M. Şehmus Güzel
Arkeoloji ve Sanat Yayınları genel olarak araştırma ve kazı yapmış ünlü akedemisyenlerin ve iyi tarihçilerin yapıtlarını yayınlanmasıyla tanınıyor. Bu kez bu kural bir parça bozulmuş. İyi de olmuş. İlk defa arkeolog veya tarihçi olmayan birinin çalışması okuyuculara sunuluyor. Değerli hemşehrimiz Müslüm Üzülmez’in ‘On Bin Yıllık Tarihin Tanığı: Hilar’ adlı çok önemli bir kitabı Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından yayımladı. Kitabın sunu yazısını ise Hilar’ı a’dan z’ye bilen Zülküf Güneli yazmış. Üzülmez’in kitabına sunu yazması ise hem çok iyi fikir, hem de geçmişin bize göz kırpmasıdır. Hilarlı olana da bu yakışır zaten. İyi eser yerini böylece buluyor. İyi eser çünkü yerel tarih alanındaki en iyilerden biri. Mutlaka örnek alınacak, örnek verilecek bir yapıt.
Tarih yazmak, tarih yazmak için kaynak bulmak ve benzeri kimi zorluklar göz önüne alınırsa ve hele bu işin kimi durumlarda yoktan var etmek gibi bir gayret gerektirdiği de bilinirse sevgili hemşehrimizi Müslüm Üzülmez’in çabası daha iyi anlaşılabilir. Hilar üzerine bir kitap hazırlamak, yazmak ve yayınlamak öyle kolay iş değil çünkü. Kaynakları bulmak, onları taramak, sıkı bir elekte elemek, yeni kaynaklar yaratmak, Hilar’ı bilen ve orada yaşayan insanlarla söyleşiler yapıp bunu eserine ekmeğe peynir gibi katık yaparcasına katmak, hüner ister. Müslüm Üzülmez bu konuda usta olduğunu, akıl almaz, öyle her babayiğidin yapamayacağı bir işi gerçekleştirerek daha önce gösterdi: ‘Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş’ isimli dev eserini kendi olanaklarıyla yayınlayıp sunarak. Emin olun bu öylesine yapılmış kolay övgü değil, bilenler biliyor, bilmeyenler ise adını andığım kitabı ellerine alıp şöyle bir ‘tartmalı’, sonra içine bir göz atmalı.
Yerel tarih yazımı
Ergani’ye ve hemşehrilerine Müslüm Üzülmez kadar katkı sunan insan da az bulunur. Her kentin, her kasabanın her köyün mutlaka bir Müslüm Üzülmez’e ihtiyacı vardır diyorum. Yerel tarihin yazımı, yerel ve bölgesel zenginliklerin tanıtımı için. Ancak o zaman yerelden evrensele doğru yol almak mümkün olabilir. Yazar tarih yazmaktaki zorluklara bizzat değiniyor. Tarihin ne anlama geldiğine ve nasıl iyi bir tarih kitabı yazılacağına da. Buraya birkaç satırını aynen almak istiyorum: “Bizler için üzücü ve acı olan, Hilar’ın yazının henüz bilinmediği dönemini, yazının kullanıldığı döneme oranla daha fazla bilmemizdir. Diğer bir önemli olay da, ancak yazılı kanıt varsa tarihten söz edilebileceği yanılgısı içerisinde olmamızdır. Collingwood’un dediği gibi; ‘Tarihçilerin kanıt olarak kullanabileceği her şey kanıttır.’ Mağaraların, kalelerin, surların, kitabelerin, kabartmaların, şecerelerin, tapu kayıtlarının, heykellerin de tarihin birer tanığı, daha doğrusu bunların tarihin kendisi olduğunu düşünemememizdir. ‘Tarihsel tanıkların çeşitliliği hemen hemen sonsuzdur. İnsanın söylediği veya yazdığı her şey, imal ettiklerinin tümü, elinin değdiği her şey onun hakkında bilgi verebilir ve vermelidir.’ Tarih yazarı anıtları, tapınakları, mağaraları, kayaları, yani uzun sözün kısası taşı ve toprağı ‘konuşturmasını’ bilmeli. Nitekim yazar Hilar’ın insanları yanında, mağaralarını, mahzenlerini ve kayalıklarını da ‘konuşturuyor’… Ve tarihin önemini şu satırlarla vurguluyor: ‘İnsanın ne yaptığı ve insanın ne olduğu tarihle öğrenilir. Sırlarını gizleyen Hilar’ın sırlarını gün yüzüne çıkarttığımızda tarihimiz biraz daha aydınlanacaktır. Her halk ancak yalandan arındırılmış bir tarihle yol alır.’
