“Ben Allahın hikmetinde şaşakaldım:
Kürtler dünya devletinde,
Acep ne sebeple kalmışlar boynu bükük,
Hepsi birden niçin olmuş mahkûm?” -Ehmedê Xanî
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bağdat’a giderken uçakta gazetecilere Kuzey Irak bölgesel yönetiminden “Kürdistan” olarak bahsetti. Tepkiler üzerine biraz çark etse de, aynı anlama gelen “Irak anayasasına göre ülkenin kuzeyinde bir yerel Kürt yönetimi vardır, bunu söyledim” dedi. (25 Mart 2009 tarihli gazeteler.)
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, 30 Mart akşamı Hürriyet Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu’na yerel seçim sonuçlarıyla ilgili yaptığı bir değerlendirmede; “Siyasi harita üzerinde durulmalı” deyip, sonra da “Türkiye’nin belli bir bölgesinde DTP’den başka parti kalmadı. Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırını da aldılar” açıklamasında bulundu. (1 Nisan 2009 tarihli gazeteler.)
Bu açıklama üzerine, İsmet Berkan köşesinde konuşulmayan, ama kafalarda hep saklı tutulan bir endişeyi doğrudan adlandırdı: “Belki Cemil Çiçek, ‘Seçim bir Kürdistan haritası çizdi’ demeye getiriyordu” diye yazdı. (Radikal-3 Nisan 2009)
Cumhurbaşkanı Gül, Kürdistan dedi mi, demedi mi? Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu Başkanlığı yapan, hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, “Onlar“, yani Kürtler “Kürdistan haritası çizdi“ler anlamına gelecek ifadeler kullanarak maksadını aştı mı, aşmadı mı? Bu tartışmalara girmeden, tarihi belge niteliğinde olan kaynakları/belgeleri gözden geçirip Kürdistan ve Sınırları konusunda bilgilerimizi tazelemenin yararlı olacağını düşünüyorum. Bu amaçla; yorum yapmadan, ayrıntıya girmeden, sadece 4 önemli kaynaktan Kürdistan ve Sınırları konusunda yer alan/var olan bilgileri aktarmak istiyorum:
1. Osmanlı Kanunnameleri
XVI. yüzyılın başlarında Safavi Devleti’nin egemenliğine giren Diyarbakır ve çevresi, Yavuz zamanında 1514’te yapılan Çaldıran Savaşı’yla Osmanlı Devleti’nin egemenliğine girmeye başladı. Fethin ilk yıllarında Amid’in Paşa Sancağı kabul edilerek Osmanlı’nın elinde bulunan Kürtlerin yaşadığı yerler Diyârbekir Eyâleti adı altında toplandı.
Kanunî devrinde Diyârbekir Eyâleti kapsamlı bir şekilde idarî, mülkî ve de hukukî açıdan önemli değişikliklere uğradı. Erzurum Eyâleti, Bağdat Eyâleti, Van Eyâleti ve Halep Eyâleti yeni fetihlerle beraber Diyârbekir Eyâleti’nden ayrıldı; ve ayrıca Diyârbekir Eyâleti: Birincisi, Diyarbekir Eyâleti; İkincisi, Kürdistan Eyâleti olmak üzere iki ana bölgeye ayrıldı.
Birinci İdari Bölgede, yani Diyârbekir Eyâleti adı altında klasik Osmanlı sancakları toplandı. Eyâlet-i Diyarbekir unvanı altında toplanan bu sancaklarda (livâlarda/vilayetlerde) bazı ayrıcalıklar bulunsa bile Osmanlı Kanunları geçerliydi.
İkinci İdari Bölge ise; Kürdistan Eyâleti adı altında Kürt (Ekrâd) Sancakları veya Hükümet diye adlandırılan idarî merkezler toplandı. Kürdistan Eyâleti’ne bağlı sancaklar şunlardır: Behrânî Livası, Cizre Livası, Çabakçur Livası, Çermik Livası, Egil Livası, Genç Livası, Hazzro Livası, Hizan Livası, İmâdiye Livası, Kulb Livası, Mihrânî Livası, Müküs Livası, Palu Livası, Sason Livası, Tercil Livası, Şervi Livası, Vatsan Livası, Zerrîkî Livası.
