Tokat Seyahatimden Notlar

okuma süresi: 7 dk.

“Ve gölgeler indi gökyüzünden bir gece yarısı…
Dağıldılar tespih taneleri gibi dünyanın dört bucağına. Kimi bir ovayı mesken seçti kendine; kimi bir dağ başına kuruldu bütün heybetiyle. Tıpkı Tokat Kalesi’nde olduğu gibi…” -Emine Sarıkaya

Tokat’ta askerlik yapan oğlumu görmeye gittim.

21.02.2009 günü İstanbul Esenler Otogarı’ndan otobüsümüz hareket etti. Hava yağışlı ve soğuktu. Otobüs, Bolu’ya kadar firmanın yazıhanelerinin olduğu yerlerden, yol kenarlarından müşteri toplamak için ha bire durup kalktı. Yolculuk boyunca saat 24’e kadar televizyonun ne sesi kısıldı, ne de kendisi kapatıldı. Yüksek sesin yanında; kanallar arası zıplamalar, otobüsün yönünün değişmesiyle “sinyal yok” uyarı yazıları dayanılmazdı. Açıkçası televizyon işkencesi çektim. Benim bildiğim yolculuklar insanı bilinen ve bilinmeyen yerlere ulaştırmakla kalmazlar, aynı zamanda düşsel gezintiye de insanı çıkartırlar. Ama televizyonun gürültüsünden düşsel gezintiye çıkmayı bırakın, insan kafayı bile üşütebilirdi. Hizmet sunan görevliye “televizyonun sesini kısmak mümkün mü” diye sorduğumda; mümkün olmadığını, saat 24 kadar böyle devam edeceğini söyledi. Daha sonra, yani ikinci defa söylediğimde, kelebek kanadının çıkardığı bir ses kadar televizyonun sesi kısıldı. Saat 24’te de tümden kapatıldı.

Kaptanlar iyi sürüyorlar. Yol beşiği otobüsümüz zifiri gecenin karanlığında sanki kanat takmış, uçuyor. Gözüm dışarıda. Gözlerim yoruluncaya kadar geçtiğimiz köyleri, kasabaları, illeri, dağları, ovaları, ağaçları ve yüreklerde gökkuşağı oluşturan bulutları gecenin karanlığında gözlemeye çalışıyorum. Ama zaman geçmiyor; başlıyor akrep ve yelkovan işkencesi. Neyse ki yanıma aşk masalı türünde bir doğu klasiği olan Vâmik ve Azrâ kitabını almışım. Okumaya başladım: Aşkın masalı bile güzel! Yorulunca gözlerimi kapattım. Dağların eteğine kurulmuş Tokat’ın beni beklediğini düşleyerek birazcık uyudum.

Gece zifiriliğinden vazgeçip esmerleştiğinde uyandım. Baktım her taraf bembeyaz; dağlar, tarlalar, ağaçlar, hatta karayolu kar altında. Doğa beyaz gelinliğini giymiş, bir başka güzel olmuş. Merzifon’a geldiğimizde kar daha da şiddetlendi. Bizim kaptanları izlemeye aldım. Baktım dikkatli sürüyorlar: Sevindim. Merzifon çıkışında, kayma nedeniyle bir taksi ve kamyonet ufakçıktan burun buruna çarpışmışlardı. Biraz daha gittik ki, bir yolcu otobüsü kötü bir şekilde şarampole yuvarlamıştı. Otobüs haşattı. Ölü ve yaralıları uzatmışlar… Bizim otobüs yavaşlayıp, kaptanımız kaza geçiren otobüsün kaptanı veya sahibi olacak kişiye “Geçmiş olsun, bir şey var mı?” diye sordu. Diğeri “2 ölü, 30 yaralı var” dedi. “Yapacağımız bir şey var mı?” diye ikinci kez sorduğunda, “Yok” dedi. Trafik polisleri oradaydı. Anladığım kadarıyla Ambulans bekleniyordu. Amasya’ya az kalmıştı ki kar yerini sulu kara bıraktı. Amasya çıkışında artık ne kar, ne sulu kar ve ne de yağmur vardı. Gri bir havada Tokat’a vardık.

Turhal Yolu üzerinde bulunan kalacağım otelin önünde indim. Çantamı otele bıraktım. Saat 9’da Alayın Nizamiye Kapısı’nda Utku’yla buluştuk. Uzun bir bekleyişin sıkıntısıyla, evlat kokan bakışlarıyla beni bekliyordu. Görünce sevinç ve tebessüm belirdi yüzünde. Gece rengi gözleri ışıldadı: Babası yanındaydı. Baba olarak özlemle, sevgiyle ve biraz da baba olmanın gururuyla sarılıp kucakladım. Öpüştük. Karşılaşmanın sevincini yaşadık.

Utku izin işlemlerini yaptı: Çıktık. Karşılıklı hatır sormalardan sonra, Tokat’ın ana caddesi Gazi Osman Paşa’da gezindik, sohbet ederek hasret giderdik.

Tokat; dağların arasında, Yeşilırmak vadisine kurulmuş doğal ve coğrafi konumuyla farklı, eski bir yerleşim yeri. Dağları bulutlardan kar toplayan cinsten: Karlı ve bulutlu. Görebildiğim kadarıyla eski şehirden, cumbalı evlerden, hisar ve kalelerden, kemer ve köprülerden geriye pek bir şey kalmamış. Sahipsizlik, ilgisizlik, tarih bilincinden yoksunluk gibi nedenlerle, Diyarbakır Sur içindeki tarihi evlerin başına gelenler, azıcık Tokat evlerinin de başına gelmiş diyebilirim.