‘Hilar’ın anlamı nedir?
Bu bakış açısından bakınca bu konuda mutlaka birçok şey daha eklenebilir. Yazarın konu olarak seçtiği Hilar ne anlama geliyor? Tarihi önemi nedir? Böyle bir çalışmaya konu olmasını haklı kılacak nedenler var mıydı? İşte bir yazarı araştırmaya iten ilk sorular bunlar olabilir. Nitekim de öyle olmuş. Müslüm Üzülmez yapıtında, ‘Hilar’ın Adının Kökeni ve Anlamı’ başlıklı bölümde, baş vurduğu kaynaklarda bu meseleye ilişkin bilgileri ince eleyip sık dokuyarak titiz bir araştırma sonucunda elde ettiklerini okuyucuya aktararak bu konuyu aydınlatıyor. Kısa bir alıntıyla durumu dikkatinize, bu vesileyle yazarın metodunu da ilginize sunmak istiyorum: ‘Tarihin şafağında Hilar vardır. (…) Hilar, hem kayalıkların, hem mağaraların, hem Çayönü’nü de içine alan bugünkü köyün ortak adıdır. Hilar’ın bir tepesi olan Çayönü, kazılarıyla dünya kültür tarihine adını yazdırmış, ama Hilar’ın kendisi, mağara ve kabartmaları Çayönü’nün gölgesinde kalmıştır. Şimdi mağara, mahzen ve kabartmalarıyla tarihini olduğu kadar, adının aydınlatılmasını da beklemektedir.
Bundan sonra yazar Hilar adını açıklamaya başlıyor. Değişik kaynaklardakileri tek tek sıraladıktan sonra şunu yazıyor ve kanımca doğrusu da bu olmalı: ‘Hil-ar, Hil-um’dan geliyor. Hil-um ise, tahıl tanesinin filiz verilen uç kısmı demek. HİL kökü -UM eki yerine -AR eki aldığında HİL-AR olmakta.’ Böylece yazar şu sonuca ulaşıyor: ‘Bu verilerden hareket edersek; Buğday, ekmek ve tarım Hilarlıların yaşamında çok önemli olduğundan; tahıl tanelerinin ucuna HİL-UM denilmesi ve sonradan -UM eki yerine -AR ekinin HİL’e eklenerek HİLAR’a dönüştürülmesinden daha doğal ne olabilir diye düşünebiliriz. Çayönü kazılarından biliyoruz: Buğdayın ilk ekildiği, ekmeğin fırında ilk pişirildiği yer Hilar’dır. Tarım bol olunca, altın taneli buğday başakları ışıltıyla salınınca, neslin devamı ve güçlü olmak için nur topu gibi bir erkek çocuk doğmuşsa şenlik düzenlenmez mi, insanlar neşeli olmaz mı?’
Hillaria 1 Nisan’dır.
