Araştırmacı yazar, şair, mühendis Müslüm Üzülmez(1), 5 Kasım 1950’de; üç kız, beş erkek kardeşin en büyüğü olarak Ergani Üçevler’de dünyaya gelir. Babası Cuma Üzülmez, annesi, Havva Üzülmez’dir. Çocukluğu Saray mahallesinde geçer.
İlkokulu İnkılâp İlkokulu’nda, ortaokulu Ergani Ortaokulu’nda, liseyi Ergani Lisesi’nde okur.
1971–1972 öğretim yılında Ankara Anadolu Kimya Mühendisliği Yüksek Okulu’nda yüksek öğrenime başlar. 1974 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte 12 Mart sonrası Ankara’daki ilk öğrenci derneği olan ADMMA Öğrenci Derneği’ni kurar. İki dönem bu derneğin yönetim kurulunda görev alır. Dernek faaliyetlerinden ötürü bir süre Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde tutuklu kalır.
1972 yılında öğrenciyken amcasının kızı Sevgi Hanım’la sözlenir, 1976 yılında evlenir.
Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Kimya Mühendisliği Bölümü’nden 1977 yılında mezun olur.
1969 yılından itibaren‘Devrimci harekete’ ilgi duyar. “İnsanlarımızın karnı tok, sırtı pek ve özgür olmalarını isteme” arzusu ile 1977 yılında Türkiye Komünist Partisi’ne üye olur. Partinin ilk üyelerdendir. Devrimci Harekete ilgi duymasında Türkiye Komünist Partisi Politbüro Üyesi Erganili Şeref Yıldız’ın etkisi büyüktür. Ergani ve Diyarbakır bölgesinde TKP’nin örgütlenmesi çalışmalarında en aktif üyelerindendir.(2)
Diyarbakır Belediyesi’nde 9 Kasım 1977 tarihinde Temizlik İşleri Müdür’ü olarak göreve başlar. Mehdi Zana’nın Belediye Başkanı seçilmesinde sonra “Mensubu bulunduğu TKP ile Mehdi Zana’nın taraftarı olduğu “Özgürlük Yolu” siyaseti arasında sorun yaşanmaması ve ilişkilerinin gerginleşmemesi için müdürlük görevinden istifa” eder.
Diyarbakır Tekel İçki Fabrikası’na 1978’de kimya mühendisi olarak girer.
Bu arada İSTA Haber Ajansı ve günlük Politika Gazetesi’ne haber ve yazılar yazmaya başlar.
1979 yılında TKP’nin istemi üzerine Tekel İçki Fabrikası’ndaki görevinden ayrılır. BAYSEN Sendikası Doğu ve Güneydoğu Bölge Organizatörü olarak göreve başlar.
Askeri cuntanın 12 Eylül 1980’de ülke yönetimine el koymasıyla, işinden ayrılmak zorunda kalır.
1981 yılında kısa dönem askerlik yapar. Askerlik dönüşü 1981 yılında bölgede TKP Operasyonları başlar. Yoğun baskılar ve aramalardan ötürü İstanbul’a kaçmak zorunda kalır.
7 Ekim 1982’de İstanbul’da yakalanır. Yakalanış sürecini bir anısıyla kendi kaleminden şöyle anlatmaktadır.
“Kaderin bir oyunu mu, bir cilvesi mi bilmiyorum!.. 1982’de yakalandığımda, Gayrettepe’de emniyette siyasi şubede gözleri bağlı olarak bir‘suçlu’ olarak inip çıktığım merdivenlerden; 1995’te, yine Gayrettepe’de aynı yerde şoförlere‘Taşıt Kullanım Belgesi’ verilmesi için düzenlenen kurslarda Çevre Bilgisi dersi öğretmeni olarak kurs vermeğe başladım. Kaldığım hücreden gözleri bağlı vaziyette, işkence ve sorgu odalarına götürülüp getirilirken inip-çıktığım merdivenlerden, bu defa gözleri bağlı‘devlet düşmanı bir sanık’ olarak değil; itibarlı, bilgili, saygı gören, devlet memuru bir kurs hocası olarak inip-çıkmaya başladım. Ama bu her inip-çıktığımda, elektrik verildiğinde duyduğum ürpertiyi, her sopa yediğimde duyduğum acıyı yeniden yüreğimde duydum”(3)
1982’de Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi’nde yatar. 1984 yılında tahliye olur.
