Hilar Kitabımla İlgili Aldığım İki Mektup ve Yazdığım Bir Yanıt

okuma süresi: 20 dk.

Hilar kitabımla ilgili iki mektup aldım. Biri Hilar köyünden, diğeri yurtdışından.

Bu mektupları ve bu mektuplardan birine yazdığım yanıtı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Mektuplar her ne kadar şahsıma yazılmışsa da, esas itibariyle mektubu yazanlar Hilar ve Hilar kitabımı ele almaktadırlar.

Bildiğiniz gibi Hilar dünya kültür mirasının önemli yerlerinden biridir. Böylesine önemli tarihi bir yerle ilgili yapılan yazışmaların kişiler arasında kalmaması gerektiğini düşünüyorum.

Doğu toplumlarının eskiye/tarihe bakışı, belgelerden çok söylentilere dayalıdır. “Zamansız geçmiş” olarak tanımlanır. Tarihi kalıntıların veri niteliği kazanması ve bunlardan, bir zamana ölçeğine bağlı bilgi edinilmesi yeni yeni anlaşılmaya başlamıştır.

Geçmişe dönüp bir baktığımızda bunu daha net görürüz. Örneğin dünya kültürünün en önemli kalıntılarının bulunduğu coğrafyanın hemen hemen tümüne sahip olan Osmanlıların, ya da bu kalıntılarla birlikte yaşayan insanların, Batılı gezgin ve araştırmacılar gelinceye kadar bunlara tümü ile ilgisiz kalmış olması bir rastlantı mıdır? Hayır, Doğulu düşünce tarzının bir sonucudur. Bu düşünce tarzının en tipik örneği Musul Kadısı’nın, Sır Henry Layard’a gönderdiği bir mektupta görebiliriz. Kadı mektubunda şunları yazmaktadır: “…benim bütün yaşamım burada geçti,…ama işim olmayan şeyler ile ilgilenmedim. Buranın tarihine gelince, İslamın kılıcından önce burada olanları ancak Tanrı bilir ve bunu öğrenmenin de bizim için bir yararlı hiçbir tarafı yoktur. …seni ilgilendirmeyen şeylerle uğraşma..” (New York Times, Nisan 1925, s.18. Aktaran: Mehmet Özdoğan, Türk Arkeolojisinin Sorunları ve Koruma Politikaları, s.32, 48.)

Doğulu düşünce tarzından kurtulmanın bir yolu bilimsel araştırmalara önem vermektir, diğer bir yolu da eldeki bilgi ve belgeleri arşivlemek, koruma altına almak ve paylaşmaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle aldığım mektupları ve yazdığım bir yanıtı sizlerle paylaşıyorum. Bu mektuplar ve yazdığım yanıt umarım Hilar’ı daha fazla sahiplenmemize, önemini kavramamıza ve daha geniş boyutta tartışıp ele almamıza bir vesile olur.

Mektupları yazan arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.

1. Sevgili Huneyn Kaygusuz’un Mektubu:

“HİLAR’DAN MERHABA

Anadilim Kürtçe, edebî dilim Türkçe. Ancak ikisini de usulüne uygun konuşamıyor ve yazamıyorum. Bu nedenle imla hatası, devrik cümle vs. hatalarım varsa ve akıcı bir üslup yoksa beni anlayışla karşılayacağından eminim.

Biliyorsun, Hilar’da oturuyorum. Evimin tam karşısında pencereden, balkondan bakarken, merdivenden inerken tam karşımda muhteşem ve görkemli kayalar var. İlk göze çarpan ve çok sevdiğim bir kaya var ki, adı Kevré Mısté Sor’dur. Türkçesi Kırmızı Mustafa’nın Taşı’dır. Ancak Türkçe anlamı pek kulağa hoş gelmiyor ya da ben öyle algılıyor ve düşünüyorum. Takriben ağırlığı beş yüz ton kadardır. İşte o görkemli ve muhteşem Kevré Mısté Sor kadar yüreğin var. Ellerine, ayaklarına ve yüreğine sağlık; onları sevk ve idare eden aklın ve zihninle bin yaşa.

