Saffet Altındağ
“Öyle bir yerdeyim ki
Ne karanfil ne kurbağa
Bir yanım mavi yosun
Dalgalanır sularda
Dostum dostum
Güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe…”
Selam Abi. Kitabın okuma süresi boyunca sözleri Hasan Hüseyin Korkmazgil’e, bestesi Ahmet Kaya’ya ait yukarıdaki şarkıyı anımsattı. Kitabının adını “yazılı kaynaklar” diye başlaması yüzünden çok eleştirilecek şey bırakmıyor. Konu bütünlüğünü sağlama ve kurgu gayet güzel ancak Editör bence sınıfı geçemedi. Neden dersen; Yazarın yaptığı kelime hataları duruyorsa bu onun değil editörün suçudur ve hayli var. Bir yerde teknik özelliğe (Sadece ÇERMİK’e ait) sahip kitabında gerek sunu gerekse diğer kısımlarda bana dokunan hususları ise aşağıda belirttim;
Nasıl bir yerde “kendi halkını yiyenlerin toprağı” doğmuşuz sorusu beynimi tırmalıyor.
Yahudi Kaynaklarında Çermik bölümünde “ Diyarbakır’ın Müslüman halkı içinde bulunduğu cehalet ve taassup yüzünden Yahudileri hor görmektedir. Bu nedenle onlara hakaret etmekte ve bazen de tacizde bulunmaktan aşağı kalmamaktadır. Bu zavallı Yahudiler resmi makamlar nezdinde şikâyette bulunduklarında şikâyetleri sonuçsuz kalmakta hatta bazen şikâyette bulundukları şahıslar resmi makamların nezdinde onları suçlu duruma sokmayı başarmaktadır. Bunların maruz kaldıkları sıkıntılar için şu olay bir fikir verebilir. Çermik’teki sinagogun tamire ihtiyacı olduğundan cemaat bu tamiri yaptı. Tamirat için önceden izin alınmadığını bahane eden zaptiyeler aniden gelip sinagogu kapatıp anahtarları beraberinde götürdüler.” denmektedir. Yahudiler, Ermeniler, Süryaniler ve diğerleri… Orada kalmadıkları için mi onları, oralı kabul etmiyoruz, yoksa bizim gibi yerli (Kürt, Türk, Sünni) olmadıkları için mi?
Nasıl oldu da binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Kürtler ancak 16. Yüzyılda kendi tarihlerini yazmaya başladılar?
Yine Yahudi Kaynaklarında Çermik bölümünde “Ekim1873-Bağdat Alyans okul Müdürü Mösyö Garat Diyarbakır Yahudi halkının Kürtlerden gördüğü eziyetleri ve yerel makamların isyan ettirici haksızlıklarını Paris merkez heyetine bildirmektedir.” Bilgi ve belgelerin yok edildiği mekân olması sadece egemen güçlerin emelleriyle mi anlatılır, yoksa bilgi ve belgenin kıymetini değerini bilmeme de var mıydı yerli halk hesabına yazılabilecek?
Mehrdad R. Izady’nin kitabından alıntılar yapmışsın. “…Anadolu’daki tüm Kürt bölgeleri şu veya bu ölçüde korkunç talan ve göç ettirme olaylarına sahne oluyordu. …Çaldıran Savaşının ardından Batı Kürdistan’ın Osmanlı topraklarına katılmasından hemen sonra, Sultan I.Selim (acımasız) birkaç kalabalık Kürt aşiretini göç ettirerek, İç Anadolu’ya, Modern Ankara’nın güneyine sürmüştü. Bu olaylar bölgenin tarıma dayalı ekonomisini çökertti ve etrafa yayılarak topraktan yoksun bir yaşam sürdüren tek grup olarak Kurmancılar geriye kaldı.” Acaba Kürtler, Türkmen, Azeri ve Ermeniler Mezopotamya’da değil de başka bir coğrafyada olsalardı bunca eziyeti görürler miydi?
Bütün yöneticiler saray soytarılarına benzeyen İdris-i Bidlisi gibi olmayı tercih ettikleri için mi Kürtler kendi tarihlerini bile yazamadılar?
İsmail Beşikci’nin kitabından da alıntılar yapmışsın. İsmail Beşikci, Devletlerarası Sömürge Kürdistan adlı kitabında: “Kürdistan’ın Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya yapılan istilalarda önemli geçiş yolları üzerinde bulunması, derlenip toparlanma ve merkezileşme eğilimlerini de yok ediyordu. 7.yüzyılda Arap istilası, 11.yüzyılda Oğuz Türklerinin istilası, 13. Yüzyılda Moğol istilası, 15.yüzyılın başlarında Timur istilası, Kürdistan’daki ekonomik, toplumsal ve siyasal yapıları çok etkiliyordu….. Osmanlı-İran savaşlarında her iki tarafta Kürtlerden devşirdiği ordularla savaşmaya çalışıyor. Bütün bunlar Kürt toplumunun yapısında kuşkusuz önemli sonuçlar ortaya çıkarıyor.” (S.22) Bu sonuçlar ne?
Ermeni Raporlarında Çermik bölümünde “Dağlar arasında yer alan kasabanın binaları çok zevksiz inşa edilmiş, halkı da binalarına benziyor. Nüfus Ermeni, Türk ve Kürtlerden oluşuyor. Bunların dışında Yahudilerde var.” denmektedir. Coğrafya etkisiyle mi halklar zevksiz oluyor?
Vastan (Bugünkü Gevaş) Livası, Hizan Livası, Müküs (Bugünkü Bahçesaray) Livası Diyarbekir Eyaletine bağlıymış. Van değil de Diyarbekir Eyaletine bağlı olması coğrafi durumdan mı yoksa bu bölgedeki mirlerin birbiriyle akraba olmasından mı?
“Osmanlı Devlet’inde tahrir, toprağın mülkiyet ve tasarruf hukukunu, reayanın (ahalinin) yükümlülüklerini belirlemek, vergi tür ve miktarlarını saptamak için yapılan yükümlü arazi ve nüfus yazım işidir. Arazi ve yükümlü yazım sonuçlarının işlendiği defterlere Tahrir Defterleri, sadece yükümlü sayım (tahrir-i nüfus) sonuçlarının işlendiği defterlere ise Esame Defterleri denilir.” denmektedir. Her şey bir yana iş para toplamaya geldi mi akan sular duruyor?..
Gözüne, eline ve beynine sağlık!..
Saygılarımla.
5 Aralık 2012
Saffet Altındağ
Çevre Mühendisi