Ekmek/Nan, nimetlerin şahıdır.
Ekmek/Nan, insanlar için en hayati besindir.
Ekmek/Nan, doğanın insanlara bahşettiği rızkın en güzelidir.
Ekmek/Nan, bütün toplumlarda ve inançlarda mübarektir.
Ekmek/Nan, evrensel kutsal değerdir.
Eskiden, kış aylarında ekmek ve yemeklerimiz aralık denilen, evin iç bölümünde bulunan kara ocakta pişirilirdi. Köylerde ve bazı evlerde halen de böyle pişirilmektedir. Yazları da evimizin önünde kozik dediğimiz yığma taşlardan veya kerpiçten yapılı, etrafı çevrili alan içinde bulunan ocakta, sac üzerinde pişirilirdi. En çok yediğimiz şey ekmek olduğundan, anam her daim bizlere ocakta mayalı ekşili sac ekmeği, mayasız fetir/yufka ekmek ve fetirin biraz daha kalıncası olan mayasız taplama ekmek pişirirdi. Ama sacda pişirilmiş ekşili ekmek her zaman sofranın baş tacıydı. Ekmek olmasa doymazdık… Yemek yerken de konuşmazdık, sadece yerdik. Konuşmak günahtı. Konuşunca aç kalınırdı. Anam soğuk kış gecelerinde her zaman “Allah kimseyi aç ve açıkta bırakmasın” dileğinde bulunurdu.
Abdullah dedem çiftçiydi, buğday ekerdi. Buğday tarlaları orak veya tırpanla biçildikten sonra kendisi tarlayı gezer, toprağa düşmüş buğday başaklarını tek tek elleriyle toplardı. Sonra da maddi durumu iyi olmayan konu komşuya haber verir, onlarda gelip başak ederlerdi, yani hasat sonrası kalanları toplarlardı. Dedem cimri veya mala mülke değer veren biri değildi. Az yerdi, temiz yerdi. Azla yetinen biriydi. Onun buğday başaklarının bir tekinin dahi tarlada kalmamasını istemesi ekmeğe ve emeğe olan saygısındandı. Faho dedem ise, yerde, sokakta, kapı önlerinde yerde bir parça ekmek gördüğünde hemen ekmeği yerden alıp öperek alnına değdirip sonra da bir duvar üstüne veya müsait bir yere bırakırdı. Bir keresinde sofrada somun ekmeğin içini çıkartıp sofra bezine bıraktığımda; “Sizler hiç açlık çekmediniz, kıtlık görmediniz, ekmeksiz kalmadınız. Bu nedenle, böyle ekmeğin içini çıkartıp sofra bezine atıyorsunuz. Yapmayın, günahtır, yazıktır” dedikten sonra benim sofra bezine bıraktığım ekmek içini alıp yediğini çok iyi hatırlıyorum. Dedelerim ekmeği hep baş üstünde tutarlardı. Çünkü ekmek bizde de her dönemde ve her toplumda olduğu gibi nimetlerin şahı kabul edilmiş, mübarek olarak görülmüştür: Ekmek, kutsaldır. Ekmeğe saygısızlık günahtır, hiçbir toplum ekmeğe saygısızlığı hoş karşılamaz: Ekmek çarpar.
