Yerel tarihin iyisi: Hilar… Hilar

okuma süresi: 9 dk.

M. Şehmus Güzel

1965 yaz dinlencesindeyiz. Ergani’de. Bir yıl öncesinde İstanbul ve Ankara’daki değişik fakültelerin giriş sınavını kazanmış ve ilk ders yılını idrak etmiş «Ergani’nin medar-iftiharı» biz gençler, yani Şeref Yıldız, Zeki Sezer, Zülküf Güneli ve bendeniz kulunuz, dinlence vesilesiyle biraraya gelmenin tadını çıkarmak için Hilar Çayı tarafına gidiyoruz. Bizden birkaç yaş büyük ama gönlü hep bizimle olan amcamoğlu Ali Güzel ağabeyimiz de bizimle. Hilar’a gidenin içli köftesi veya çiğ köftesi eksik olmamalı. Peyniri, isotu, domatesi, fetir ekmeği, yoğurdu, şusu busu da. Ve bilhassa «kırmızısı» da. Eh o günlerde devlet fabrikalarında üretilen iyi şaraplar bize gelene kadar bittiği ve hep avucumuzu yaladığımız için, Doşo Hanifi’nin gözünü sevdiğim tahta fıçılardaki kaçak şarabının kapısını çalmaktan başka çaremiz de kalmıyordu. Ergani’de kaçak şarap üreten ve ürettiği şarabı müşterisinin isteğine göre yarım veya tam rakı şişelerine doldurup 50 kuruşa veya 1 liraya satan (Evet evet o zamanlar bu olasıydı kardeşlerim) hemşerimiz Doşo Hanifi deyip de geçemeyiz öyle: O Ergani’nin binlerce yıllık sevimli insanları Ermenilerden sonra kasabamızda en iyi şarap yapanlardandı(r). Şarabını da öyle her gelene satmaz(dı). Bilmek, tanımak lazım. Neme lazım dememek gerek. Doşo Hanifi ustaydı bu işlerde. Adamını gözünden, yok olmadı bu, kokusundan tanırdı. Artık ne kokusu diye sormayın lütfen. Doşo namlıydı. Onun tahta fıçılarda yaptığı şarapların namı ve hele kokusu ve rengi vakt-i zamanında Diyarbakır’da askeri ve sivil hava alanını yapmakta olan Fransızları bile mest etmişmiş. Vay anasını! (Burada vişşş ana deyip değerli hemşerimiz Udi Yervant’ı anmak ta mümkün.) Anlatanın yalancısıyım. Bizim içtiğimiz pardon ne içmesi kardeşlerim içmek için satın aldığımız Doşo Hanifi marka şarabı ağzımıza götürebilmek için onu Hilar’da önce gözeden akan buz gibi suyla karıştırmamız mecburiydi. Yoksa içmek nâ-mümkündü. Hemen söylemeliyim, aramızda öyle işi abartan, çok içen ve hele hele serhoş (sarhoş değil serhoş) hiç olmazdı. Erganiliye yakışır mı? Yakışmaz. He lo doğri söylisen. Evet Hilar sefamız böyle güneşli ve neşeli öğleden sonralarımızın bir parçasıydı o günlerimizde. Yaz sıcağında güneş tepemize binerdi ve biz de onu tepemizden indirebilmek umuduyla kendimizi ağaçların daldasına atardık: Can havliyle. Mümkünü yok. Hilar’a gitmek fikrinin büyük olasılıkla Hilar doğumlu olan ama bütün çocukluğunu ve ilk gençliğini Ergani’de bizlerle, mahallede ve okulda geçiren, ama asla futbol sahasına gelmeyen (İki gözüm, canım ciğerim bir şut ta sen at deriz asla yanaşmaz, Ali Abe de öyleydi, hiç şut atmaz, hiç top oynamazdı), oysa evleri sahaya hakim tepede acaip çalımla kurum kurum kuruluyordu, kadim dost Zülo nam-ı diğer Zülküf Güneli’den çıktığından eminim. Hilar’ı H’den R’ye veya isterseniz a’dan z’ye bilen Zülküf, oldum olası yerinde duramayan en büyük gezginimizdir öteden beri. Değerli hemşerimiz Müslüm Üzülmez’in yeni yayınlanan On Bin Yıllık Tarihin Tanığı: Hilar isimli yapıtının (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2009) « Sunu»sunu Zülküf’ün yazması hem çok iyi fikir, hem de geçmişin bize göz kırpmasıdır. Hilar’lı olana da bu yakışır zaten.