Bu Kürt sancaklarında, vergi ve savaş esnasında Beylerbeyinin emrine asker verme dışında Osmanlı Kanunları geçerli değildi. Beyliklerin veya hükümetlerin kendi sözlü ve yazılı yasaları geçerliydi. Tabii kâğıt üzerinde. (1. Doç. Dr. Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri 3. Kitap Yavuz Sultan Selim Devri Kanunnâmeleri, Fey Vakfı, İstanbul 1991, s.197-198, 218-220; 2. Doç. Dr. Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri 5. Kitap Kanunî Devri Kanunnâmeleri II. Kısım Eyâlet Kanunnâmeleri (I), Fey Vakfı, İstanbul 1992, s.437-439.)
Görüldüğü gibi burada Kürdistan coğrafi, etnik veya sosyolojik bir anlamda değil, tamamen idari siyasi bir yapılanmanın adıdır.
2. Şerefname
XVI. yüzyılın sonlarında Bitlis’te hüküm sürmüş Kürt Beylerinden biri olan Şeref Han, 1597 yılında Farsça yazdığı ŞEREFNAME adlı eserinde Kürdistan konusunda şu bilgileri vermektedir:
“Kürtlerin memleketlerinin sınırları, Okyanustan ayrılan Hürmüz Denizi (Basra Körfezi-M.E. Bozarslan) kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafını Fars, Acem Irak’ı (Güneybatı İran’daki Huzistan eyaleti-M.E. Bozarslan), Azerbaycan, Küçük Ermenistan ve Büyük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’ı, Musul, Diyarbekir illeri düşer. Bununla birlikte, bu insanların soyundan birçok halk ve kabile, doğudan batıya kadar birçok ülkede yayılmıştır.” (Şerefname-Kürt Tarihi, Çev: M. Emin Bozarslan, Hasat Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1980, s.20.)
3. Kamus-ül A’lam
Tarihçi ve dil bilimci Şemseddin Sami (1850-1904) tarafından kaleme alınan ve Osmanlı döneminden günümüze kalan önemli belgelerden biri olan KAMUS-ÜL A’LAM adlı ansiklopedik eserin “Kürdistan” maddesinde şunlar yazılmaktadır:
“Urmiye ve Van göllerinin sahillerinden Dicle’ye kadar uzayıp kuzeybatıya doğru Dicle mecrasının sınırlarını takip ederek Fırat’ı meydana getiren Karasu mecrasına, oradan kuzeye doğru Aras havzasını, Fırat ve Dicle havzasından ayıran sınıra kadar ulaşır. Bunun dışında, İran’da Kürdistan adıyla bilinen eyaletle Azerbaycan eyaletinin yarısı da Kürdistan’dır. Bu cihetle Kürdistan, kuzeydoğuda Azerbaycan, doğuda Irak-ı Acem, güneyde Loristan ve Irak-ı Arap, güneybatıda Cezire, kuzeybatı tarafında ise Anadolu ile komşudur.” (Şemseddin Sami, Kamus-ül A’lam, İstanbul 1896, c.5, s.3840. Aktaran: Abdurrahman Nursi, Bediüzzaman’ın Hayatı, Nûbihar Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 1997, s.63.)
