/

Meryem Ana Kilisesi [Surp Asdvadzadzin] İle İlgili Edindiğim Yeni Bilgiler

okuma süresi: 11 dk.

Sevgili hemşerim Yılmaz Varol’dan Web sitemdeki “iletişim” sayesinde 11.08.2010 günü bir ileti aldım. İletisinde: “Uzun zamandır merak ettiğim bir sorunun yanıtını buldum, sizin de çok sevineceğinizi düşünerek sizinle paylaşmak istedim. Ergani’deki manastırla ilgili sanırım bugüne dek yazılmış en detaylı bilgi V. Bardizaktsi-B. Natanyan-K.Sirvansdyants, Palu-Harput 1878, II. Cilt Raporlar, sayfa: 511–514’te yer alıyor. Dosya ekleyip yollayabileceğim bir mail adresiniz varsa, ilgili sayfaları taratıp gönderebilirim. Selamlar” diye yazıyordu.

Bu ileti beni çok duygulandırdı ve sevindirdi. Duygulanmama neden, Yılmaz Varol gibi duyarlı hemşerilerimin var oluşuydu. Sevinmeme neden ise, iletide bildirilen bilgiydi. Sevgili hemşerimden hemen söz konusu kitabın ilgili sayfalarını tarayıp e-posta adresime göndermesini sevinçle istedim. Sevgili hemşerim de aynı gün: “Sözünü ettiğim kısmı ekte yolluyorum. Kitabın kapak sayfasını da ekledim. Doğrusu ben okuyunca epeyi heyecanlandım. Sizin de aynı heyecanı paylaşacağınızı umuyorum” diyerek, Meryem Ana Kilisesi ile ilgili bilgileri gönderdi. Sevgili hemşerime teşekkür ediyorum.

Gönderilen metni hemen okudum ve sonra da kitabın kendisini temin edip küçük bir incelemeye tabi tuttum.

Kitap iki ciltten oluşuyor. Birinci cildi Arsen Yarman yazmış, Palu- Harput 1878 –Çarsancak, Çemişgezek, Çapakçur, Erzincan, Hizan ve Civar Bölgeler 1877–1878I. Cilt/Adalet Arayışı adını taşımakta. İkinci cilt iseV. Bardizaktsi, B. Natanyan ve K.Sirvansdyants’in raporlarından oluşuyor, Palu- Harput 1878 –Çarsancak, Çemişgezek, Çapakçur, Erzincan, Hizan ve Civar Bölgeler 1877–1878 II. Cilt/Raporlar adını taşımaktadır. Her iki cilt Derlem Yayınları tarafından Nisan 2010’da İstanbul’da yayınlanmıştır.

Kitaplar güzel bir üslupla kaleme alınmış önemli tarihsel bir kaynak özelliğinde. 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrası, 1879’da, Tanzimat’la vaadedilen reformların ne ölçüde uygulandığını görmek ve mevcut durumu yerinde tespit etmek için, İstanbul Ermeni Patrikhanesi 3 Ermeni rahibi görevli olarak Ermenilerin yoğun yaşadığı yerleşim yerlerine gönderir. Ermeni Rahipler gezdikleri yerler ile ilgili gözlemlerini rapor haline getirirler. Palu-Harput 1878 II. Cilt bu raporlardan oluşuyor. Kitabı yayına Arsen Yarman hazırlamış. Raporları Ermenice’den Sirvart Malhasyan ve Arsen Yarman Türkçeye çevirmişler. Raporlarda ekonomik, politik ve askeri bilgilerin yanı sıra sosyal yaşama dair bilgiler de yer alıyor. Titiz bir çalışma yapılmış. Baskı kalitesi ve karton gömleklerde sunulması da güzel olmuş. Kitabın birinci cildine “Önsöz” yazan New York Devlet Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Donald Quataert’ın belirttiği gibi, okuyucular “bu iki cildi, zengin ve önemli Osmanlı tarihinin araştırılmasına yardımcı olacak olağanüstü gereçler olarak” kullanabileceklerdir. Ayrıca, bu ve benzer kitaplar sayesinde geçmişimiz ve tarih biraz daha yalandan arınmış olacaktır.