Kitabın kapağını da çok beğendim. Sizlerin beğeneceğinizden de eminim. Fotograf mükemmel. Çünkü bir karede bütün Hilar köyünü, evlerini, şusunu busunu, çevresini, insanıyla, dağıyla, taşıyla, toprağıyla verebilmiş. Harika. Hilar’ın o beyaz taşları hemen belli oluyor. Renkler yerli yerinde. Biraz zorlasanız Fırat Nehri «Ben de işte tam şuradan çıkmak üzereyim» diyebilir. Kapak fotografı Arkeoloji ve Sanat Yayınlarının sahibi Nezih Başgelen’in eseri. Üzülmez’in bana aktardığı bilgiye göre, «1970’li yıllarda kendisi çekmiş.» Kitabın içinde bir-iki fotografı daha seyredilebilir.

Arkeoloji ve Sanat Yayınları genel olarak araştırma ve kazı yapmış ünlü akademisyenlerin ve iyi tarihçilerin yapıtlarını yayınlanmasıyla tanınıyor. Bu kez bu kural bir parça bozulmuş. İyi de olmuş: Ve ilk defa arkeolog veya tarihçi olmayan birinin çalışması okuyuculara sunuluyor. İyi eser yerini böylece buluyor. İyi eser çünkü yerel tarih alanındaki en iyilerden biri. Mutlaka örnek alınacak, örnek verilecek bir yapıt.

Tarih yazmak, tarih yazmak için kaynak bulmak ve benzeri kimi zorluklar göz önüne alınırsa ve hele bu işin kimi durumlarda yoktan var etmek gibi bir gayret gerektirdiği de bilinirse Müslüm Üzülmez’in çabası ancak anlaşılabilir. Hilar üzerine bir kitap hazırlamak, yazmak ve yayınlamak öyle kolay iş değil çünkü. Kaynakları bulmak, onları taramak, sıkı bir elekte elemek, yeni kaynaklar yaratmak, evet evet yeni kaynaklar yaratmak, Hilar’ı bilen ve orada yaşayan insanlarla söyleşiler yapıp bunu eserine ekmeğe peynir gibi katık yaparcasına katmak, hüner ister. Müslüm Üzülmez bu konuda usta olduğunu, akıl almaz, öyle her babayiğidin yapamayacağı bir işi gerçekleştirerek daha önce gösterdi: Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş isimli dev eserini kendi olanaklarıyla yayınlayıp sunarak. Emin olun bu öylesine yapılmış kolay övgü değil, bilenler biliyor, bilmeyenler ise adını andığım kitabı ellerine alıp şöyle bir «tartmalı», sonra içine bir göz atmalı. Ergani’ye ve hemşerilerine Müslüm Üzülmez kadar katkı sunan insan da az bulunur. Her kentin, her kasabanın her köyün mutlaka bir Müslüm Üzülmez’e ihtiyacı vardır diyorum. Yerel tarihin yazımı, yerel ve bölgesel zenginliklerin tanıtımı için. Ancak o zaman yerelden evrensele doğru yol almak mümkün olabilir.

Yazar tarih yazmaktaki zorluklara bizzat değiniyor. Tarihin ne anlama geldiğine ve nasıl iyi bir tarih kitabı yazılacağına da. (s. 32 vd.) Buraya birkaç satırını aynen almak istiyorum:

«Bizler için üzücü ve acı olan, Hilar’ın yazının henüz bilinmediği dönemini, yazının kullanıldığı döneme oranla daha fazla bilmemizdir. Diğer bir önemli olay da, ancak yazılı kanıt varsa tarihten söz edilebileceği yanılgısı içerisinde olmamızdır. Collingwood’un dediği gibi;’Tarihçilerin kanıt olarak kullanabileceği her şey kanıttır.’ Mağaraların, kalelerin, surların, kitabelerin, kabartmaların, şecerelerin, tapu kayıtlarının, heykellerin de tarihin birer tanığı, daha doğrusu bunların tarihin kendisi olduğunu düşünemememizdir. ‘Tarihsel tanıkların çeşitliliği hemen hemen sonsuzdur. İnsanın söylediği veya yazdığı her şey, imal ettiklerinin tümü, elinin değdiği her şey onun hakkında bilgi verebilir ve vermelidir.’»

Tarih yazarı anıtları, tapınakları, mağaraları, kayaları, yani uzun sözü kısası taşı ve toprağı «konuşturmasını» bilmeli. Nitekim yazar Hilar’ın insanları yanında, mağaralarını, mahzenlerini ve kayalıklarını da «konuşturuyor»…

Ve tarihin önemini şu satırlarla vurguluyor: «İnsanın ne yaptığı ve insanın ne olduğu tarihle öğrenilir. Sırlarını gizleyen Hilar’ın sırlarını gün yüzüne çıkarttığımızda tarihimiz biraz daha aydınlanacaktır.

Her halk ancak yalandan arındırılmış bir tarihle yol alır.»

Bu bakış açısından bakınca bu konuda mutlaka birçok şey daha eklenebilir.