Müslüm Üzülmez, yıllar sonra Diyarbakır 5 nolu cezaevinin yıkılarak yerine okul yapılması düşüncesine karşın şu çağrıda bulunur:
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi “Adalet ve Özgürlük Müzesi” Olsun!
1982-1984 yılları arasında Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde tutuklu kaldım. Tutuklu kaldığım süre içinde çok ağır baskı ve işkenceler gördüm. Tutuklu ve hükümlülere yapılan baskı ve işkencelere tanık oldum. Anlatılması çok zor, iğrenç şeyler duydum.
Burada bunları anlatacak değilim, yeri ve zamanı değil.
Ancak, 22 Ağustos 2009 günü akşamı birçok televizyon kanalında, haberlerde:”‘Açılım’ Kapattı”, “Kürt Açılımında İlk Adım”, “Demokratik Açılımda Yeni Bir Sayfa Açılıyor”, “Ünlü Cezaevi Kapatılıyor” ana başlıkları altında; Hükümetin 12 Eylül sonrası işkence merkezine dönüşen Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’ni kapatacağı… 5 Nolu Cezaevi’nin Ergani-Diyarbakır karayolu üzerinde kent dışında yeni yapılacak bir cezaevine taşınacağını… İşkence merkezi olarak kötü şöhrete sahip mevcut Cezaevi’nin yıkılarak yerine bir eğitim kompleksi-bir ana okul, bir ilköğretim okulu, bir Anadolu lisesi, 2 spor tesisi-yapılacağını dinlerken biraz gerildim, ama daha çok da düşündüm.
Bu girişim iyi niyetli bir girişim olabilir, ama doğru bir girişim değil!
Yaşanmış acı ve direnişlerin tarihsel mekânını yıkıp yerine eğitim kompleksi yaparak, tarih belleklerden silinmek mi isteniyor acaba?
Eğer tarih belleklerden silinmek isteniyorsa çok yanlış yapılıyor. Doğru olan toplumların tarihleriyle, korkularıyla, acılarıyla, utançlarıyla yüzleşmeleridir. Eğer bu yüzleşme gerçekleşmezse toplumsal güven ve barış sağlanamaz. Bireysel ve toplumsal huzur ve iyileşme sağlanamaz. “Demokratik Açılım”lar gerçekleştirilemez: Geleceği yeniden inşa edemeyiz.
Geçmişte arzu etmediğimiz, istemediğimiz olayların tekrar vuku bulmaması için bu yüzleşme gerçekleşmelidir; toplumsal adalet ve barış ancak böyle sağlanır.
Tarihsel mekânlar, tarihî belgeler yok edildiğinde veya maskelendiğinde, karartıldığında tarih de karartılmış, maskelenmiş olur. Tarihin karartılması ise kimsenin hayrına değildir.
Birilerinden intikam veya öç almak için değil; toplumsal adalet ve barışın sağlanması, güvenin oluşması için, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi “Adalet ve Özgürlük Müzesi”ne dönüştürülmelidir. Bu, Kürt ve Türk halkının hayrına olacak bir girişim olarak algılanacaktır.
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde yatanlar, Diyarbakır halkı, demokrasi ve özgürlük yanlısı tüm namuslu insanlar: Gelin, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin yıkılarak yerine eğitim kompleksi değil, cezaevinin mevcut yapısı korunarak buranın “Adalet ve Özgürlük Müzesi” olması için sesimizi yükseltelim!
Biz sesimizi yükselttiğimizde Hükümetin de sessiz kalmayacağını düşünüyorum.
Müslüm Üzülmez, cezaevinden tahliye olduktan sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 1990 yılında işe başlayana kadar birçok kamu kurumunda ve özel sektörde mühendis olarak çalışır.
