M. Şehmus Güzel
«Uçurumu sevenlerin kanatları olmalıdır.» Nietzsche
Müslüm Üzülmez 1950’de Ergani’de doğdu. Hemşerimdir. Hatta neredeyse akrabamdır. Benden iki veya üç yaş küçük kardeşlerimle arkadaştır.
Aynı yollarda yürümüş, şirin, sakin, görmüş ve geçirmiş, bilge kasabamızın tozlu küçelerinden geçmişiz. Ayrı zaman dilimlerinde belki ama aynı coğrafyada hep. Aynı pınarlardan su içmişiz, aynı ağaçlardan erik, elma, armut, dut, nar, kaysı, çağla, dağdağan, badem, ceviz, böğürtlen, aluç yemişiz. Aynı günlerde bağbozumu yapmış, nazlı ve dolgun üzüm salkımlarını özenle dalından koparmış, tadına bakmış, şıra, pekmez, pestil, sucuk yapmışız. Analarımız, nenelerimiz, bacılarımız, teyze ve halalarımız, teyze ve hala ve amcalarımızın kızları yapmış biz seyretmiş ve yemişiz. «Kadınlarımız bizim kadınlarımız» aynen böyledir çünkü.
Ortak dostlarımız var. Ortak mihenk taşlarımız da…
Bakın örneğin ilkokul öğretmenlerinden Zülküf Bozkurt eniştemdir. Niğar Abla’mın mutlu kocası, çocuklarının sevecen babası. Yoldaş Koçero isimli anılar toplamında Üzülmez’in sözünü ettiği birçok kişi ya çok yakın akrabamdır, ya hemşerimdir, ya da yakın dostum. Tahsin Güzel Abem sırası gelince anılarda yerini alıyor ve Ankara’nın okumuş yazmış gençlerine katkısını esirgemiyor. O günlerde Tahsin Abemle birlikte çalışan kardeşim Kahraman Gündüz Güzel de pek uzaklarda sayılmaz. Ve bu böyle akıp gider. Müslüm Üzülmez’in siyasi tercihinin somutlaştırılmasında rol oynayan dost Şeref Yıldız çocukluk arkadaşımdır. Evet kardeşlerim, burada ismi geçenlerin hepsi, Erganilidir. Ergani’nin bir özelliği olmalı diyorum. Mutlaka bir özelliği olmalı.
Erganililer her şeyi, çok şeyi gizlemeyi bilirler belki ama Diyarbakır aşkını asla. İşte Müslüm Üzülmez kardeşim de bu kadim kente, sırlarını surlarına saklayan, yüzünü Dicle’den başka tarafa çevirmeyen dev kente aşkını dillendiriyor, gelin birlikte okuyalım bu birkaç satırı, Eylül ayıdır tam da zamanıdır:
«Eylül sabahlarının Diyarbakır’da büyüleyici bir güzelliği vardır. Güneş daha ışıklarını surlara vurmadan kentte canlanma başlar. Dicle’nin akışı bir başka nazlı olur. Güneşin doğuşuyla Dicle’nin, insanların, serçelerin, arabaların çeşitli tonlardaki sesleri ve bilcümle nesnenin hareketi dalga dalga yayılır kente.» (s. 84).
Kasım 2011’de 61 yaşını dolduracak olan Müslüm Üzülmez bu kitabına otuzbeş-kırk yaşına sığdırma başarısını gösterdiği bin bir anıyı alıyor. Bu anılar sadece onun kişisel yaşamını değil 1970’lerden 1980’lerin sonuna ülkemizin siyasi yaşamını ve çalkalanmalarını yansıtıyor. Anlatılan aynı amanda bizim de hayat hikayemizdir, bizim de hayat hikayemizin dilimleridir, umutlu ve zorlu yıllarıdır. Evet bunlar zorlu yıllardır. «Fırtınalı yıllar»dır. Hele bir de Türkiye Komünist Partisi (TKP) militanı, üyesi ve sorumlusuysanız. Üzülmez de Şeref Yıldız, Fevzi Karadeniz gibi Erganilidir ve onlar gibi TKP içinde ciddi görevler üstlenmiş bir siyasetçidir. O yıllardaki siyasi faaliyetlerini belli ölçüler içinde aktarıyor. Aktarmakla yetinmiyor ama. TKP’deki siyasi meseleleri kimseyi incitmemeye çabalayarak irdeliyor. Evet son derece kibarca ve kimseyi ismini vererek üzmeden, kimi eleştiri ve saptamalarını sıralıyor: Sayfa 85, 86, 88, 134, 180, 187, 208, 214, 219, 222 ve daha başka yerlerde bu konuda epey önemli not bulunuyor. Bu konularda, ve aynı dönemde, TKP’nin işleyişini başka yönleriyle ve zaman zaman ayrıntılı bir biçimde görebilmek için Şeref Yıldız’ın Fırtına’da Yürüyüş (TÜSTAV Yayınları, «Sarı Defter» dizisi, İstanbul, 2008) ve Fevzi Karadeniz’in Eski Zamanlar (Pencere Yayınları, İstanbul, 2001), Yaralı Zamanlar (Belge Yayınları, İstanbul, 2010) isimli çalışmalarını Üzülmez’in kitabıyla birlikte okumak yararlı olabilir. Şeref Yıldız’ın kitabı özellikle TKP’nin sendikalarla ilişkilerini, İstanbul ve çevresi başta, araştırmak, öğrenmek ve irdelemek isteyenler için ihmal edilmemesi gerekli bir kaynaktır. O da imrenilecek derecede özenle ve hiç kimseyi üzmemeye çabalayarak aktarıyor anılarını. Fevzi Karadeniz’inki de özellikle Diyarbakır ve yakın çevresindeki ilişkiler için zarurî. Burada TKP çalışmaları için özel bir kaynakça sunmayacağım, bu konudaki bir denememi daha önce «Kitap sevgisi» başlıklı makalemde sundum. Bu makale, başta insanokur.org sitesinde, birçok yerde yayınlandı. Bu konulara meraklı dostların işine yarayabilir diye burada anımsatmak istedim sadece. Müslüm Üzülmez kendi dönemine ve yaşadıklarına ilişkin birkaç kaynak daha öneriyor: Kitabın değişik sayfalarında ve 188. sayfanın dipnotlarında.