Yazarın konu olarak seçtiği Hilar ne anlama geliyor? Tarihi önemi nedir? Böyle bir çalışmaya konu olmasını haklı kılacak nedenler var mıydı? İşte bir yazarı araştırmaya iten ilk sorular bunlar olabilir. Nitekim de öyle olmuş. Müslüm Üzülmez yapıtında «Hilar’ın Adının Kökeni ve Anlamı» başlıklı bölümde, baş vurduğu kaynaklarda bu meseleye ilişkin bilgileri ince eleyip sık dokuyarak titiz bir araştırma sonucunda elde ettiklerini okuyucuya aktararak bu konuyu aydınlatıyor. Kısa bir alıntıyla durumu dikkatinize, bu vesileyle yazarın metodunu da ilginize sunmak istiyorum:

«Tarihin şafağında Hilar vardır.

(…)

Hilar, hem kayalıkların, hem mağaraların, hem Çayönü’nü de içine alan bugünkü köyün ortak adıdır. Hilar’ın bir tepesi olan Çayönü, kazılarıyla dünya kültür tarihine adını yazdırmış, ama Hilar’ın kendisi, mağara ve kabartmaları, Çayönü’nün gölgesinde kalmıştır. Şimdi mağara, mahzen ve kabartmalarıyla tarihini olduğu kadar, adının aydınlatılmasını da beklemektedir.»

Bundan sonra yazar Hilar adının açıklanmasına başlıyor: Değişik kaynaklardakileri tek tek sıraladıktan sonra şunu yazıyor ve kanımca doğrusu da bu olmalı:

«Hil-ar, Hil-um’dan geliyor. Hil-um ise, tahıl tanesinin filiz verilen uç kısmı demek. HİL kökü -UM eki yerine -AR eki aldığında HİL-AR olmakta.»

Böylece yazar şu sonuca ulaşıyor:

«Bu verilerden hareket edersek:

Buğday, ekmek ve tarım Hilarlıların yaşamında çok önemli olduğundan; tahıl tanelerinin ucuna HİL-UM denilmesi ve sonradan -UM eki yerine -AR ekinin HİL’e eklenerek HİLAR’a dönüştürülmesinden daha doğal ne olabilir diye düşünebiliriz. Çayönü kazılarından biliyoruz: Buğdayın ilk ekildiği, ekmeğin fırında ilk pişirildiği yer Hilar’dır. Tarım bol olunca, altın taneli buğday başakları ışıltıyla salınınca, neslin devamı ve güçlü olmak için nur topu gibi bir erkek çocuk doğmuşsa şenlik düzenlenmez mi, insanlar neşeli olmaz mı?»

Yazar «Hillaria (Neşe)» sözçüğüne de atıfta bulunuyor ve «Hillaria (Neşe) adlı gün ise 1 Nisan’dır. Bugün ‘1 Nisan şakası’ olarak bildiğimiz günün kökeninde Hillaria vardır.» diyor.

Burada aklıma hemen Fransızcaya Latince «hilaris »den miras «hilare » (hilar olarak okunur) ve «hilarité” (Latince hilaritas’den. Hilarite biçiminde okunur) sözçükleri geliyor. Şenşakrak, çok neşeli olmak anlamlarında…

Müslüm Üzülmez bu konuda şu bilgileri de ekliyor :
«Edindiğim bilgilere göre, Hilar Ermenicede Khigar şeklinde yazılıyor ve Türkçe Hiğhar, Kürtçe Hixar okunuyor. Sözcük olarak akıllı, bilge anlamını taşıyor, ama bu akıllı olmada, bu bilgelikte biraz kurnazlık var.

Ermeni edebiyatının mizah ustası Hagop Baronyan, Hilar (Bilge) adlı gazetede de yazılar yazmıştır.»

Peki Hilar ismi bugün ne ifade ediyor? Gelin eğlenceli bir alıntıyla bu işi bağlayalım:

«Hilar’ın yeni adı: Sesveren Pınar’dır.

Bu ad resmî evrakların dışında pek kullanılmaz; mülki idarenin haricinde kimsenin içine sinmemiştir. Hiçbir Hilarlı ve Erganili, resmî olmayan bir yerde ‘Sesveren Pınar’ adını ağzına almaz!..»

Evet bizde bu işler böyledir kardeşlerim: İdari veya tüzel bir düzenlemeyle on bin yıllık tarihi sil-mek arzusu önüne geçilemez bir arzudur «yukarılarda». Ama yürümüyor işte! Tamam da bunu herkes anlıyor mu? Duyuyor mu? Meçhul. Ama Hilar ve tarihi artık meçhul değil. Ve bu boşluğu doldurmak için göz nuru döken, alın terini akıtan, dirsek çürüten değerli Erganili Müslüm Üzülmez’e borcumuz biraz daha artmıştır. Herkese, en başta tarih ve yerel tarih meraklılarına ve bilhassa öncelikle Hilarlılara ve Erganililere duyurulur.

04 Haziran 2009
http://www.koxuz.org/anasayfa/node/3376
http://www.insanokur.org/?p=9389
http://www.kritize.net

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.