Hani Üçevler’de çocukluğunda yaz geceleri damda yatarken yıldızları sayar dururdun. Sonra bir yıldız kayarken (akarken) yine “biri gitti” diyor ve diyordunuz ya! Ben de çocukluğumda Hilar’da damda akşamları yatağa uzanırken başlardım yıldızları saymaya, sonra yorulup uyurdum. Ertesi akşam tekrar devam ederdim ta ki belli bir yaşa gelinceye kadar devam etti.

Çocukluğumuzda bize söyledikleri gibi eğer uzayda her insana ait bir yıldız varsa, dilerim sana ait olan yıldız en son kayan (akan) yıldız olsun.

Değerli dostum, değerli hemşerim: Çayönü’nden Ergani’ye Uzun bir yürüyüş, On Bin Yıllık Tarihin Tanığı: HİLAR ve Hazinenin Anahtarı (Şiir) adlı eserlerinizin tamamını okudum.

Bu eserlerinizi okumadan önce biri bana yaşımı sorsaydı on yıl önce elli derdim. Bu gün altmış derim. Ama eserlerinizi okuduktan sonra on bin yaşındaymışım gibi geliyor bana. Çünkü on bin yıl önce Hilar’da, Ergani’de, Mezopotamya’da olup bitenlerin birçoğuna tanıklık ettim. Vahşi insanlarla dolaştım, doğayla mücadele ettim. Avcı oldum, toplayıcı oldum. Çaresi olmayan hastalıklardan dolayı kaybettikleri çocuklarının acılarını paylaştım. Sonra barbar insanların Hilar’da, Ergani’de ve Mezopotamya’da yaptıklarını bir film seyreder gibi izledim. Şimdi ise Hilar’da, Ergani’de ve Mezopotamya’da uygar(!) insanların ne yaptıklarını görüyorum ve yaşıyorum.

Zamanında ve gününde iyi mücadele verdin, fazlasıyla bedel ödedin. Bu gün de en iyisini yapıyorsun. Ben hiç komünist olmadım, o tadı tatmadım ya beceremedim. Ya da cesaretim yoktu. Belki de o bilince sahip değildim. Açıkçası o duyguyu yaşayamadım. Ben kendisiyle barışık bireylerden oluşan sosyalist bir düzenden, sistemden yana oldum. Halen de öyleyim. Tabi ki komünistleri hep sevdim.

Komünistim demekle komünist olunmaz derim.

Bilgi paylaşımının ne kadar gerekli olduğunu daha iyi anlıyorum. Bu nedenle bazı konularda bilgilerimi kendi yorumumla sizinle paylaşmak istiyorum.

HİLAR kitabınızda sayfa 66’da; “Ayrıca, yerleşim yerindeki meydandan uzaklaştıkça evlerin küçüldüğü ve daha yoksul insanların yaşadığı kesimlerin varlığı saptanmıştır” diye yazmaktasınız. Bundan şunu anlıyorum: Neolitik çağda kent merkezi ile varoşların, lüx evler ile gecekonduların temeli atılmış. Varlıklı-fakir, güçlü-zayıf, ezen-ezilen bir sistemin ve adaletin olduğunu anlıyorum.

Ne kadar güzel! M.Ö. 3.000 yıllarından günümüze kadar Hilar’da hüküm süren, devir ve devranlarıyla Mittanniler, Asurlar, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Ermeniler, Romalılar, Bizanslar, Emeviler, Abbasiler, İnanoğulları, Akkoyunlar ve de Osmanlılar hakkında bazı bilgilere sahip oldum. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni de zaten yaşıyorum.