Urfalı Mateos Vakayi-Nâmesi’nde buna ilişkin çok ilginç bir olayı anlatır:“553 (23 Şubat 1104-21 Şubat 1105) tarihinde Urfa kontu Baudoin ile Josselin, askerlerini alıp Haran denilen şehrin üzerine yürüdüler. Onlar, Antakya’ya haber gönderip büyük Frank kontu Boemond’u ve Tancrède’yi yardıma çağırdılar. Onlar, bütün Ermeni askerlerini de alıp muazzam bir ordu teşkil ettiler. Sonra Haran’a gelip bu şehri sıkı bir muhasara altına aldılar ve şiddetli bir açlık sıkıntısına maruz bıraktılar. Franklardan biri (Bizanslılardan biri demek isteniyor.-M. Üzülmez), Allahın hoşuna gitmeyen bir iş yaptı. Bu, bir ekmeği yarıp içine kendi pisliğini koydu ve bunu şehrin kapısının önüne bıraktı. Açlık felâketi içinde bulunan halk, ekmeği görünce üzerine atıldı. Onlardan biri, ekmeği yemek için açtığı vakit içindeki pisliği görüp tiksindi ve götürüp diğer adamlara gösterdi. Bunu gören akıllı adamlar: ‘Allah, bu büyük günahı asla affetmeyecektir. O, onlara zafer bahşetmeyecektir, çünkü onlar ekmeğe karşı bu günahı işlediler. Yeryüzünde böyle bir günah görülmemiştir’ dediler” diye yazar ve tarihe ahlaki bir not düşer. (s.223)
Benzer bir olay için Çermik-Çüngüş’teki Gelincik Dağı’nı örnek verebilirim. Derler ki; vakti zamanında Gelincik Dağı’ndan geçen bir gelin alayında bir çocuk altını pisletir, annesi densizlik yapıp yufka ekmekle çocuğun altını temizler. Gelin alayının tümü bu sebeple orada tümden taşlaşır. Bu rivayet taş kültüne iyi bir örnektir. Gelincik Dağı’ndaki mevcut sarkıt ve dikitler, var olan dizili kayalar gelin alayına benzetilmektedir. Nimetlerin şahı ekmeğe, dahası kutsal değerlere aykırı hareket edilmesi durumunda cezalandırılmaya örnek olarak gösterilmektedir/ anlatılmaktadır.
Gelincik Dağı’nda Düşünen İnsan Görünümünde Bir Dikit
Ekmeğin anavatanı Mezopotamya’dır.
Buğdayın ilk ekildiği, buğdaydan ilk unun yapıldığı ve undan da ilk ekmeğin pişirildiği mekânlardan biri de Hilar Çayönü’dür/ Qoté berçem’dir (Ergani-Diyarbakır).
Temsili resim: Günümüzden on bin yıl önce Çayönü’nde /Qotéberçem’de tarımcılığa başlayan atalarımız buğday ekiyor. (Fotoğraf Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde çekilmiştir.)
İnsanlar çok çok önceleri sadece avcılık ve toplayıcılıkla karınlarını doyurmaya çalışırlardı. Sürekli hareket halindeydiler. Hep yer değiştirirlerdi. Göçebe yaşarlardı. Çok çok uzun deneyimlerinin bir etkisiyle hayvanları ehlîleştirmeyi/ evcilleştirmeyi başardılar. Tarımı öğrendiler. Bunları yaparken aynı zamanda yerleşik düzene geçtiler: Köyler, kentler kurulmaya başlandı.
Yerleşik düzene geçme ve tarımı öğrenme sürecinde ilk yaptıkları şey buğday, arpa, darı, mısır gibi tahılları ekme ve biçme işine girişmiş olmalardır.
Buğday, arpa, darı ve mısırın ekilip-biçilmesi ve köylerin kurulmasıyla ikinci bir aşamaya geçildi. Tahılların saklanması, el değirmenleriyle öğütülerek un haline getirilmesi, una su ve maya katarak hamur yapılması, hamurun ateşte/ocakta pişirilmesi gerçekleştirildi.
Bu süreç, insanoğlunu dünya tarihinde en önemli besin kaynağını oluşturacak olan ekmeğin icadına götürdü. Bu icat sayesinde insanlar artık eskiye oranla hem daha rahat beslendi, hem de daha çok karınları doydu.
Şimdi gelişen teknoloji sayesinde buğday artık tarlada makineler tarafından ekilip biçiliyor, fabrika ve değirmenlerde buğday un haline getiriliyor ve un, fırın ve fabrikalarda çeşit çeşit ekmek olarak pişirilip bakkallarda, ekmek bayilerinde, marketlerde satılıyor.