4. Bazil Nikitin’nin KÜRTLER adlı incelemesi
Rusya’nın Eski İran Konsolosu, Paris Asya Derneği ve Etnografya Derneği Üyesi, Uluslararası Antropoloji Enstitüsü Devamlı Üyesi, Uluslararası Diplomasi Akademisi Üyesi Bazil Nikitin’nin 1943 yılında kaleme aldığı KÜRTLER- Sosyolojik ve Tarihi İnceleme adlı eserde “Doğu Tarihinde Kürdistan Adı” başlığı altında şunları yazmaktadır:
“Kürdistan, siyasal sınırlarla çevrilmiş ve bu sınırlar içinde, tümüyle homojen olmasa bile, hiç değilse çoğunluğu aynı etnik kökenden gelen bir halkın yaşadığı bağımsız bir devletin adı değildir. Esasen bu ad, ancak 12. yüzyılda, son büyük Selçuklu sultanı Sancar zamanında ortaya çıkar. Bu sultan tarafından kurulan ve merkezi Hemedan’ın kuzey batısındaki Bahar kalesi olan Kürdistan eyaleti, Zagros sıradağlarının doğusunda Hemedan, Dinavar ve Kermanşahan vilayetlerini, batısında ise Şehrizur ve Sincar vilayetlerini kapsıyordu. 12. yüzyıla kadar bu bölgeler, sadece Cibalül Cezire (ya da Diyarbekir) adları altında tanınıyordu. Kürdistan’dan ilk kez, Nüzhetül Kulub (Hicri 740) adlı eserinde yazar Hamdullah Mustavfi Kazvini (14. yüzyıl) söz etmiştir. Doğuda bu eyalet, Azerbaycan’ın kuzeyindeki Irak-ı Acem’le, batıda Irak-ı Arab’la, güneyinde ise Kuzistan’la sınırdaştı ve önem dereceleri çok farklı olan 16 ilçeyi içine alıyordu: 1. Aynı isimli önemlice bir kenti kapsayan, güzel iklimli, avı bol Alani; 2. Vaktiyle Aruhş ya da Ardehş adlı bir ateşgede’nin (Zerdüşt tapınağı) bulunduğu Alişter; 3. Yukarıda adı geçen Bahar; 4. Zap kıyısında bulunan ve civarında birkaç kasabası olan Kuftiyan kalesi; 5. Küçük bir şehir olan Derbend-i Tac Hatun; 6. İklimi güzel, ama ahalisinin tümü haydut olan Derbend-i Zengi; 7. Dezbil; 8. Üzümüyle ünlü büyük bir şehir olan Dinavar; 9. Bisutun dağı eteğindeki, Muhammed Hudabende Olcaytu (14. yüzyıl) tarafından kurulan Sultan Abad-ı Cemcemal; 10. Yukarıda gördüğümüz, Yakut’a göre Zerben-Zohhak adlı biri tarafından kurulmuş olan Şehrizur; 11. Önceleri Karmisin adını taşıyan Kermanşah; 12. Kerend ve Hoşan köyleri; 13. Kasrül Lesus (“Haydutlar Kalesi”) adı verilen Kengever; 14. Elli yerleşme merkezini kapsayan Mahideşt ya da maideşt; 15. Hersin Kalesi; 16. Vestam kasabası.
Çeşitli doğu kaynaklarını karıştırırsak, şu sonuca varırız ki Luristan dahil İran Kürdistanı, 13. yüzyıla kadar, Arapların cibal dedikleri eyalete aitti. Daha sonra Türkiye ve Irak-ı Arab (Mezopotamya) Kürdistanı şeklini alacak olan Kürdistan’a gelince, bu bölge, Cezire ya da daha dar anlamıyla Diyarbekir eyaleti içinde bulunuyordu. Moğol istilası sırasında İran Kürdistanı, dağlık Zağros bölgesini kaplıyordu. Merkezi olan Bahar, Cengiz Han’ın halefleri zamanında önemini kaybedip yerini Sultan Abad-ı Cemcemal’e bıraktı ve bu ikinci kent böylece İran Kürdistanı valilerinin ikametgahı haline geldi. Esasen, çeşitli mahalli Kürt reisleri belli bir bağımsızlığa sahiptiler. Yine de, 15. yüzyıla doğru, yani İran ulusal hanedanı Safevilerin tahta çıkışı sırasında, bu büyük Kürdistan eyaleti giderek küçülmüştür. Hemadan ve Luristan bu eyaletten ayrıldı, Zağros’un batısındaki topraklar ise, Osmanlılar tarafından fethedildi. O kadar ki sonunda, Kürdistan adı İran’da sadece, merkezi Senneh (ya da Sennendac) olan Ardelan bölgesine verildi.
Ancak çok sonraları, 17. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan Türkiye Kürdistanı’na gelince, Osmanlı idari coğrafyası Kürdistan eyaleti adı altında sadece üç liva tanıyordu: Dersim, Muş ve Diyarbekir. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ise Kürdistan ve Kürtler adını tanımamakta, Kürtlere “dağlı Türkler” adını vermektedir.” (KÜRTLER Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, Çev: Hüseyin Demirhan- Cemal Süreyya, Cilt 1-2, 5. Baskı, Deng Yayınları, İstanbul 2002, s. 56-58.)
***
Belgeler ve kaynaklar bunları yazıyor.
Var olan bir şeyi yok saymanın kimseye bir fayda sağlamadığını acı deneyimlerimizden öğrenmenin artık zamanı gelmedi mi?
12 Nisan 2009 tarihinde www.sivildusunce.com sitesinde yayımlandı.