Yine HİLAR kitabınızın 113.sayfasında “Hilar kayalıkları içersinde kırk merdivenli bir kuyu bulunmaktadır” diye yazıyorsunuz. Sanırım yararlandığınız kaynaklardan yanlış bir bilgi almışsınız. Çünkü kayalıklardaki kuyuda kırk merdiven yok, sadece bir merdiven var. O da kırk basamaklı (ayaklı). İndikçe sağa doğru kavislidir. Dibinde de bir zamanlar içilebilen su bulunmaktaydı. Şu anda bakımsızlıktan suyu gözükmemektedir. Rahmetli Annem 1930’lu yıllarda buradan eve soğuk su getirirmiş. Asıl ismi Çelpé (Çelpı)’dır. Kürtçede pé ayak, çel kırk demektir. Yani bu kuyunun Türkçe ismi Kırkayak (Kırkbasamak) kuyusudur.

119. sayfada “Xıre Sinka” diye yazıp bahsettiğiniz yer, benim bildiğim kadarıyla, bu yerin gerçek ismi Xirbé Sınga dır. Xirbé Türkçede harabe anlamındadır. Sıng ise, göğüs anlamındadır. Türkçede dağın önü, dağın eteği, dağın başı, zirvesi vs. denildiği gibi Kürtçede de Péş Çıyé, Seré Çıyé, Bé Çıyé, Sınga Çıyé şeklindedir. O dağın göğsünde bir harabe var, yani Xirbé Sınga’nın Türkçesi göğüsteki harabedir. Harabenin hangi kavime ve kimlere ait olduğunu bilmiyorum. O harabelerin alt kısmında (güneyinde) Berwan dağına doğru dedemden kalma altmış dönümlük bir tarlamız var. Bir zamanlar o tarlanın tamamı üzüm bağıymış. Ben asmaların izlerini gördüm. Eski üzüm bağı yeri olduğu için ve yok olmuş bağ yeri için Kürtçede Xopana denir. Biz şu anda oraya Xopana tarlası diyoruz. Tarlanın üçte biri bana aittir. Bu sene oraya mercimek ekmişim. Yine bazı düzeltmeler yapmak istiyorum: Kevre Gere’nin doğrusu Kevré Geré, Kevre Kele’nin doğrusu Kevré Kelé, Warge ise Wargé, Tahte Bulxur da Tahté Bulxur’dur.

Okuduğum eserlerinden biri yedi yüz küsür, biri üç yüz küsür sayfadan oluşuyor. Toplam bin küsür sayfa ve her sayfası bir birinden değerli bilgilerle dolu olan eserlerinin özetini çıkartmak için yazmadım. Değil özetini, özetinin özetini bile çıkartamam.

Amacım bir mektup yazıp sana MERHABA demekti.

Bana bu zevki tattırdığın için çok sevindim.

Saygılar ve sevgiler sunar gözlerinden öperim.

İYİ YAŞA!..

28.02.2010
Huneyn Kaygusuz
Hilar Köyü-Ergani”

2. Yurtdışından Gelen Sevgili Kamil Sümbül’ün Mektubu:

“(…)

Hilar kitabini okurken bazı notlar tutmuştum ve o notlara dün gece bir göz atıp artık cevap yazmalıyım dedim.

Hilar kitabın tam bir arkeolog araştırması ve o dönemi sanki az da olsa yaşıyormuş ya da yaşamlarını şekillerle, yapılarla, bıraktıkları izlerle açıklamaya çalışmışsın ve seni kutlarım. Ergani’ye ve Bölgemize, tarihi araştırmalara iyi bir katkın olmuş. Fakat bazı kendime özgü düşüncelerimi de söylemek istiyorum.

Hilar Kürdistan’da ve orada yüzyıllarca Kürtler yaşamış. İsa’dan öncede günümüzdeki Kürtlerin ataları mı yoksa başka halklar mı, ayrı bir değerlendirme. Kitapta kullandığın dil aynı dışarıdan gelen bir arkeologun dili ya da İstanbullu bir Türk arkeologun araştırması. Senin kökeninde hangi halk olup olmaması önemli değil ve o bölgenin insanısın ve kullandığın dil, o bölgenin adamı dilinden ziyade araştırmaya dışarıdan gelen bir bilim adamının değerlendirmesi gibi geldi bana. Belki de yanılıyorum, ama ben öyle anladım.