Günümüzden on bin yıl önce Hilar Çayönü’nde/ Qotéberçem’de olduğu gibi öğütme taşında/değirmeninde buğday un haline getiriliyor. Arşiv: Prof. Dr. Mehmet Özdoğan
1950 ve 1960’lı yıllarda, benim çocukluk dönemimde, sanayi toplumu olmadığımız için fırın sayısı ve fırından ekmek alanların sayısı çok sınırlıydı. Genelde evlerde sac üzerinde ya da tandırda ekmek pişirilirdi. Nenelerim ve anam leğende una su ve maya katıp hamuru güzelce yoğururlardı ve sonra da üzerini temiz bir bezle sarar sarmalardı. Bir müddet sonra da mucizevî bir şekilde leğendeki hamur şişip kabarırdı. Bu mayalanmadan/ ekşimeden sonra ocakta sac üzerinde ekşili ekmek pişirilirdi. Çarşı fırınına ekmek pişirmeye çok nadiren hamur götürülürdü. Bayramlarda ve Ramazan ayında bazen çörek hamuru yoğrulurdu. Sonra hamur leğeni çocukların sırtına verilirdi ve böylece fırının yolu bize gözükürdü, ahlaya oflaya fırının yolunu tutardık. Bazen de evde un bittiğinde çarşıdan açık ekmek (pide) alırdık. Somun ekmek sanayi toplumunun ekmeği olduğu için kasabalıların, köylülerin, çiftçilerin veya göçebelerin sofrasında işi olmazdı. Ancak çok sonraları soframıza konuk oldu. Ama Erganimaden Bakır İşletmesi’nde çalışanlara işletme tarafından tayın denilen somun ekmeği verilirdi.
Dönem değişti. Sanayi toplumuna geçiş ve toplumsal gelişmenin bir sonucu olarak ekmek dâhil her şey ticarî bir nitelik kazandı. Ama bence EMEK ve EKMEK başta olmak üzere bazı değerleri korumakta yarar var. Çünkü nitelikli değerler yok olduğunda, oluşan boşluğu niteliksiz değerler doldurur. Ekmek fiyatlarının artışıyla ilgili görsel ve yazılı basında yapılan tartışmaları bu bakış açısıyla izleyince; biraz tarih, biraz da anılarımı anlatarak ekmeğin yaşamımızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu vurgulamak istedim.
Ekmek her şeydir. Ekmek yoksa ne özgürlük, ne saygınlık ve ne de onur olur.
Emek ve ekmek kavgasının özgürlük ve onur kavgası olduğunu unutmayalım!..
***
Ekmekle ilgili yazımı burada noktalarken, 1992 yılında yazdığım “Buğday Başağı” başlıklı şiirimi paylaşmak istiyorum:
Buğday Başağı
güzeldir, berekettir, nimettir
buğday başağı…
hafiften bir yel esmeye görsün
sallanır
bir o yana bir bu yana.
sonra
altın renkli başak telleriyle
başlar
kelebek, kuş ve böceklerle
doğanın en güzel türküsünü söylemeye.
baharda yeşilliğinin
güzün altın sarısı saçlarının
doyumsuz bir güzelliği
güzelliğinin bir hüznü vardır.
zahmettir
demet demet deste deste
kızgın güneş altında toplanışı.
ben de orak salladım döven dövdüm
ve veso ana tarlasında
güneşte de kavruldum
ama
o zaman bilincinde değildim
şimdi saygı duyuyorum
toprağa tohum atanlara
buğday başağı toplayanlara
alın teri dökenlere
ekmek kavgası verenlere.
çünkü
namusun en büyük kavgasıdır
ekmek kavgası.
22 Kasım 2010 tarihinde http://www.kritize.net sitesinde,
23 Kasım 2010 tarihinde http://www.erganisoz.com sitesinde,
24 Kasım 2010 tarihinde http://www.ergani.gen.tr sitesinde,
24 Kasım 2010 tarihinde http://www.gonulsitesi.net sitesinde,
26 Kasım 2010 tarihinde http://www.yeniyurtgazetesi.com sitesinde yayınlandı.