Okuma ve yazmayı seven gerçek bir aydın olan Müslüm Üzülmez, Ergani üzerine tarihe geçecek çok ciddi kaynak eserler bırakır. Yazın hayatını ve yazma nedenini şöyle anlatmaktadır: “Diyarbakır’a olan vefa borcumu ödemek, yaşamın kirinden arınma isteğidir bu benim ki… Çünkü; bir insan için erdemlerin en yücesi, borcunu ödemek olduğuna inanıyorum. Bu borç tarihe, ülkesine, halkına, dostlarına, anasına, babasına, sevgilisine ve çocuklarına karşı ayrı ayrı olabilir. Ben, hepsine karşı sorumluyum. Bu nedenle, yüküm ağır. Borcumu ödemek ve ağır bu yükün altından kalkmak için olanaklarımın elverdiği ölçüde, karınca kararınca bu kitapla aldıklarımın karşılığını vermeye çalışarak borcumu ödeyeceğime inanıyorum.”(4)
Politika gazetesi ve Atılım gazetesi ile başladığı yazın hayatında; Mühendislik ve Mimarlıkta Ölçü, Metal Dünyası, Kimya Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin Yayını Bülten, Bilim ve Gelecek Dergisi, Berfin Bahar dergisi, İstanbul Ticaret gazetesi, Yeni Yurt gazetesi, Ergani Söz gazetesi, Çermik gazetesi, Dicle Haber gazetesi, Ergani Haber gazetesive Ergani Postası Gazetesi’nde; tarih, çevre, teknik, bilim, kültür, siyasi ve sosyal konularda yazıları yayınlanır.
Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde birçok yazı dizileri yayınlanır. Bu yazı dizileri şunlardır: 25 Aralık 2008–9 Ocak 2009 arası 14 bölüm halinde Yeni Yurt gazetesinde Osmanlı Belgelerinde Ergani; 30 Ağustos 2007–14 Eylül 2007 tarihleri arasında Yeni Yurt gazetesi ve 14 Eylül 2007-… Ekim 2007 tarihleri arasında Ergani Haber gazetesinde, Avrupa Birliği Müksebatının Yerel Yönetimleri İlgilendiren Konu Başlıkları, 19 Ekim 2007–16 Kasım 2007 tarihleri arasında Ergani Postası gazetesinde Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye’lerde Ergani; 3, 11 ve 19–30 Haziran 2007 tarihleri arasında Ergani Postası gazetesinde Kaybolan Meslekler, Tarihe Karışan Nesneler.
Halen çeşitli yayın organları ve internet sitelerine yazılar yazmaktadır.
Müslüm Üzülmez’in Ergani’yi konu edindiği Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş(5) adlı eseri; şimdiye kadar Ergani üzerine yapılmış en derinlikli ve kapsamlı araştırma- inceleme çalışmadır.
Müslüm Üzülmez’in Yayınlanmış Eserleri:
Ateşçi ve Kalorifercinin El Kitabı, Yazarın Kendi Yayını, 1991.
Temel Çevre Politikaları ve Yasal Düzenlemeler, Yazarın Kendi Yayını, 1993.
Döküm Sanayi ve Çevre, Yazarın Kendi Yayını, 1993.
Doludizgin Yaşamak–Şiir-, Yazarın Kendi Yayını, 1994.
Motorlu Taşıtlar Sürücüleri İçin Çevre El Kitabı, Yazarın Kendi Yayını, 1995.
Gelincik Yurdunda Bahar–Şiir-, Yazarın Kendi Yayını, 1996.
Kalorifer Kazanı Yakma Kılavuzu, Yazarın Kendi Yayını, 1997.
Hazinenin Anahtarı–Şiir, Kendi Yayını, 1999. (Müslüm Üzülmez/Cuma Üzülmez ortak kitap.)
Ben Bölmeden Geldim Komutanım–Mizah-, Eko Yayınları, 1999.
Gecenin Islığı Şiir-, Yazarın Kendi Yayını, 2002.
Çayönü’nden Ergani’ye: Uzun Bir Yürüyüş–Araştırma-, Yazarın Kendi Yayını, 2005.
On Bin Yıllık Tarihin Tanığı: Hilar–Araştırma-, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2009.
Makam, Makam Çiçeği ve Bülbül, -, Titiz Yayınları, 2010.
Uzun Bir Yürüyüştür Yaşamak, Yazarın Kendi Yayını, 2010.
Yazılı Kaynaklarda Çermik, Kent Işıkları Yayınları, 2012.
Yoldaş Koçero –Anı-, Sosyal Tarih Yayınları, Sarı Defter, 2011.
Müslüm Üzülmez’in Makale ve Şiirlerinden Örnekler(6):
Bilgi ve Tanımsız Kavramlarla Düşünme(7)
Bilgi, doğadaki nesne ve hareketleri tanımaya ve denetim altına almaya yarayan araçtır. İnsanlar, aileler, kabileler, aşiretler, uluslar toplumlar sahip oldukları bilgi birikimiyle orantılı çalışma veya savaş yapabilirler.