Devletin asimilasyoncu-resmi dilini yer yer kullanmamana rağmen, yine de sıkça kullanıyorsun. Örneğin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi, bu adı bölgeye takanlar cumhuriyet sonrası Türk yönetim takımı. Bazen de Yukarı Mezopotamya adını kullanmışsın ve en uygunu da bu ad bence. Tarihçi ve arkeologlar geçmişi incelerken 2-3 bin yıllık yeri eski adıyla anmalı yoksa son 50 yılda zorlamayla adlandırılan isimlerle değil.

Bir değerlendirmen de Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla Batının denizlere açılışını açıklaman Türk tarihçilerin görüşü. Burada ben 5 ay tarih okudum, okulda öyle bir değerlendirme hiç yapmadılar. Batı tarihçileri, denizlere açılmayı İstanbul’un Osmanlılarca alınmasına değil, gelişen tekniğin, buluşların verdiği bir sonuç olarak görmektedirler. Ayrıca şövalyelik diye bir olay var. Bu kahramanlık taslayan ekip gözü hep dışarıda ve yeni yerler, yeni zenginlikler bulma peşindeler. Batı Avrupa’daki toplumsal gelişmeler bunu dayatıyor, yoksa Türk tarihçilerin dediği Fatih’in çağ değiştirdiği tezi sadece Türkiye’deki tarih kitaplarında var. Burada ise AYDINLANMA ÇAĞI diye anılıyor ve gerekçesi de başka nedenler.

Diğer bir nokta da Ergani’deki Ermenilerin gidişi veya ayrılmak zorunda kalış deyimi de biraz düzeni fazla rahatsız etmemeye çalışan cümleler. Ermeniler soykırıma uğradılar, adını tam koymak lazım. Ayrıca da bu cümleyi Martin Van Bruinessen’e atıfta bulunmuşsun, vaktim olsa da Martin Van’in kitaplarını karıştırıp onun Ermeni olayını nasıl değerlendiriyor, bilmek de istiyorum.

İnsanlığın ilk yerleşim yerleri nerede, dağ doruklarında mı yoksa ırmak kenarlarında mı sorusunu bence de iyi koymuşsun. Bu tartışma insanlığın ilk toplu yerleşimini açıklamak için bence bir anahtardır.

Kitabında arada bir Çayönü olan uyduruk isminin yerine QOTE BER ÇEM’i kullansan da ağır basan yine uyduruk Çayönü adı yaygın, bu konuyu seninle eskidende tartışmıştık. Hilar kelimesinin Türkçe kökenini aramak, bence boşa kürek sallamaktır. Türklerin Anatolia’ya gelişleri 11. yüz yılla birliktedir, tersini iddia etmek bizleri ırkçı Kemalistlerin “Türk Tarih Tezi” olan tüm ırklar Türk kökeninden gelmeye götürür. Bu da Çetin Altan’ın deyimiyle Türke Türk propagandasından başka bir şey değildir.

Hilar’a devlet Sesverenpınar hiç tutmadıysa niye Qote ber çem değil de Çayönü’nde ısrar ediliyor? Tillhuzur yazarken parantez içinde günümüzde devletin taktiği adı paranteze alıyorsun, ayni şeyi Qote ber çem için yapmıyorsun. Çayönü ismini bir kazanım diye (s.36) belirtirken bence Hilar olmalıydı.

Sabiler çok ilginç, önceden de kısıtlı bir bilgim olmasına rağmen senin SABİ’lerle ilgili açıklamaların benim bilgi dağarcığıma katkı yaptı ve kısmen de olsa senin sayende bilgi edindim.

Birçok kimyasal terimleri bazen parantezde Türkçe karşılığını vermene rağmen çoğunlukla vermemişsin. Kimya ve arkeolojik terimleri bilmeyenler için anlaşılması zor olabilir, kitabın sonunda o tür kelimeleri bir fihrist şeklinde Türkçe karşılıklarını verseydin daha iyi anlaşılır olur düşüncesindeyim. Örneğin; Obsidiyen, mikrolit, paleolitik dönemler (alt-üst), neolitik, kalkolitik, nekropol vs…

Sahife 120, 121, 122 ve sonrası bazı isimler var, hem Türkçe hem de parantez içinde günümüz Kürtçesiyle yazmışsın? Türkçe isimleri bir yana bırakalım, bu Kürtçe adlar orijinal mi yoksa sonradan yazılan mı?