Anadolu kentleri bir birine benzer. Her il merkezinde mutlaka bir cumhuriyet meydanı, bir Atatürk heykeli ve bir ulu cami ve çevresinde fazla zahmet ve emek gerektirmeden kendiliğinden büyüyen kavak ağaçları bulunur. Tokat’ta bu saydıklarımın hepsi mevcut. Zamanım ve Utku’nun Tokat hakkındaki bilgileri sınırlı olduğundan, Tokat hakkında fazla bilgi edinemedim. Sadece Tokat Kalesi hakkında çok az bilgi edinebildim.

Müslüm ve Utku Üzülmez/Tokat

Akşama doğru, Tokat Kebabı yemek için bir kebapçıya girdik, yetkiliden yemek için hiçbir şeyin kalmadığı cevabını aldık. Başka bir kebapçıya gittik. Şiş, kanat ve ayranla güzelce karnımızı doyurduk. Kebaplar fena değildi, ama Diyarbakır, Urfa, Antep kebaplarına yetişemezdi!

Akşam kaldığımız otele döndük. Biraz dinlendikten sonra restoranda indik. Baba-oğul kendimize güzel bir ziyafet çektik. Şaraplar artık şişelerden süzülerek güzellerin ay yüzünde al olmadığı için rakı içtik. Rakı, balık, yeşil salata ve bir iki soğuk mezeyle, sağlığımıza; böylesi güzel günlerimizin daim olması dileğiyle bardaklarımızı tokuşturduk. Rakı fabrikasında çalışmış biri olarak, rakının nasıl yapıldığını ve nasıl içildiğini iyi bilen ve de içen biri olarak diyebilirim ki, içtiğimiz rakı çok güzeldi. Güzelliği, rakının, balıkların, mezelerin güzelliğinden değil, duygu zenginliğindendi.

Yemek esnasında restoranda canlı müzik vardı. Bir bayan şarkıcı hayalleri yorgan yaptıran Türk Sanat Müziği türünde şarkılar söyledi. Şarkılar ve şarkıcının sesi güzeldi. Ne yazık ki, ses yükseltici cihazın metalik sesi, sanatçının güzel sesini gölgede bıraktı. Geç saatte odamıza uyumaya çıktık.

Pazar sabahı otelde açık büfeden bir şeyler alıp kahvaltımızı yaptık. Sonra hesabımızı ödeyip otelle ilişkimizi kestik. Bir taksi çağırıp şehir merkezine gittik. Taksi sürücüsü Niksarlı ve Kürt olduğunu, Niksar’da birçok Kürt köyünün bulunduğunu, ama bunların ne zaman ve nerden geldiklerini bilmediğini yol boyunca anlattı. Şehir merkezinde taksiden indik. Sağı-solu gezdik. Cafelere oturup bir şeyler yedik, içtik ve sohbet ettik. 16.30’da vedalaştık. Utku askeri birliğine yöneldi: Giderken arksından yüreğimle baktım. Sonra da vakit geçirmek için Öğretmenevi’ne gittim.

Öğretmenevi’nin bahçesine kurulu Canlı Köşk Cafe’ye oturdum. Yanımda getirdiğim kitabı okumaya çalıştım, ama okumak mümkün değil. Yüksek sesle yapılan konuşmalar, oyun oynayanların çıkarttığı gürültü, tavla ve oyun taşlarının çıkardığı sesler, her telden çalan müzik parçaları insanda var olan aklı bile götüren cinstendi. Fosur fosur içilen sıgara dumanından gözlerim isot sürülmüş gibi yanmaya başladı. Isınmak için iki çay içtim. Daha sonra iki genç saz çalıp Alevi türküleri söylemeye başladı. Türküler güzeldi, ama gürültü ve sigara dumanına daha fazla dayanamadım, bilet aldığım otobüs firmasının yazahanesinde oturmanın daha iyi olacağını düşünerek kalktım. Öğretmenevi’nin esas ana binası dıştan güzel görünüyordu. İçini gezmediğim için hakkında bir şey söylemem doğru olmaz.

Akşam 19.30’da, aklımın çeyreğini Tokat’ta bırakarak İstanbul’a dönmek için otobüsüme bindim. Ayrılıklar geçici olsa bile hüzünlüdür, insana bir burukluk verir. Gelecek günün şafağı gecenin karanlığını kovacağı düşüncesiyle yolculuk boyunca koltuğumda cama vuran yağmur pırıltılarının akışını seyrederek anılara daldım. Sonra izlenimlerimle ilgili notları kaleme aldım. Sabaha yakın uyumuşum. Gözümü açtığımda İstanbul’a varmak üzereydik, İstanbul-Esenler Otogarı’na 8.30’da girdik. Otobüsten iner inmez çalıştığım işyerine gittim.

Her gezi insana birçok şey öğretir, farklı duygular yaşatır. Ben, Tokat seyahatimde az şey öğrendim, ama çok güzel duygular yaşadım. (23.02.2009)

Not: Yazım, önce 5 Mayıs 2009 tarihinde “Tokat Seyahatimden Notlar” başlığıyla http://uzulmez.info’da yayımlandı, daha sonra “Her Gezi İnsana Birçok Şey Öğretir” başlığı altında St. Petersburg İzlenimleri ve Dicle Vakitli Gecelerde Yazılanlar kitabımda yer aldı. (Asmaaltı Yayınevi, İstanbul, Ekim 2017, s. 100.)

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.