Bilgi birikimi olmadan servet birikimi olamaz. Servet birikimi, bilginin ışığında, savaş ya da çalışma ile oluşur. Toplumdaki aydınların görevi bilgi birikimine katkıda bulunmaktır. Bilgi doğayla ve doğaüstü ile ilgili olabilir. Ancak, doğa ile ilgili bilgi birikimi olmadan ve doğal çevre değişime uğramdan doğaüstü inanışları değiştiremeyiz.
Doğaüstü inanışların temeli olan tanımsız kavram ve sözcükleri arka arkaya sıralayıp, ciltler dolusu kitapları peş peşe yazmak ustalık istese de, gerçek yaşamla bir ilişkisi olmadığı için insanlığın gelişimine bir katkısı olmaz. Oysa tanımlı kavram ve sözcük; ölçü ve standart; sayı ve gerçek olguları esas alan inceleme, araştırma ve düşünceler hem insanoğlunun günlük yaşamındaki kalitenin hem de insanlığın gelişimine muazzam bir katkıda bulunur.
Bugün, İslâm dünyası ile Batı dünyasını şöyle bir göz önüne getirdiğimizde bu olay çok açık olarak görülür. Sefaletin kıskacında kıvranan geri kalmış ülkelerin yönetici ve yurttaşları her şeyi metafizik güçlerden beklerken, eloğlu her şeyi becerileriyle bilimsel olarak planlamaktadır. Doğadaki nesne ve hareketleri yasa ve ölçü ile tanıma ve denetim altına almanın insanı özgürleştirdiğini çok iyi bilmektedirler. Doğayı anlama, onun sırlarını çözme pek kolay olmadığı için; öyle, atmayla tutmayla olacak şey olmadığından, bizim gibi geri kalmış toplumlarda insanların çoğu soyut şeylerle ilgilenmeyi ve kanıtlanması mümkün olmayan şeyleri tekrar tekrar anlatmayı veya yazmayı kendilerine iş edinebiliyor. Ama bunun kime ne faydası var?
İslam ülkelerinde ermişler, evliyalar, din âlimleri meleklerin kanadında farklı dünyalar arasında gezintilere çok kolay çıkarlar. Nasıl olsa ispatı ve uygulaması mümkün değil, olay tamamen bir inanç olayı. Yani ister inan ister inanma. Ha, inanmasan sonra kâfir olmakta var! Ama bu evliyalar, ermişler, âlimler Dünyamızdan bir uzay aracına binip de örneğin Ay’a nasıl gidileceğini bizlere gösteremedi. Gösteremedikleri içinde Müslümanların Ay’a ve diğer gezegenlere ayak basması kısmet olmadı.
Günümüzde yaşanan olay ve gelişmeler baktığımızda farkı fark ederiz. Değişik iki örnek aradaki farkı görmemize yardımcı olur diye düşünüyorum.
Birincisi, Amerikan İstihbarat Örgütü CIA’e bağlı bir düşünce üretim merkezi sayılan Ulusal İstihbarat Konseyi’nin (NIC) “Küresel Eğilimler 2015” başlıklı çalışmasında, 2015 yılına dek dünyanın alacağı şekle hangi unsurların yön vereceğini bir bir sıralamaktadır: Nüfus Hareketleri, Doğal Kaynaklar ve Çevre, Bilim ve Teknoloji, Küresel Ekonomi ve Küreselleşme, Ulusal ve Uluslararası Yönetişim, Çatışma Noktaları, ABD’nin rolü… Ve tabi bunlara göre de planlar yapılmaktadır. (24 Mart 2002 tarihli Radikal Gazetesi)
İkincisi, Şubat 2003’te savaş başlamadan, savaş karşıtları ABD’nin Irak’a yapacağı işgali dünya çapında protesto ettiler. En yığınsal katılım ABD ve İngiltere’de oldu. En az katılım ise, -Allah’ın hikmetine bakınız ki, Müslümanların yaşadığı ülkelerde oldu. Bu yetmezmiş gibi, hemen hemen tüm Ortadoğu’da Müslümanların ve Arapların yaşadığı ülkelerin devlet ve hükümetleri de ABD’nin yanında yer aldı. Yani, İslâm’ın yeşil bayrağı yerine, yeşil dolar tercih edildi. Yöneticiler dünyalıklarını daha da artırmak için ABD ile işbirliği yaptı. Yönetilenler ise tüketimlerini daha da artırmak için yöneticileriyle işbirliği yaptı.