Örneğin; İç Kale-Kevré Kelé, Çelpé, Wargeh Xirbé, Kevré Geré, Sikefta Kirassoya, Taxté Bulgxur (Kürtçede bulgur diye geçmez SAWAR diye geçer) ve diğerleri, dikkatimi çekti, bu isimler arkeologların adlandırdığı mı yoksa sonradan verilen Kürtçe-Türkçe adlandırmalar mı? Veya bu yer adlarının eski isimlerini de arkeologlar biliyorlar mı?

Ellsworth Huntington’un çeviri yazısını ilgiyle okudum. Bulmak için bir yıldan fazla bir zamanımı almıştı. Gerçekten ilginç, fakat günümüzdeki tarihçiler Huntingtton’un bazı değerlendirmelerine katılmıyorlar.

Şerafettin Güneli’nin Zagros yöresindeki değiştirilen tarihi yer isimleri yazısı yerinde bir tepki, fakat kendisinin doğup büyüdüğü yer olan Qote ber çem ismi yerine uyduruk Çayönü ismini kullanması kendisiyle çelişiyor diye düşünüyorum.

Sevgili arkadaşım, Hilar kitabini okuyunca sanki kendin kazma-kürek elinde kazı yaparak, iğneyle eşerek tarihi ortaya çıkarıyorsun duygusunu edindim ve çokta güzel bir emek sarf etmişsin.

Kitabin genelindeki bilimsellik ve arkeolog dili son bölümde biraz basit bir anlatıma dönüşmüş gibime geldi. Örneğin Dördüncü Bölüm. Bu bölümde anlatmaya çalıştığın birçok iş ve yemek çeşidi günümüzde bile hala devam etmekte veya çocukluğum bu tür üretime yetişti. Nergizleme yemeği baharın yapılan özellikle Newroz ve Hidirellez’de millet kırlara çıkıp yapardı. Çocukluğumda OGLAK kesme diye bir gelenek vardı, millet kırlarda toplanıp Nergizleme yapıp yerdi ve Oğlağı düzenleyen aile kazanlarla bulgur pilavı ve üzerine kesilip pişirilen oğlak eti koyup dağıtırlardı. Demek bu bahar salatsı yemeği çok eskiymiş, üzüm ezme-şira olayı hala bişme- bulamaç adı altında bağları olan yapıyor, göşgerlik, dabaklık vs.

Sonuç ve öneri bölümün çok yerinde, bizlerin en büyük sorunu tarih bilincine sahip olamama sorunudur.

Eline sağlık.

Artık Bölgemizde tarihi araştırma yapmak isteyen her tarihçi için Hilar kitabın bir başucu kaynağıdır bence.

Selamlar…

Kamil Sümbül
05.03.2010
İsveç”

3. Sevgili Kamil Sümbül’e Yazdığım Yanıt

Sevgili Kamil,

Yoğun işlerin arasında zaman yaratıp kitaplarımla ilgili düşüncelerini yazman sıcak ilişkimizin bir nişanesi olarak görüyor ve size teşekkür ediyorum.

Siz benim sadece bir tanıdığım değil; siz benim arkadaşım, dostum, yoldaşım, hapishane arkadaşım ve canımsın, ciğerimsin.

Sizin eleştirileriniz, önerileriniz benim için her zaman değerlidir. Bir kısmına katılmasam da, onlar benim için yine de yazdıklarımı ve düşüncelerimi yeniden akıl süzgecinden geçirmemin bir tetikleyicisi, yanlışlardan sıyrılmamın bir uyarıcısıdır. Eleştiri-özeleştiri; övgü-yergi; dua-beddua ikiz kardeşlerdir. Kendimi en azından eleştiriye hep açık biri olarak bilir ve yeri geldiğinde de özeleştirimi yaparım. Ve özeleştiri yapmanın da bir erdem olduğuna inanırım.