Kendi yapıtında, Üzülmez’in TKP ile tanışmasını, Şeref Yıldız’ın önerisiyle TKP üyesi olmasını, Ergani’de, Diyarbakır’da ve çevresindeki parti faaliyetlerini, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasındaki çalışmalarını (Örneğin «Kasım 1980’de Ergani’de 50-60 kişiyle çınar ve ceviz ağaçlarının altında toplantı» yapılması, s. 85), 7 Ekim 1982’de İstanbul’da epey garip bir biçimde, apaçık şansız bir rastlantı sonucu yakalanmasını, başa bela ve on beş gün süren Gayrettepe’deki «gözaltını», ne gözaltısı be resmen rezilliği, Diyarbakır’a gönderilmesini, Diyarbakır’daki akıl almaz, dünya ve insanlık dışı yaklaşık yetmiş günlük «gözaltını», rezilliği evet, ve zindanını, zindandaki baskıları ve mücadeleleri okuyoruz. Okumakta zorlansak bile, çünkü bu kadar insanlık ötesi bir muamele hiç bir yerde olmaz denilen dönemler yaşanırken. Bizde değil elbette başka mekanlarda. İtin ite, çakalın çakala işkence yaptığını gören yoktur ama insanın insana işkence yaptığını ise duymayan kalmadı. Hele Diyarbakır’da. Bu zindan günleri neresinden bakılırsa bakılsın, yapanlar için, emir verenler için, dönemin yetkilileri için, devlet için koskocaman bir yüz karasıdır. Orada işkence yapan, dayak atan, insanlıktan çıkarılanların veya çıkanların bugün nerede veya nerelerde olduğunu da merak etmiyor değilim. Üzülmez kitabının sonunda bunlardan birinin feci sonunu aktarıyor. Bu bir örnek ve üzülmemek elde değil her şeye karşın. Ya öbürleri ne oldu? Ya öbürleri ne yaptılar daha sonra? Bugün ne yapıyorlar? Bunların da bir gün anlatılacağını umuyorum.
Üzülmez’in anıları, inançlı ve inanmış, onurlu ve kural sahibi bir insanın, evet burada altını çizmek lazım İNSANIN, bütün belalara rağmen YAŞAYABİLECEĞİNİ bir kez daha ispatlıyor. Bu açıdan da bu yaşam örneğinin bilinmesinde yarar var.
Üzülmez’in anıları Erganili bir çocuğun yolunu nasıl bulduğunu, bu yolda nasıl yürüdüğünü öğrenmek açısından da okunmayı hak ediyor. Bir çocuğun inanç oluşumunda okuduklarının, ailesinin, yakın akrabalarının (Müslüm Üzülmez için dayısı Nurettin Değirmenci’nin), çevresinin rolünü böylece bu örnekte a’dan z’ye öğrenebiliyoruz. Yazar bunu sayfa 21-22’de bizzat yapıyor. Bu iki sayfada anlattıklarına sayfa 33, 39-40 ve birkaç yerdeki bilgileri daha ekleyince çocuğun inanç oluşumu, bu oluşumdaki etkenler, rolleriyle birlikte, ortaya çıkıyor.