Yazar ‘Hillaria’ (Neşe) sözcüğüne de atıfta bulunuyor ve ‘Hillaria’ (Neşe) adlı gün ise 1 Nisan’dır. Bugün ‘1 Nisan şakası’ olarak bildiğimiz günün kökeninde Hillaria vardır’ diyor. Burada aklıma hemen Fransızca’ya Latince ‘hilaris’den miras ‘hilare’ (hilar olarak okunur) ve ‘hilarite’ (Latince hilaritas’den. Hilarite biçiminde okunur) sözçükleri geliyor. Şenşakrak, çok neşeli olmak anlamlarında… Müslüm Üzülmez bu konuda şu bilgileri de ekliyor: ‘Edindiğim bilgilere göre, Hilar Ermenice’de Khigar şeklinde yazılıyor ve Türkçe Hiğhar, Kürtçe Hixar okunuyor. Sözcük olarak akıllı, bilge anlamını taşıyor, ama bu akıllı olmada, bu bilgelikte biraz kurnazlık var. Ermeni edebiyatının mizah ustası Hagop Baronyan, Hilar (Bilge) adlı gazetede de yazılar yazmıştır.’ Peki Hilar ismi bugün ne ifade ediyor? Gelin eğlenceli bir alıntıyla bu işi bağlayalım: ‘Hilar’ın yeni adı: Sesveren Pınar’dır. Bu ad resmî evrakların dışında pek kullanılmaz; mülki idarenin haricinde kimsenin içine sinmemiştir. Hiçbir Hilarlı ve Erganili, resmî olmayan bir yerde ‘Sesveren Pınar’ adını ağzına almaz!..’ Evet bizde bu işler böyledir kardeşlerim: İdari veya tüzel bir düzenlemeyle on bin yıllık tarihi silmek arzusu önüne geçilemez bir arzudur ‘yukarılarda.’ Ama yürümüyor işte!.. Tamam da bunu herkes anlıyor mu? Duyuyor mu? Meçhul. Ama Hilar ve tarihi artık meçhul değil. Ve bu boşluğu doldurmak için göz nuru döken, alın terini akıtan, dirsek çürüten değerli Erganili Müslüm Üzülmez’e borcumuz biraz daha artmıştır. Herkese, en başta tarih ve yerel tarih meraklılarına ve bilhassa öncelikle Hilarlılara ve Erganililere duyurulur.
***
İnsanlığın ilk yerleşim yeri
Dicle Nehri’ne 10 kilometre uzaklıktaki Zülküf Dağı’nın eteğine kurulmuş Diyarbakır’ın en önemli ilçelerinden biri olan Ergani yakınlarındaki Hilar harabeleri ve Çayönü insanlığın yerleşik hayata geçtiği ilk yerlerden biri. Tarihi, Neolitik Çağ’a kadar uzanan Hilar ve Çayönü’nde 1964’ten beri yapılan kazılarda, Mezopotamya’nın en eski köy yerleşimi ortaya çıkarıldı. Çayönü tepesinde ortaya çıkarılan yerleşim yerleri ve buluntular Ergani’nin tarihinin 10 bin yıl öncesine kadar uzandığını ortaya koyuyor. Buradaki buluntuların M.Ö. 7500 ile 6250 yılları arasına ait olduğu ve yörenin ilk insanlarınca kullanıldığını ortaya koymakla beraber Taş ve Tunç devrini içeren üç kültür evresi yaşamıştır. Çayönü’nün en bilinen yapısı ‘kafatası binasıdır’ (Skull Buildingi).
Polonyalı gezgin Simeon bu binadan mucize yaratan eski bir mabet diye bahseder. Tarih boyunca Akanya, Erkenin, Erkanikana, Yanari, Zülkerneyn, Arsenia, Urhana ve Aşot adlarıyla bilinen Ergani’nin adı Wermeni’nin eserlerinde Argını, çivi yazılı kaynaklarda Arsinia, Peutinger tabletlerinde Arsenia olarak geçmektedir. Mezopotamya kültürünün halen izlerinin bulunduğu bölgede çok sayıda eser ise bugünlere güçlükle ulaşabilmiştir. Ergani yakınında Kolat Dağı yamacındaki bugün yıkıntı halinde bulunan Ergani kalesi bunlardan sadece biridir.
13 Haziran 2009
http://dengegel.com/file.php?f=3005# de
Ve
http://www.gundem-online.com da ve sonrasında başta birçok sitede yayınlanmıştır.