Hilar kitabim ile ilgili övgülerin ve eleştirilerin için öncelikle teşekkür ederim, bu bir. İkincisi, eleştirilerin ile ilgili kısımları yanıtlamadan önce, bir hususu hatırlatmak istiyorum. Ben, gerçek anlamda ne akademisyen, ne tarihçi, ne yazarım. Yüksek öğrenim görmüş bir Kimya Mühendisiyim ve bir tercih sonucu uzun yıllar TKP saflarında mücadele etmiş bir komünistim. Ama olaylar ve olgular beni bazı şeyleri yapmaya itekledi veya bazı şeyleri yapmaya kendimi borçlu hissettim. Yazdıklarım bir vefa borcu olarak algılanmalı bence. Ve kendimi yazma konusunda da hep amatör olarak görürüm. Üçüncüsü, bizler genelde çok konuşup, az iş yapan bir karakteristik yapıya sahibiz. Oysa sözün kalıcılığı yoktur. Olayları, olguları, yaşananları, yaşadıklarımızı kalıcılaştırmalıyız. Bu nedenle, yerel olarak Ergani, Çermik ve Maden’le ilgili elime geçen veya bulduğum bilgi ve belgeleri paylaşıyorum, kendi ilgi alanıma giren sanat, politika, tarih, çevre ve teknik konularda düşüncelerimi kaleme alıyorum. Okuyanımız kadar yazanımızda eğer olursa, o zaman gerçek anlamda bir yol almış olduğumuza inanacağım.

Şimdi sırasıyla Hilar kitabıyla ilgili eleştirilerine yanıt vermeye çalışayım:

1. “Kitapta kullandığın dil aynı, dışarıdan gelen bir arkeologun dili”, …”dil o bölgenin adamı dilinden ziyade araştırmaya dışarıdan gelen bir bilim adamının değerlendirmesi gibi geldi bana” diyorsun.

Biraz haksızlık ediyorsun gibime geliyor. Sadece sayfa 25-29’da “Tarih Nedir, Tarihi Kimler Yazar ve Ne Yapmalıyız” başlıklı kısmı bir daha okursan, bu konuda yanıldığını göreceksin. Bir yazıda içerikten çok içinde geçen sözcükler mi o yazının değerini belirlemektedir? İlla ki, Kürdistan, Kürt sözcüklerinin mi geçmesi gerekir.

2. “Devletin asimilasyoncu-resmi dilini yer yer kullanmamana rağmen, yine de sıkça kullanıyorsun. Örneğin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi, bu adı bölgeye takanlar cumhuriyet sonrası Türk yönetim takımı” demene gelince;

“Güneydoğu Anadolu Bölgesi” dediğim yerler genellikle rapor veya kitaplardan aldığım alıntılar kısmında geçmektedir. Alıntı yaparken etik olarak orijinaline sadık kalmak gerekir diye düşünüyorum, bu bir. İkincisi beğensek de, beğenmesek de Türkiye’nin idari yapısında var olan bir bölge bu isimle adlandırılmaktadır.

3. “Fatih Sultan’in İstanbul’u almasıyla Batının denizlere açılısını açıklaman Türk tarihçilerin görüşü”dür diyorsun.

Sayfa 19-20 de “Hilar’ın Konumu” başlıklı bölümde bu konu geçmektedir. Burada Hilar’ın tarihte var olan önemini yitirmesine neden olan birçok olay sıralanmaktadır. Hilar ve Diyarbakır’ın stratejik önemini yitirmesine neden olan olaylardan biri de İstanbul’un alınışını yazmışım.

Onun bunun ne yazdığını bir tarafa bırakalım; İstanbul alınınca Anadolu üzerinden Ortadoğu, Yakındoğu ve Uzakdoğu’ya karayoluyla yapılan ticaret ve ulaşım Osmanlıların denetimine geçmez mi? Osmanlı’nın üretimi mi var? Geliri savaş ganimeti, vergi ve haraç değil mi? Batıdaki Aydınlanma ve arayışları 1453’te İstanbul’un alınışıyla örtüşünce denizlere açılım başladı diyebiliriz diye düşünüyorum.