Ağrın (Ergani) ile ilgili bilgilerinde içinde bulunduğu İkinci ciltte her üç rahip (Vahan Bardizaktsi, Boğos Natanyan ve Karekin Sırvantsdyants) savaş sırasında ve savaşın hemen ardından gezdikleri şehirlerdeki Ermenilerin yaşadıkları ekonomik sıkıntıları ve duydukları güvenlik endişelerini ayrıntılı bir şekilde anlatıyorlar. Bu anlatımlar sayesinde ayrıca bölgede hâkim olan aşiretlerin baskı ve saldırılarına da maruz kalan Ermeni köylülerin yaşadıkları zor koşullar hakkında da son derece önemli bilgilere sahip oluyoruz. Rahiplerin raporlarında Ermeni manastır, kilise, okul ve dernekleri hakkındaki bilgilerin yanı sıra bölgede yaşayan diğer halklar hakkındaki gözlemlerinin de önemli birer kaynak özelliği taşıdığını düşünüyorum.

Kitabın 511–515. sayfalarında Ağrın /Ergani) ve Meryem Ana Kilisesi [Surp Asdvadzadzin] ile ilgili bilgiler “Arğın veya Argrni” ve “Arğın Kasabası” başlıkları altında yer alıyor. Bu kısımları aynen olduğu gibi bilgilerinize sunuyorum:

«Arğın veya Argrni

Palu‘dan ayrılıp yokuşlu zor bir yoldan ilerleyerek Gaban‘ın dağlık kısmına ulaşıyoruz. Yer yer oldukça taşlı olan yol bize Eğin yollarını hatırlatıyor. Fırat yanımızdan akıyor, bazen şarkılar mırıldanıyor, bazen hüzünleniyor, bazen ağlıyor, daralıyor, genişliyor ama yoluna hep devam ediyor hep akıyor. “Yaz! Ermeniler beni okusunlar… beni hatırlasınlar… beni sevsinler” diyor. Ey güzel su! Kimin için yazayım! Bizimkiler artık Boğaz‘ı, Haliç‘i sayıklıyorlar. Bizim Telemaklar artık Marmara‘nın sularında, adalarında geziniyorlar. Tuna, Seine, Times sularındalar. Nevan’a tapıyor Ludas’ta şenleniyorlar. Onların şen, rahat, eğlenceli güzellikleriyle coşuyorlar. Artık onların sazı oralarda dile geliyor. Sen zavallısın, hüzünlüsün diyorlar. Artık hüzünden ve gözyaşından hoşlanmıyorlar. Sen sefilsin. Süslenir, güzelleşirsen belki o zaman seni sevebilirler… Bu sözlerime karşılık sular da, “Biz ancak onlarla, sadece onlarla süslenebilir, güzelleşebilir, coşabiliriz” diye haykırdılar.

Aşmuşat Ovası‘ndayız. Irmağın bir kıyıya yığdığı harabeleri görüyoruz. Büyük Bağin köyü Bağnadun bölgesinde olduğumuzu hatırlatıyor. İşte Til Köyü, Surp Haç Manastırı da ona bitişik. Tırkhi Köyü‘nde mola verdik.

Ertesi günkü yolumuz aynı şekilde dağlık ve kayalık. Çok yağmur yağıyor. Bir ucu Diyarbakır‘a kadar uzanan Arğın Ovası gözlerimizin önüne serildi. Akşam ayini bitmişti. Arğın Kalesi denilen yüksekçe tepeye inşa edilmiş Partsrahayyats Surp Asdvadzadzin Manastırı‘na girdik, Kalenin duvar kalıntılarından bir kısım hâlâ duruyor. Manastırın hem kilisesi hem de diğer binaları taştan inşa edilmiş. Gösterişli binası yok ama yöredeki diğer binaların yanında isim yapmış. Karmakarışık pek çok oda var. Çeşmesi yok ama iki büyük sarnıcı var, Önderlik binası en gösterişli bina. Oldukça geniş ve derli toplu. Bir tarafına kütüphaneler ve içlerine de elyazması ya da basım pek çok eser oldukça özenli şekilde yerleştirilmiş. Elyazmalarının listesini kolofonlar kısmında görebilirsiniz.

Kütüphanelerin köşesinde küçük bir kapı, kapının üstünde de Erikov‘dan salkım taşıyanlar resmedilmiş. Bu kapıdan içeri çinili küçük bir oda bulunuyor. Odanın içinde de nadide ve değerli sürahiler ve eşyalar vs yer alıyor. İki dolabın da kapılarını Havari Boğos ile Bedros‘un iki görkemli resmi süslüyor. Birinin elinde anahtar, diğerinin elinde kılıç var. Burasını cennet odası diye adlandırıyorlar. Büyük binanın Batı cephesinde inşa edenin adı yazılı. Buradan manastır başrahibinin özel odasına bir kapı açılıyor. Ayrıca yine buradan kilere ve şarap evine geçiliyor.

Kilise kubbeli, yüksek, dört köşe ve kâgir inşa edilmiş sağlam bir yapı. Kapının üstünde “Mihrap Tanrının yardımıyla ve Otman Şah‘ın emriyle Mıgırdiç Nağaşyan Episkopos zamanında 803 tarihinde yapıldı” ibaresi yer alıyor.