Anılar toplamında baştan sona dikkat çeken olgulardan biri hemşeriliğin, burada Erganililiğin ve Üzülmez’in ana tarafından Çermikli olması (Ergani’ye 35 kilometrecik yakınlıktadır) nedeniyle Çermikliliğin, birçok aşamada belirleyiciliğidir. Yaşamının birçok diliminde Üzülmez’e yardım elini uzatan POL-DER üyesi, bir ara Tuncay Mataracı’nın koruma görevini üstlenen hemşeri polis Nadir Akyıldız örneği alınabilir. Yeri gelmişken eklemeliyim: Siyasi eylemleri vesilesiyle yaşamı boyunca polisle köşe kapmaca oynayan yazarın karşısına zaman zaman son derece ilginç ve haydi sözümüzü esirgemeyelim namuslu polislerin de çıkmış olmasıdır. Bu bağlamda Diyarbakır’daki komşusu «Kilisli polis» örnek verilebilir: «Karakolda arkadaşlara kefil olan» (s. 67-69) ve «yoluma çıkıp beni uyaran» (s. 90-91) hep bu Kilisli polistir. Yazar da onu unutmuyor ve gerekeni kitabında da yapıyor-yazıyor. Okunmalı bu satırlar mutlaka. Polisle köşe kapmaca oynayanların polislik eğlenceli hikayeleri de olur. Müslüm Üzülmez de «Aziz Nesin’lik» böyle bir öyküyü okuyucularıyla paylaşıyor: s. 104’te: Harika ve soğukkanlı olmanın yararlarını ispatlayan bir örnek. Başka polisler ve başka öyküler de var elbette… Bu vesileyle burada bir de Kastamonulu «Cesur Çavuşu» anmak isterim: Bu delikanlı öyle bir insandır ki «en zor koşullarda kendini riske atarak öğretmeninin en yakın arkadaşlarından birini koruyarak, dayanışmanın en güzel örneğini» sergilemiştir. Nasıl mı? Kitapta sayfa 153-154’te. Buna benzer birkaç hikaye daha biliyorum: Buca Hapishanesi’nde yaşananlardan… Yani hiç beklenmeyen bir anda, insanlığın girmesinin yasaklandığı bir mekanda, bakarsınız bir gelincik açar, bir gül yüzünü size çevirir, kapalı pencereden bir dal uzanır, bir kuş sizin için öter, bir türkü duyarsınız. Ferahlarsınız ve içinizdeki ses «DAYAN, der, İNSANLIK HENÜZ ÖLMEDİ!» Güç alırsınız. Dayanma ve mücadele şevkiniz çoğalır. Büyük İnsanlık için çalışmanın önemini bir kez daha duyarsınız. Bu da size yeter: Yıllar boyunca.
Hemşerilik Üzülmez’in siyasi çalışmalarında da belirleyici öğelerden biridir. TKP’li olmasını öneren ve onu partili yapan Şeref Yıldız’ı daha önce andım. Fevzi Karadeniz’i de. Başkaları da var. Daha önemlisi bizzat yazar kendisi de hemşerilik bağlarıyla bağlı olduğu çevresinden birçok kişiyi partisine alıyor: Sempatizan veya üye olarak. Kardeşlerinden Ali Haydar Üzülmez TKP’de önemli görev üstlenen sıkı bir komünist oluyor örneğin. Birçok hemşerisi de.
Evet yaşamının değişik anlarında ve birçok mekanda Erganililer karşısına çıkıyorlar, yardımdan kaçınmıyorlar. Avrupaî siyasetbilimcilerin ve avrupaî siyasetbilimcilerin ezbercisi şarkî siyasetbilimcilerin ihmal ettikleri, bilemedikleri, bilmemezlikten geldikleri bir arkadaş grubunun, hemşeriliğin siyasette belirleyiciliğini bu örnekte TKP bünyesinde görüyoruz.
Elbette bir insanın mayası da, ortak paydası da son derece belirleyicidir. Bu mayada anamızın ve babamızın rolü asla yadsınamaz. Müslüm Üzülmez bu açıdan çok şanslı diyebilirim. Dedim bile. Aile içi saygı, birlik ve dayanışma tutkusu onun yaşamından hiç eksik olmadı: Nenelerinde ve dedelerinde, hele anasının anasında, ana ve babasında ve elbette eşi Sevgi’de: Diyarbakır’da ailesini geçindirmek için terzilik yapan, orada ve İstanbul’da, «içeriye düşen» eşinin yokluğunu çocuklarına mümkün mertebe en az düzeyde duyumsatmak için çabalayan Sevgi. Böyle kadınlar oldukça böyle erkekler de olacak mutlaka. Ve bu mücadele, dostlarım, bu biçimde bile olsa, yani örneğimizdeki gibi eşit olmayan güçlerin kavgasında bile, zora mora dayanarak, işkencenin ve zindanın üstesinden gelerek, düşe kalka, evet düşe kalka sürecek. Tarih bitmedi. Maçın sonucu henüz belli değil. Maç bitmeden de kim galip kim mağlup bilinmez. Zamanı gelecek, zorlu ama geçici tatsızlıklar bitecek ve ütopyalarımız yeniden canlanacak. Gerçekleşecek mutlaka.
Künye:
Müslüm Üzülmez, Yoldaş Koçero, Tüstav Yayınları, «Sarı Defter» Dizisi, İstanbul, 2011.
2 Eylül 2011 tarihinde:
http://www.insanokur.org/?p=31282