4. “Ergani’deki Ermenilerin gidişi veya ayrılmak zorunda kalışı deyimi de biraz düzeni fazla rahatsız etmemeye çalışan cümleler. Ermeniler soykırıma uğradılar, adını tam koymak lazım” diyorsun.

Haklı olabilirsin. Ben, kitapta ne Ermeni “olayını” ve ne de öyle konuyla ilgili yaşanan olayları anlatıyorum. 1453 İstanbul’un fethi gibi Hilar’ın konumunu yitirmesinin nedenlerini sıralıyorum. Bir tek bir cümleyle; “Ermenilerin “gidişi” veya ayrılmak zorunda kalması sonucu…” Hilar ve bölgesi stratejik önemini yitirdi diyorum. Gidiş sözcüğünü de tırnak içinde italik yazıyorum. Kitabı okurken, kanımca kafan başka şeylerle fazla meşgul olduğu için bazen başını kaçırıyorsun.

Martin Van Bruinessen’in kitaplarını okuman istemen iyi bir istem. Türkçeye çevrilmiş çok sayıda kitabı var. Ben 2-3 tanesini okudum. Bulup okumanı öneririm.

Meraktan soruyorum: Martin Van Brunnese’in Kürtçeye çevrilmiş kitapları var mı?

5. Çayönü konusuna gelince.

Bu konuda daha önce de konuşmuş ve de yazışmıştık. Önce bir yanlışlığı düzeltmek istiyorum. Çayönü ile Hilar aynı şey değil. Çayönü, Hilar köyünün içinde var olan sadece bir tepenin ismidir. Arkeolojik kazılar bu tepede yapıldığı için Çayönü kazıları olarak anılmaktadır. Hilar mağaralarıyla da bir alakası yoktur. Sizin eleştirileriniz üzerine Çayönü yazdığım zaman parantez içersinde Qote Ber Çem de yazmaya başladım. Ama Dünya Arkeoloji Literatürüne Çayönü olarak girdiği için, ben dâhil bildiğim kadarıyla tüm Kürt yazarlar Çayönü diye yazıyor. Bir de, yazdığım gibi ben ve Kürt yazarlar kitap ve raporlardan alıntı yaparken orijinaline etik olarak sadık kalmak zorunda kalış olmamızdan belki Çayönü sözcüğü fazla dikkatini çekmektedir.

6. “Hilar’a devlet Sesverenpınar hiç tutmadıysa niye Qote ber çem değil de Çayönü’nde ısrar ediliyor? Tillhuzur yazarken parantez içinde günümüzde devletin taktiği adı paranteze alıyorsun, aynı şeyi Qote Ber Çem için yapmıyorsun. Çayönü ismini bir kazanım diye (s.36) belirtirken bence Hilar olmalıydı” diyorsun.

Sevgili arkadaşım, bu paragrafında bazı şeyleri bir birine karıştırmaktasın. Yukarda yazdım, tekrar yazayım. Çayönü, Hilar köyü içersinde yer alan sadece bir tepenin ismidir. Hilar ise hem eski anlamda ve hem de günümüzde mevcut köyün ismidir. İkisini birbirine karıştırmamak lazım, bu bir. İkincisi, ben sözünü ettiğin (s.36) da “Dünya kültür tarihinde” Hilar’ın yer almamasına sitem edip, teselli olarak da “Çayönü’nün Dünya kültür tarihinde yer alması da bir kazanımdır” diyorum. Hep yineliyorum: Çayönü, Dünya Arkeoloji Literatürüne “Çayönü” olarak girmiş, ama Hilar’ın kendisi tune.

Tillhuzur’a gelince; Tillhuzur, Tillhuzur olarak dünya arkeoloji literatürüne girmiştir.