Kilisenin içi kubbelere kadar çinilerle kaplı. Surp Asdvadzadzin [Aziz Meryem Ana] adına ithaf edilmiş bir mihrabı var… Sunağın üstündeki Meryem Ana resmi çok ünlü, Rumlar bile büyük saygı gösteriyorlar, zira İncilci Aziz Luka‘nın çizimi olduğu söyleniyor. Dokunduğumda resmin ince bir alçı üstüne yapılmış olduğunu hissettim. Hz. İsa’nın Hz. Meryem’in kucağında resmedildiği başka bir tablo gümüş bir çerçeveye alınmış ve üzerine Latin harfleriyle 1786 tarihi kaydedilmiş. Hz. İsa’nın göğüs kısmına ise Ermenice, “Maden rahipleri ve halk tarafından Rahip Sasunlu Garabed’e Ermeni tarihiyle 15 Mart 1236 tarihinde hediye edilmiştir” yazılmıştı. Resmin konmuş olduğu tahtadan kaidenin üstüne de beyaz harflerle “Tablo Rahip Yeğyazar‘a hediyedir. Galata‘da çizilmiştir” ibaresi yer almaktadır. Manastırı inşa edenin Episkopos Mıgırdiç Nağaş ve onaranın da günümüzden yüzyıl önce Katolikos ve Patrik olan Antepli Yeğyazar olduğu bilinmektedir. Nağaş, Nıpgerd ya da Şehitler şehridir. Episkopos Şımavon’un yerleştirdiği şehit reliklerinin büyük kısmını buraya, bir kısmını da Muş‘taki Surp Garabed Manastırı ve Daron‘daki diğer manastırlara nakletmişlerdir. Ancak söylenceye göre Nakaş‘tan önce burada Aziz Tadeus eliyle yapılmış bir şapel mevcutmuş.

Kilisenin içinde, yıldırım düştüğü günlerde “Ateş, yıldırım ateşini alsın” diyerek yaktıkları, dışı gümüş içi topraktan bir kandil gördük. Manastır bulunduğu mevki itibariyle sürekli yıldırıma maruz kalıyormuş. Kandilin gümüş kısmında “Kandil Rahip Garabed Acemyan hatırasına 1206 tarihinde hediye edilmiştir” kaydı bulunuyor.

Bu kandile benzeyen ama topraktan yapılmış değişik bir örneğini beraberimde getirip Galata Kütüphanesi‘ne hediye ettim.

Binaların onarımıyla ilgili başka bir kayıtta da şunlar yazıyor: “Manastırın odaları İstanbul Patriği Krikor’un vekili Sasunlu Rahip Garabed ve onun selefi Rahip Boğos tarafından 1213’te inşa edilmiştir.” Adı geçen Rahip Garabed’in mezarı tıpkı diğer önderler gibi kilise kapısına bitişiktir.

Manastırın üst tarafında, kayanın tam tepesinde Türklerin Zülfü Peygamber [Zülküfül] adlı tekkesi bulunuyor. Tekkede süslü bir de mezar var. Birkaç duacı orada ikamet ediyor. Adak ziyaretine gelenler oluyor. Saygıdeğer Abidin Paşa manastırda bir gün geceleyince kendisiyle tekkeyi ziyaret etme ve mezarı görme şansına nail olduk. Tarih bize bu kayanın Prens Hapik’in Kalesi olduğunu söylüyor. Mezar da bu cesur ama bahtsız Prense ait olmalı (Urfalı Mateos).

Manastırın kutsal eşyaları ve kıyafetleri çok ünlü, maalesef göremedik. Zira savaş günlerinden beri sıkı korunmaya alınmışlar. Böylesi ıssız bir yerde yaşamak onları dikkatli ve tedbirli olmaya yöneltmiş. Hatta manastırın batısındaki kayalıkların üzerine yeniden duvar gibi bir şey örmüşler. Çünkü hırsızlar birkaç kere manastırı soymaya kalkmışlar, hatta son seferinde taşa tutmuşlar. Buradaki kilisede bulunan eşyalar, kitaplar ve çeşitli nadide eserler, güvenli ve sağlam bir yer olması sebebiyle zaman içinde diğer manastır ve kiliselerden toparlanan şeylerdi. Eşyaların bu kadar özenle ve dikkatle korunmuş olması şimdilerde görev başında bulunan manastır başrahibi Hovhannes‘in eseriydi. Yaşlı ve duyarlı rahip gerçekten de aziz gibi bir insandı. Temiz ahlakı, alçakgönüllülüğü, yapıcılığı ve idareciliği benzersiz bu insan yüzlerce boşboğaz ve gösterişçi rahip ya da papaza bedeldi. Ama O da Hıraşakordz‘un azizliğine uğramıştı. Hıraşakordz manastır idaresini karıştırmanın ve çeşitli zararlara sebep olmanın yanı sıra bir kez daha Patrikhaneyi atlatarak yatılı bir okul açacağına söz vererek manastır idaresini eline almayı başarmıştı. Bu zavallı millet daha ne kadar güzel ama boş vaatlerle kandırılacak? Ne yazık ki kandırma zanaatını kullanan bir tek Hıraşakordz da değil. Manastır rahibinin tek eksiği düzenli arşiv ve kayıt tutmamış olmasıydı. Kendisine bu konuda gereken emri verdik.

