M. Şehmus Güzel
Buğdayın ilk ekildiği, ekmeğin fırında ilk pişirildiği yer olarak bilinen Hilar’in tarihi yazıldı. Müslüm Üzülmez’in kaleme aldığı ‘On Bin Yıllık Tarihin Tanığı: Hilar’ adlı kitap Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nda çıktı.
Ergani’de, 1965 yaz dinlencesindeyiz. Bir yıl öncesinde İstanbul ve Ankara’daki değişik fakültelerin giriş sınavını kazanmış ve ilk ders yılını idrak etmiş “Ergani’nin medar-iftiharı” biz gençler, yani Şeref Yıldız, Zeki Sezer, Zülküf Güneli ve bendeniz, dinlence vesilesiyle bir araya gelmenin tadını çıkarmak için Hilar Çayı tarafına gidiyoruz. Ergani’nin hemen yanı başında. Bizden birkaç yaş büyük ama gönlü hep bizimle olan amcamoğlu Ali Güzel ağabeyimiz de bizimle. Hilar’a gidenin içli köftesi ve/veya çiğ köftesi eksik olmamalı. Peyniri, isotu, domatesi, fetir ekmeği, yoğurdu, şusu busu da. Ve bilhassa “kırmızısı”da…
Evet Hilar sefamız böyle güneşli ve neşeli öğleden sonralarımızın bir parçasıydı o günlerimizde… Hilar’a gitmek fikrinin büyük olasılıkla Hilar doğumlu olan ama bütün çocukluğunu ve ilk gençliğini Ergani’de bizlerle, mahallede ve okulda geçiren, ama asla futbol sahasına gelmeyen kadim dost Zülo nam-ı diğer Zülküf Güneli’den çıktığından eminim. Hilar’ı H’sinden R’sine veya isterseniz a’dan z’ye bilen Zülküf, oldum olası yerinde duramayan en büyük gezginimizdir öteden beri. Değerli hemşerimiz Müslüm Üzülmez’in yeni yayınlanan ‘On Bin Yıllık Tarihin Tanığı: Hilar’ isimli yapıtının (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2009) “Sunu”sunu Zülküf’ün yazması hem çok iyi fikir, hem de geçmişin bize göz kırpmasıdır. Hilar’lı olana da bu yakışır zaten.
Hemen söylemeliyim: Kitabın kapağını çok beğendim. Sizlerin beğeneceğinizden de eminim. Fotoğraf mükemmel. Çünkü bir karede bütün Hilar köyünü, evlerini, şusunu busunu, çevresini, insanıyla, dağıyla, taşıyla, toprağıyla verebilmiş. Harika. Hilar’ın o beyaz taşları hemen belli oluyor. Renkler yerli yerinde. Biraz zorlasanız Fırat Nehri “Ben de işte tam şuradan çıkmak üzereyim” diyebilir. Ve çıkar! Kapak fotoğrafı Arkeoloji ve Sanat Yayınlarının sahibi Nezih Başgelen’in eseri. Üzülmez’in bana aktardığı bilgiye göre, “1970’li yıllarda kendisi çekmiş”. Kitabın içinde bir-iki fotoğrafı daha seyredilebilir.
Örnek alınacak bir yapıt
Arkeoloji ve Sanat Yayınları genel olarak araştırma ve kazı yapmış ünlü akedemisyenlerin ve iyi tarihcilerin yapıtlarını yayınlanmasıyla tanınıyor. Bu kez bu kural bir parça bozulmuş. İyi de olmuş: Ve ilk defa arkeolog veya tarihci olmayan birinin çalışması okuyuculara sunuluyor. İyi eser yerini böylece buluyor. İyi eser çünkü yerel tarih alanındaki en iyilerden biri. Mutlaka örnek alınacak, örnek verilecek bir yapıt.
Tarih yazmak, tarih yazmak için kaynak bulmak ve benzeri kimi zorluklar göz önüne alınırsa ve hele bu işin kimi durumlarda yoktan var etmek gibi bir gayret gerektirdiği de bilinirse Müslüm Üzülmez’in çabası ancak anlaşılabilir. Hilar üzerine bir kitap hazırlamak, yazmak ve yayınlamak öyle kolay iş değil çünkü. Kaynakları bulmak, onları taramak, sıkı bir elekte elemek, yeni kaynaklar yaratmak, evet evet yeni kaynaklar yaratmak, Hilar’ı bilen ve orada yaşayan insanlarla söyleşiler yapıp bunu eserine ekmeğe peynir gibi katık yaparcasına katmak, hüner ister. Müslüm Üzülmez bu konuda usta olduğunu, akıl almaz, öyle her babayiğidin yapamayacağı bir işi gerçekleştirerek daha önce gösterdi: Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş isimli dev eserini kendi olanaklarıyla yayınlayıp sunarak. Ergani’ye ve hemşerilerine Müslüm Üzülmez kadar katkı sunan insan da az bulunur. Her kentin, her kasabanın her köyün mutlaka bir Müslüm Üzülmez’e ihtiyacı vardır diyorum. Yerel tarihin yazımı, yerel ve bölgesel zenginliklerin tanıtımı için. Ancak o zaman yerelden evrensele doğru yol almak mümkün olabilir.