Bunun nedeni, Müslümanların doğadaki nesne ve hareketleri tanıma ve denetim altına alma diye bir dertlerinin olmaması; ürettiklerinden çok daha fazlasını tüketmeleridir. Hatta hiç üretmeden sadece tüketmeleridir. Salt tüketen toplumlar gün gelir kendisini tüketir, yok olur. Böylesi toplumlardan da “ne köy olur ne kasaba”. Ve, bunlar geleceğe ilişkin hiçbir umutta taşımazlar. Güçlünün çizmesi veya emir-komutası altında ezilirler, “donlarına kadar” soyulurlar.
Tanımsız kavramlarla düşünenler için dünya, “tek zaman ve tek tarih”ten ibarettir. Yaşanan dünyayla pek ilgilenmezler (dünyalıklarını doldurmanın dışında). Dünya ötesi için, yani “ahret” için sözcükleri bir bir sıralanır (veya uyuşturucuyla bedensel hazzın sarhoşluğunda akıllar ipotek edilir). Sadece sokaktaki insanlarımız değil; politikacılarımız, bürokratlarımız, okumuşlarımızın çoğu tanımsız kavramlarla düşünür, konuşur… Dünya işleri sanki “kâfir”lere bırakılmış. Bizler, sadece din ve imanı elden bırakmamalıyız. Nasıl olsa, dünyanın işlerini Amerika Birleşik Devletleri yapıyor/ediyor/kısa ve uzun vadeli planlıyor…
Peki, ne yapmalıyız?
Yapacağımız tek şey, doğadaki nesne ve hareketleri tanımaya ve denetim altına almaya yarayan araçlara dört elle sarılmaktır.
İşe matematik ve dil bilgisinden başlamalıyız.
“Matematik tüm sayısal bilimlerin temeli, dil bilgisi ise tüm sözel bilimlerin temelidir. İnsan, ‘sözcükleri’ kullanarak karşılaştıkları olguları kavramsallaştırır ve anlar;‘sayı ve değerleri’ kullanarak gerçekliğin niceliğini ve niteliğini tanımlar. Bu iki anahtarı uygun şekilde kullanmasını bilen bir insanın açamayacağı kapı yoktur. ”(8)
Makam, Makam Çiçeği ve Bülbül(9)
Makam‘ın birçok özelliği var. Bu özelliklerden biri, burada açan ve buraya özgü Makam Çiçeği’dir. Bir rivayete göre Zülküf Peygamber’in terinin damladığı her yerde bu çiçek olmuştur. Zülküf Dağı’nda Aşağı Suluk ve Çırçırik’in yukarılarından başlayıp taa Mescid’e kadar olan kısımda taşlık ve kayalıklarda olmaktadır. Bir başka rivayete göre ise, Hz. Ali’nin atının terinin damladığı yerlerde ilkin açmış ve o günden beri de sadece Ali Dağı ve Zülküf Dağı’nda olmaktadır. Daha başka rivayetler de var…
Makam Çiçeği, genellikle yalnız Nisan ayı sonu ile Mayıs ayı başlarında açmaktadır. Bu çiçek benim bildiğim kadarıyla zambakgillerden Lilium cinsini oluşturan alımlı; dik gövdeli, taşlar arasında 15-20 santimetre boyunda yeşil ince uzun yaprakları arasında tek tek huni biçiminde eflatuni çiçekler açan güzel kokulu bir çiçektir. Yabanıl olarak yetişir. Hem kutsal olduğuna inanıldığı için ve hem de güzel kokusundan ötürü evlerde kurutulmuşu saklanılır.
Makam’ın diğer bir başka özelliği de, Makam’da, her şeyi yanarak deneyen; aşkı, ateşe koşarak pervane den öğrenen ötüşü güzel bülbüllerin yetişir olmasıdır.
Makam’ın Bülbülleri hiç susmak nedir bilmez. Bu bülbüller, tut yiyen bülbüllerden değildir. Yaz kış, her mevsim öterler. Ben bunu Makam’da, bu kutsal topraklarda, bu dağ ve dağın eteklerinde güllerin olmayışına yoruyorum. O, sevdasını anlatacak gül, üzerine konacak gül dalı aramaktadır. O, sevgilisini kaybetmiş aşk-ı perişandır. Böyle olmasa, bu bülbüller bu kadar yanık ve de üstelik her mevsim neden ötsünler? Makam’da, bırakalım gülleri, güzelim bülbüllerin konacağı bir ağaç bile yok! Dağ, çıplak, ağaç yönünden fukara ve perişandır. İnsanlara, kurda-kuşa nimet sunamaz. Oysa, bizler mübarek kutsal Makam Dağı’nı çoook, çok severiz. Bu mübarek toprağa, kanımızı-canımızı feda bile ederiz! Ama nasıl sevgiyse(!), sevdiğimiz yerleri ağaçlandırmayız, yeşillendirmeyiz, güzelleştirmeyiz. Bu dağları bir cennet parçasına dönüştürmeyiz: Bülbülleri gülsüz bırakırız.
