Anılar ve Tarih Ya da Fırtınalı Yolun Yoldaşları

okuma süresi: 4 dk.

Ali Güzel

Ortaöğretim 10.sınıflarda okutulmak üzere Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan (veya onay verilen) tarih kitabında Süryani’lere ilişkin düşmanlaştırıcı, rencide edici ifadeler üzerine, Süryani Cemaati dinî ve toplumsal önderlerinin -maalesef büyük medyada fazlaca yer verilmeyen- haklı sitemlerini içeren açıklamaları nedeniyle, marazî tarih modeli bir daha orta yere geldi.

Objektif tarih yazmanın netameli ve belki de olanaksız denecek derecede zor olduğunu kabul ederim. Ancak tarih yazanın bunu yaparken kişisel ve sınıfsal öznelinden uzak durmaya niyet ve gayret etmesinin mümkün olduğunu düşünürüm.

On yıllar boyunca tarih bilgisi diye yüzeysel, kof içerikli, saptırıcı anlatımlarla nesiller yetiştirildi. Yaşanmış çağın sosyal, ekonomik, kültürel yapısını, üretim-paylaşım ve çıkar ilişkilerini irdelemeyen; doğdu, öldü, savaştı, yendi gibi soyut bilgilerden ibaret ifadeler tarih dersi olarak ezberletildi ve sonunda sorgulamayan, kendini ve mensubiyetini hayatın ve dünyanın merkezine koyan, kendinden olmayanı hak ve değer sahibi saymayan, empati yoksunu bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumsal doku oluşturuldu.

Böyle bir tarih anlayışından; olan bitenlerin arka plânına, sebep sonuç ilişkilerine, toplumsal hayatın gelişim seyrine ve yönüne ilişkin sağlıklı ve doyurucu bilgiler edinilmesi beklenemez.

Hal böyle olunca, bireysel olarak anıların kaleme alınıp kâğıda dökülmesi, “Hatıra Defteri” niteliğinden öteye geçip toplumsal hafızanın aynası ve ortak tarihin önemli bir kaynağı haline gelmektedir. Mukayeseli inceleme konusu olarak anı kitapları, doğru tarih bilgisinin yapı taşları olmaya adaydırlar.

Türkiye tarihini kurcalamanın yanında Avrupa’yı, mağrip ülkelerini anlatan yazı ve kitapları ile yetinmeyip anı ve biyografiler de yazan (Yılmaz Güney, Abidin Dino, Remzi Raşa, Fahri Petek biyografileri yanında en son “Adil Okay ile Geçerken” Ütopya Yayınevi, Ankara, 2011) “Non Stop” üretken Prof.Dr. Mehmet Şehmus Güzel, anı yazmanın önem ve gereğine her fırsatta işaret etmekte son derece haklıdır.

Yaşanmışların karanlıkta bırakılmayıp kitap, yazı, söyleşi veya başka her ne şekilde olursa olsun mutlaka anlatılıp ifade edilerek toplumun bilgisine sunulması, doğru ve eksiksiz değerlendirme açısından gelecek kuşaklar için önemli notlar olacaktır.

Anılar yayımlandıkça; inkârcılığın, görmezden gelmeciliğin, bin türlü zulüm, işkence ve cinayetleri “münferit olay” diyerek aklınca küçümseyen safsatacılığın inandırıcılığı kalmayacak; güç odaklarına şirin görünmeyi ve hizmet etmeyi şiar edinmiş ve o doğrultuda algı ve yönlendirme işlevi yapan sarı medyacılığın ve emir kumanda tarihçiliğinin maskesi düşecektir.

Bu nedenledir ki, evvelce bazı ünlü kişilerinki dışında anı yayımlanması yaygın değilken, son yıllarda anı kitabı yayımının çoğalmasını (umarım yanılmıyorum) sevindirici buluyorum. Bu cümleden olarak Müslüm Üzülmez’in anılarını “Yoldaş Koçero” adıyla yayımlamasını(Tüstav Yayınları) memnuniyetle karşıladım. Sessiz sedasız çektiği çileler kişisellikten öte, dönemini anlatacak, unutturmayacak ipuçlarıdır. Aynı şekilde Şeref Yıldız’ın “Fırtınalı Yolda Yürüyüş” (Tüstav Yayınları) kitabı Türkiye sosyalist hareketinin 1960-1990 dönemine ışık tutan önemli bir kaynaktır. Öte yandan Fevzi Karadeniz’in “Eski Zamanlar” (Pencere Yayınları), “Yaralı Zamanlar” (Belge Yayınları) kitapları da 1970’li, 1980’li yıllara tanıklık eden başka kayıtlardır. Adlarını andığım bu kişiler ve anılarını yazmış olsun olmasın daha niceleri… Nice ikbal kapılarına metelik vermeyen, vicdanlarından başka hiç bir otoritenin esaretini kabul etmeyen nice erdem abideleri bu topraklardan geldi geçti. Onlar; Nazım Hikmet’in Lenin’den alıntı yaparak “Hazım zamanlarını, boş gecelerini değil, boydan boya ömrünü vermiştir inkılâba” şeklinde tanımladığı fedailerdi. Ne için?: Daha adil bir dünya, daha özgür ve onurlu bir yaşam için! Tabiî ki, bu yolda can verenleri, hayatını zindan edenleri en başta anmak, gönüllerin baş köşesine oturtmak, biz fanilerin en azından vicdan ve ahlâk borcudur.

Bir de gurbet ellere savrulanlar, yaban ellerde hayata tutunmaya çalışanlar… (Yine, anı yazarlarından Kemal Burkay yurda döndü. Hoş geldi. 1970’li yıllarda Ankara Işıklar caddesindeki yazıhaneyi paylaştığı zarif insan Ziya Acar halâ gurbette.)

Öte yandan gönderilenler; bir daha dönmemeyi aklına bile getirmeden gönderilenler, gidenler, Şeyhmus Diken’in (Daha doğrusu Anto Dayı’nın) “Gittiler İşte” dedikleri. Dönmeyecek olmayı havsalası almadığı için bir gün mutlaka döneceği inancıyla, kızlarının çeyizini müslüman komşusuna emanet bırakanlar… (Kemal Yalçın’ın “Emanet Çeyiz” kitabından, on beş yıl kadar önce Türklüğe hakaret iddiası ve eski ceza kanununun 159.maddesinin uygulanması talebiyle, görevli bulunduğum mahkemede açılan dava nedeniyle haberdar olmuştum. Bu yıl 15. baskısını yapmış, ne güzel!)

Anılarını yazan-yazmayan, yazmaya fırsat bulamayan, bilinen-bilinmeyen tüm adalet savaşçılarına teşekkür ederim; tarihte haksızlığa uğramış bütün mağdur ve mazlumlardan özür dilerim. Devletin emin(!) ellerinde kurşunlanan, yakılan, cezaevi nakil aracının kilitli hücrelerinde yanmaya terk edilenlerden bilhassa!..

Güncel Hukuk Dergisi
Kasım 2011/11-95


Bir cevap yazın

Your email address will not be published.