Hilar’ın kayalıklarını konuşturuyor
Yazar tarih yazmaktaki zorluklara bizzat değiniyor. Tarihin ne anlama geldiğine ve nasıl iyi bir tarih kitabı yazılacağına da. (s. 32 vd.) Buraya birkaç satırını aynen almak istiyorum: “Bizler için üzücü ve acı olan, Hilar’ın yazının henüz bilinmediği dönemini, yazının kullanıldığı döneme oranla daha fazla bilmemizdir. Diğer bir önemli olay da, ancak yazılı kanıt varsa tarihten söz edilebileceği yanılgısı içerisinde olmamızdır. Collingwood’un dediği gibi; “Tarihçilerin kanıt olarak kullanabileceği her şey kanıttır”. Tarih yazarı anıtları, tapınakları, mağaraları, kayaları, yani uzun sözü kısası taşı ve toprağı “konuşturmasını” bilmeli. Nitekim yazar Hilar’ın insanları yanında, mağaralarını, mahzenlerini ve kayalıklarını da “konuşturuyor”… Ve tarihin önemini şu satırlarla vurguluyor: “İnsanın ne yaptığı ve insanın ne olduğu tarihle öğrenilir. Sırlarını gizleyen Hilar’ın sırlarını gün yüzüne çıkarttığımızda tarihimiz biraz daha aydınlanacaktır. Her halk ancak yalandan arındırılmış bir tarihle yol alır”.
‘Tarihin şafağında Hilar vardır’
Müslüm Üzülmez yapıtında “Hilar’ın Adının Kökeni ve Anlamı” başlıklı bölümde, baş vurduğu kaynaklarda bu meseleye ilişkin bilgileri ince eleyip sık dokuyarak, elde ettikleriyle okuyucuyu aydınlatıyor. Kısa bir alıntıyla durumu dikkatinize, bu vesileyle yazarın metodunu da ilginize sunmak istiyorum: “Tarihin şafağında Hilar vardır. (…) Hilar, hem kayalıkların, hem mağaraların, hem Çayönü’nü de içine alan bugünkü köyün ortak adıdır”. Bundan sonra yazar Hilar adının açıklanmasına başlıyor: Değişik kaynaklardakileri tek tek sıraladıktan sonra şunu yazıyor ve kanımca doğrusu da bu olmalı: “Hil-ar, Hil-um’dan geliyor. Hil-um ise tahıl tanesinin filiz verilen uç kısmı demek. HİL kökü -UM eki yerine -AR eki aldığında HİL-AR olmakta”. Böylece yazar şu sonuca ulaşıyor: “Bu verilerden hareket edersek: Buğday, ekmek ve tarım Hilarlıların yaşamında çok önemli olduğundan; tahıl tanelerinin ucuna HİL-UM denilmesi ve sonradan -UM eki yerine -AR ekinin HİL’e eklenerek HİLAR’a dönüştürülmesinden daha doğal ne olabilir diye düşünebiliriz. Çayönü kazılarından biliyoruz: Buğdayın ilk ekildiği, ekmeğin fırında ilk pişirildiği yer Hilar’dır. Tarım bol olunca, altın taneli buğday başakları ışıltıyla salınınca, neslin devamı ve güçlü olmak için nur topu gibi bir erkek çocuk doğmuşsa şenlik düzenlenmez mi, insanlar neşeli olmaz mı?” Yazar “Hillaria (Neşe)” sözçüğüne de atıfta bulunuyor ve “Hillaria (Neşe) adlı gün ise 1 Nisan’dır. Bugün ‘1 Nisan şakası’ olarak bildiğimiz günün kökeninde Hillaria vardır” diyor.
Evet bizde bu işler böyledir kardeşlerim: İdari veya tüzel bir düzenlemeyle on bin yıllık tarihi sil-mek arzusu önüne geçilemez bir arzudur “yukarılarda”. Ama yürümüyor işte! Tamam da bunu herkes anlıyor mu? Duyuyor mu? Meçhul. Ama Hilar ve tarihi artık meçhul değil. Ve bu boşluğu doldurmak için göz nuru döken, alın terini akıtan, dirsek çürüten değerli Erganili Müslüm Üzülmez’e borcumuz biraz daha artmıştır. Herkese, en başta tarih, toplumsal tarih ve yerel tarih meraklılarına ve bilhassa öncelikle Hilarlılara ve Erganililere duyurulur.
20 Haziran 2009
http://www.yeniozgurpolitika.org