7. “Birçok kimyasal terimleri bazen parantezde Türkçe karşılığını vermene rağmen çoğunlukla vermemişsin. Kimya ve arkeolojik terimleri bilmeyenler için anlaşılması zor olabilir, kitabin sonunda o tür kelimeleri bir fihrist şeklinde Türkçe karşılıklarını verseydin daha iyi anlaşılır olur düşüncesindeyim. Örneğin; Obsidiyen, mikrolit, paleolitik dönemler (alt-üst), neolitik, kalkolitik, nekropol vs” diyorsun.

Bak, bu konuda haklısın. Ben biliyorum ya, okuyanlarda bilir mantığı mı diyelim. Yok değil, aklıma gelmedi. Bazen en basit şeyler bile insanın aklına gelmeyebiliyor. Oysa alabildiğine sade bira anlatımı hedefledim. Klasik arkeolojik kavramlarla okuyucuyu boğmak istemedim. Yer yer masal, öykü veya sade deneme türünde tarihi anlatmaya çalıştım. Bunu en belirgin olarak da “Dördüncü Bölüm”de yaptım.

8. “Sahife 120, 121, 122 ve sonrası bazı isimler var, hem Türkçe, hem de parantez içinde günümüz Kürtçesiyle yazmışsın? Türkçe isimleri bir yana bırakalım, bu Kürtçe adlar orijinalli mi, yoksa sonradan yazılan mı?  …Bu isimler arkeologların adlandırdığı mı yoksa sonradan verilen Kürtçe-Türkçe adlandırmalar mı? Veya bu yer adlarının eski isimlerini de arkeologlar biliyorlar mı?” diye soruyorsun.

Bu Kürtçe isimlerin orijinal olup olmadığını bilemiyorum. Zaten Kürtçe’de bilmiyorum. Kitabı yazmadan önce 5-6 kez Hilar’a gittim. Hilar’da bir arkadaşım var. Beni her gittiğimde gezdirdi, anlattı ve ben notlar aldım. Sonra tekrar gittiğimde kafama takılan yerleri sil baştan sordum. O arkadaşım ve başka köylüler sorularıma yanıtlar verdiler. Yer isimlerinin Kürtçe yazılışını Kürtçeden anlayan başka arkadaşlara kontrol ettirdim. Yukarıdaki yer isimleri bugün köylülerin kullandığı güncel Kürtçe yer adlarıdır diyebilirim ancak. Ama araştırmak lazım. Arkeologların bilip bilmediğini de bilmiyorum. Arkeologlar şimdiye kadar Qote Ber Çem’in dışına pek çıkmadılar. Onlar daha çok toprağın altıyla uğraşıyorlar. Bu yer adlarını ben kendim köylülerin anlatımına dayanarak yazdım.

9. Ellsworth Huntington’a gelince;

Ellsworth Huntington’ın yazısını çok aramıştım. Senin sayende yazıyı bulup, çevrisini Nurettin dayıma ve işyerinden bir arkadaşıma yaptırarak kitaptaki yerini aldı. Size, Nurettin dayıma ve işyerindeki arkadaşıma teşekkür borcum var.

10. “Şerafettin Güneli’nin Zagros yöresindeki değiştirilen tarihi yer isimleri yazısı yerinde bir tepki. Fakat kendisinin doğup büyüdüğü yer olan Qote ber çem ismi yerine uyduruk Çayönü ismini kullanması kendisiyle çelişiyor diye düşünüyorum” diyorsun.

Valla ne düşünürsen düşün. Sana şunu diye bilirim: Qote ber çem ismini Çayönü Tepesi diye Türkçe çeviren ve arkeologlara veren bizzat Şerafettin Güneli’nin kendisidir. Kitabımda bunu yazmışım (s.14).

11. Hilar’la ilgili son bir not: Hilar kitabımda sizin de emeğiniz var. Sağ olun. Ayrıca övgülerin için de çok çok teşekkür ederim. İyi ki sizin gibi candan bir arkadaşım ve yoldaşım var.

Selam ve sevgiler.

5 Mart 2010/İstanbul
Müslüm Üzülmez

12 Mart 2010 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayınlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.