Marhasalık bölgesindeki tüm Ermeniler, ziyaretçiler ve civardaki diğer milletlere mensup insanların hemen hepsi, bu değerli insana saygı gösteriyorlar. Çok tahsilli olmasa da iyi niyetli ve çalışkan ve bu özellikler günümüz din adamlarımızda çok ender bulunan bir özellik. Hovhannes dışında manastırda üç genç rahip var. Bu rahipler sırayla kilisede ayinleri icra ediyor, halkı ziyaret ederek dini gereksinmelerini karşılıyor ve onların verdikleri hediyeleri manastıra getiriyorlar. Manastırda altı yetim çocuk ve yedi tane de hizmetli genç var. Bunlar hem okuyor, hem manastıra hizmet ediyorlar. Bağlar ve tarlalar dağın eteklerine yayılmış. Manastıra ait 38 parça tarla, Maden’de 5 dükkân, Çermuk’ta 2 dükkân, Diyarbakır’da 4 ev, Arğın’da 1 ev bulunuyor. Tarlaları marabalar işliyor, tapu ise “Hovagim kızı Maryam” adına kayıtlı. Mülklerin gelirleri dışında 100 lirası var. Manastırın hiç borcu yoktu.

Marhasalık Bölgeleri veya Ermeni Nüfuslu Kasaba ve Köyler

Partsrahayyats Manastırı bölgenin makamıdır ve manastır başrahibi de ruhani önder sıfatını taşır. Kendi görev alanındaki yerlerin bağlı olduğu siyasi idare birimi, madenlerin denetimini yapan mutasarrıfın ikamet ettiği Bakır Maden ya da Arğın Maden‘dir.

Burası hâlâ bir şehir görüntüsü almış değil. Havası da bayağı ağır. Osmanlı İmparatorluğu’nun verimli madenlerinden biri olduğu anlaşılıyor. Çoğunluğu Rum olan oldukça kalabalık bir usta ve işçi grubu bulunuyor. Manastır’dan iki buçuk saat uzaklıkta bulunduğundan önder sürekli gidip gelmek zorunda kalıyor. Maden, Harput ile Diyarbakır arasında bulunduğundan bazen birine, bazen diğerine dahil ediliyor.

Halkı Türk, Zaza, Rum, Kürt ve Ermenilerden oluşuyor.

Ermenilere ait Surp Asdvadzadzin adlı kilisenin 20 buçuk dükkânı, 2 evi, 2 değirmeni, bir bahçesi var. Mülkler “Hovagimyan kızı Maryam” adıyla kiliseye tapulu ve tapular Nalbant Sarkis Mıgırdiçyan‘ın yanında muhafaza ediliyor. Elli talebenin eğitim gördüğü bir okul ve 163 Ermeni hanesi bulunuyor.

Ağrın Kasabası

Esas Ağrın eski ama sağlam bir kaleye sahip. Yine de şehir olarak eski önemini kaybetmiş bir yer. Türk ve Kürtlerden bazı eski ve tanınmış aileler hâlâ ikamet ediyorlar. Ama geri kalan halkın büyük çoğunluğu eğitimsiz. Ermeniler bile terbiyesiz ve kavgacı.

Ağrın, Maden Mutasarrıflığı‘na bağlı ve müdür ikamet ediyor. Bağları, bahçeleri var ve bunları işliyorlar.

Ermenilere ait Surp Sarkis adını taşıyan iki kilise ve iki okul bulunuyor (kapalı). 252 Ermeni hane var.

Payamlı Köyü: Surp Asdvadzadzin adlı bir kilise ve 30 Ermeni hane var.»

07.09.2010 tarihinde http://www.kritize.net sitesinde,
10.09.2010 tarihinde Ergani Haber gazetesinde,
22.09.2010 tarihinde Yeni Yurt gazetesinde yayınlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.