“Ergani’den Çayönü’ne: Uzun Bir Yürüyüş” Kitabına Dair

okuma süresi: 6 dk.

Eşref Üzülmez
Tarih Öğretmeni

Sn. Müslüm Üzülmez,
“Ergani’den Çayönü’ne: Uzun Bir Yürüyüş” kitabınızı aldığım günden beri heyecanla okuyorum. Çok beğendim, sizi tebrik eder ve kutlarım.
Kitabı yazma nedenlerinizi göz önünde bulundurursak her şey çok güzel ve mükemmel tasarlanmış. Öncelikle içindeki bilgiler, bana göre, biz Erganililer için mükemmel bilgiler. Benim duymadığım, bilmediğim birçok olay anlatılmış. Bunlara nasıl ulaştınız! Bilmiyorum. Güzel kaynaklar ve önemli bazı değerlendirmeleriniz var. Görüşlerinizin hepsine, tarihle ilgili bölümlerdekilere, katılmam mümkün değil: Taraflı davrandığınızdan dolayı. Zaten bunu kitabın önsözünde belirttiğinizden, sizi yine de haklı buluyorum. Duygu ve düşüncelerinize, özlemlerinize katılmamak mümkün değil. Bazen geceleri yastığa başımı koyduğumda, aynı duyguları ben de yaşıyorum. Belki memleket özlemi çeken herkes bunları yaşıyordur.
Kitabınızı dış görünüş olarak incelediğimde, kitabınızın kapağı ve resimleri çok hoşuma gitti. İçindeki resimler de öyle. Keşke renkli basılabilseydi. Hangi imkânlarınızı zorlayarak bu kitabı bastırdığınızı biliyorum. Bu konuda yaptığınız fedakârlık ve bizlere böyle bir kitabı hazırlamanızdan dolayı minnettarım. Size çok teşekkür ettiğimi biliniz.
Bibliyografik olarak tarihle ilgili bölümlerde fazla hataya rastlayamadım. Ama bazı küçük hataların olduğunun da biliyorum. Örnek vermek istersem, yüksek lisans ta daha detaylı okuduğum Ortaçağ ve Anadolu Selçukluları bölümündeki isimlerle ilgilidir. Bu bölümleri biraz daha detaylı bildiğim için hemen gözüme çarptı. Yani aslında tarih hatası bulabilirim veya bulamam diye olaya bakmadım. Kitabınızda sayfa 71′ de Büyük Selçuklular dönemi anlatılırken, Urfa şehri dükünün, Bulgar kralı Alüsan’ın Oğlu Vasil’idi denmekte ve tarih 1070’li yıllar işret edilerek konuya destek aranmaktadır. Bura da tarihsel açıdan 26 yılık bir hata yapılmıştır. Çünkü Bulgar kralının oğlu Vasil ancak I. Haçlı seferiyle Urfa’ya ulaşabilmiştir. 1070’li yıllar değil, 1092–1096 yılları arası ve sonrası olması gerekir.
Bende bilgisayarda yazı yazarken bazen yazım hataları yaparım. Yazan kişinin o yazıyı okurken fark etmesi zordur. Kitapta yazım yanlışlarına da çok rastladım. İkinci basımda düzeltilmesi umudu ile size yardımcı olmak için birkaç tanesini saygıyla yazmak istedim.
1-Sayfa 85 de, “İnebatlı” yazılmış, yazım hatası-doğrusu: İnebahtı olacak. Bir körfez adıdır. Haritalardan araştırılabilir.
2-Sayfa 88 de, “Yavuz Sultan Süleyman” yazılmış.
3-Sayfa 96 de, “böle ” yazılmış, zannedersem “bölge” olacak.
4-Sayfa 98 de, 207. dip notla ilgili açıklama yanlış. Benim bildiğim kadarıyla belgelerde İstanbol veya İslambol olarak geçer. Fatih, özellikle İslâm ülkesi anlamında bu şekilde değiştirmiştir. Daha sonra İstanbul olmuştur. Vs.
Seyahatnameler ile ilgili bazı bölümler gereksiz ve fazla bence. Kâtip Çelebi’nin Seyahatname’sinin olup olmadığını bilmiyorum. Yalnız Cihannüma’sının önemli coğrafya ve etnik toplulukları anlatan bir kitap olduğunu biliyorum.
