce adına üzüldüm. Bu kadar dille, sözcüklerle ve kitaplarla iç içe olan biri nasıl acı gerçeği göremiyor diye. Vahdettin İnce, Vanlı bir Kürt. Aile büyükleri sürgün ve ölümleri yaşamış biri. Bunca yaşanmışlıklara ve kitaplarla iç içe olmasına rağmen hâlâ Müslümanlar tarafından (Türkler, Araplar, Farslar) bunca yıldır Ümmete dâhil edilmediğini anlayabilmiş (anlamak mı istemiyor yoksa?) değil. Benden (Türk, Arap, Fars) olursan, kendi kimliğini unutursan Ümmete kabul edilirsin, yoksa “Yetim Ümmet” muamelesi görürsün, ileri gidersen zulüm, baskı ve katliamlara uğrarsın denildiğini ve günümüzde ve geçmişte yaşanmışlıkları anlayabilmiş değil. Bu bağlamda söylediklerinin tutarlı bir tarafı yok.
4. Kürtlerin demokratik mücadelesi ve uluslararası kamuoyunun duyarlığı ve baskısı sonucunda Kürt ulusal hareketleri belli bir noktaya geldi. Müslüman Kürt aydınları bu noktada kendilerini sorgulayacağı, özgürlük mücadelesine katkı sunacaklarına yerde şimdi kalkmışlar yeni bir şey söylüyorlar gibi hâlâ “Ümmetten” ve “Kardeşlikten” bahsederek ortalığı bulandırmak, kafaları karıştırmak istiyorlar. Kürt dilinin güzelliğinden ve Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanî, Cigerxwîn gibi Kürt bilgelerinin ismini anarak kendi düşüncelerini Kürt rengine boyayarak gerçek niyetlerini bir sürü demagojiyle saklamaya çalışıyorlar. Röportajın bütününü okuduğumuzda Türklere, Araplara, Farslara karşı tek bir olumsuz sözcük göremeyiz. Bütün kötülüklerin, her şeyin sebebi “Batı” ve “Emperyalizm” olduğu bolca ifade edildiğini görürüz. Sormak lazım: Hangi Müslüman ülke şimdiye kadar Kürtlere yardım etti/etmiştir? Batı mı, Müslüman ülkeler mi?
5. Fazla uzatmadan bir kısa not daha düşeyim. Vahdettin İnce: Hem ‘Kürdinsan’ kitabında hem de diğer kitaplarımda “Türklerin kapısını çalmayı amaçladım” diyor. Birincisi, bu ifade Kürtlerin mevcut durumunu göstermekte: Bu sözler Kürtlerin kabul edilmediğini ve kapı dışında tutulduklarının itirafıdır. İkincisi, “kapı çalmak” bildiğim kadarıyla sığınmak, yardım istemek, bir dilekte bulunmak gibi anlamlar içerir. Yanlış düşünebilirim, bana göre “kapı çalmak” burada bir özgüven eksikliğini gösteriyor. Mücadele yerine “kapı çalmak” kendi halkına ve mücadelesine inanmamanın bir sonucu.
Sevgili Arkadaşım, ben böyle düşünüyorum ve ayrıca bu tip yazar çizerlerin yazılarını sosyal medyada bizim yaygınlaştırmamızın doğru olmadığını da düşünüyorum.
Sağlık ve sevgiyle kalın.
Müslüm Üzülmez
23 Kasım 2020/Ayvalık