Gül ile bülbül arasında hiçbir ilişkinin olmadığına; sadece âşıkların, ozanların ve özellikle de divan şairlerinin bir yakıştırması olduğuna inansak dahi, Makam’ı ve dağlarımızı ağaçlandırmalıyız: Bülbüllerin konacak bir gül dalı bulmaları bile sevaptır derim.
***
1960’lı yıllarda, ortaokuldayken, okulca başımızda öğretmenlerimiz- Orman Haftası kampanyası çerçevesinde olmalı(!)- Makam Dağı’nın güney eteğine çam fidanları dikmiştik. 2003 yılında Makam’a çıktığımda ekilen yerlerde bir tek çam ağacı görmedim. Yamaç ve kayaların üzerinde, kuşların yemek için taşıdıkları bademleri gagalarından düşürmeleri sonucu kendiliğinden oluşan bir iki tane badem ağacı gördüm, o kadar!..
Ergani’yi ve mübarek Makam Dağı’nı seven bizler, mutlaka bir‘Ağaçlandırma Seferberliği’ ilan etmeliyiz. Sevgi emek ister: Mübarek toprakları sevdiğimizi göstermeliyiz. Kuru kurusuna sevgi olur mu? Askerler, devlet daireleri, okullar, kahvelerde boş oturanlar, gönüllüler… hep el birliğiyle bir plan ve proje çerçevesinde başta Makam Dağı olmak üzere; bütün çıplak dağlarımızı, tepelerimizi, evlerimizin önünü, caddelerimizi, sokaklarımızı ağaçlandırmalıyız. Yoğun bir ağaçlandırmayla, yeşilden bir cennet köşesi yaratmalıyız.
Ne dersiniz!?.
Kara Bedenlim
dicle kokan diyarbakır’ım
bilenler bilir
iç kaleni
birde sırtında taşıdığın
tarihin silesi nikahsız çileni.
tarih kokan diyarbakır’ım
sana
ne talih
ne tarih
güldü,
açmaz oldu açan güllerin
nice
fidan boylu delikanlıların
dünya güzeli kızların soldu
hasret kokan kara bedenlim
surların bile seni
zulmün karanlığından koruyamadı
tarih kitapları da zaten yazmıyor
-kurulduğundan bu yana-
kim bilir ne ordular sürüldü üstüne?
bir bilen olsa da anlatsa
şahlanırdı eminim öfkenden
surların
biliyorum başkaldırı anıtıdır
bedenlerin.
Dipnotlar:
1) Müslüm Üzülmez’in biyografi bilgileri ile eserleri hakkındaki bilgiler; Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş eseri ile www.uzulmez.info adlı web sitesinden alındı. Yaşamı hakkında detaylı bilgi için a.g.e s, 544-589’e bkz.
2) Şeref Yıldız’ın Fırtınada Yürüyüş adlı eserinin birçok bölümünde Müslüm Üzülmez hakkında bilgi yer almaktadır. (S.E.)
3) Müslüm Üzülmez, a. g. e, s. 59
4) Müslüm Üzülmez, Ben Bölmeden Geldim Komutanım kitap önsözü.
5) Her Erganili’nin okuması ve kitaplığında bulundurması gereken bir eser. S.E.
6) Bu eserde Müslüm Üzülmezin eserlerinden çokça yararlanıldı. (S.E.).
7) Ergani Haber Gazetesi, 2 Eylül 2005, Berfin Bahar Dergisi, Kasım 2005
8) Yılmaz Değirmenci, Birleşik Alan Teknolojileri, Tek Ağaç Yayınları, 2005 Ankara, s. 160
9) Ergani Söz Gazetesi 10 Mart 2005
Gülbaran’ın Gülleri kitabı
Sedat Eroğlu, Kent Işıkları Yayınları, İstanbul-2013, s.120-125.