Zekeriya Amcayla ilgili anlatımların bazılarında eksiklik var. Abdurrahman’ın mektubunu ve değerlendirmesini e-mail yolu ile okudum. Bu konudaki düşüncelerimi size kitabın elime ilk ulaştığı günlerde e-mail yoluyla ulaştırmaya çalıştım. Bir sayfa değerlendirme yazdım, ancak bu yazıyı elektronik ortamda kaybettim. Size zannedersem ulaşmadı. “Hürriyetim com”daki değerlendirmeyi ve teşekkür yazısını yazdım ve bu şekilde ulaşmayı denedim. Size daha detaylı bir mektup yazmaya karar vererek bu mektubu yazdım. Ben küçük iken sizler lise yıllarınızı ve 12 Eylül dönemlerini yaşıyordunuz. Devrimci çalışmalar içinde iken, sizi ve duvara yazı yazan gurupları işaret ederek, hatta bastonu ile göstererek, bana devlete ve isyan edenler konulu hikâyeler anlatmıştı. Genelde Şeyh Sait ve çevresini anlatırdı. Abdurrahman’ın bahsettiği gibi korkularının yersiz olmadığını bilmemiz gerekiyor. Kurşuna dizilmek üzere olan bir kişinin sonraki hayatında devlete karşı nasıl davranması gerektiğini hepimiz tahmin edebiliriz herhalde. Düşünceniz size göre doğrudur. Bana anlattığı hikâyelerde ise, devleti tilkiye değil, deveye benzetirdi. Bana anlattığı hikâyede genelde “Hök Deve” terimini de kullanırdı. Kurnazlığının yanında, güç, kuvvet, ne yapacağı belli olmayan, korkulacak bir canavar gibi bahsederdi. “Zamanı gelince Hök deve gibi üzerinize çöker, devletin altında kalırsınız” derdi. Sonuçta bir cezadan bahsederdi. Yani önceden bahsettiğim gibi bilgi eksikliği, anlayış farkı, bakış farkı var. Devleti baskın güç, zamanı kollayan, çizmesi ile ezen, yok eden bir varlık olarak görürdü. Zaten bu konu ve Zekeriya Amca (dede) ile ilgili hatırladığım hikâyeleri yazmaya başladım. Daha doğrusu Abdurrahman bu bilgileri toparlamamı istedi. Ben de işe başladım ve başlıkları oluşturdum. Size daha sonra gönderip görüşünüzü almayı da düşünüyoruz.
Kitabı yazış üslubunuza bayıldım. Çok iyi buldum. Kendi hatıralarınızı anlatırken kullanılan cümlelere bayıldım. Akrabalarımla ilgili, hemşerilerimle, önemli insanlarımızla ilgili verdiğiniz doyurucu bilgilerden dolayı sizi kutlar ve teşekkür ederim. Bu konuda da size minnettarım.
Sofi Bekir’in babasının adını bilmiyordum. Benim hesaplarıma göre 19. yüzyılın başında yaşadığı büyük bir ihtimaldir. Torunu Cuma dedenin 1861 de doğumlu olduğunu biliyorum. Elimiz de bulunan bazı Osmanlıca belgelere göre Sofi Bekir’in 1893’te yaşadığını da öğrendim. Bu bilgiler ışığında kesin olmamakla beraber Sofi Bekir 1830 ila 1900 yılları arasında yaşadığını söyleye biliriz.
Yine Kavas Mehmed’in Halep’ten geldiğini yazmışsınız. Benim dinlediğim hikâyelerde hep Şam ve Halep birlikte kullanılırdı. Ama hangisi daha doğru emin değilim. Türkler genelde İslamiyet’i kabul ettikten sonra aşağı yoldan Anadolu ya göç etmişlerdir. Yani Türkmenler Arabistan’dan Anadolu’ya girerken, genelde Diyarbakır ve çevresi konaklama yeri olmuştur. Örnek Osmanlıoğulları. Önce Diyarbakır Karacadağ’a yerleşmiş daha sonra Ankara ve çevresine göç etmişlerdir. Yine Menteşeoğulları, Aydınoğulları, Karamanoğullrı da aynı yolu takip etmişlerdir. Yani tarihte geçiş alanı ve Avasım (bu bir tarihsel coğrafya terimidir, Arapça tampon bölge anlamındadır-Müslüm Üzülmez) bölgesi olmuştur. Bu nedenle, Ergani çok karagün görmüştür. Savaşların başlangıç yeri, kaçışların başladığı yer, halkın kılıçtan geçirildiği, devletlerin maden ve güç için yıktıkları yer olmuştur.
Abi, kitabın bazı bölümlerini okurken kendimi Ergani’yi gezmiş gibi hissettim. Geçenlerde Ergani’ye gittim. Şahin abi beni Makam’a çıkardı. Gözlerim doldu. 26 senedir oraları görmemiştim. Hatun Düzü’ne bir daha baktım, bir daha baktım. Eski şehre ve yeni şehre tepeden yine baktım. Abdullah dedeyi Hatun Düzü’nde öküzlerin başında yine gördüm: Her şey orda aynı. Aşağıda (Ergani’de) hiçbir şey aynı değil. Çağrışım bile yapmıyor. Kitapta eksik kalan yer veya alınması gereken bir konu hakkın da size tavsiyem yoktur. Ben bu haliyle Mezopotamya’nın göz bebeğini sevdim.
Başarılarının devamını bekler, saygılarımı sunarım.

Ergani Haber
Haftalık Siyasi Gazete

2 Eylül 2005

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.