Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında demokratikleşme gelir. “Devlet-ulus” üzerine kurulu yapının neden olduğu sorunlar ertelenip çözümlenmediği için birikip yığıldı. Şimdi hepsi bir bir baş ağrıtıyor, peş peşe gündeme geliyor: Kürt sorunu, Alevi sorunu, Ermeni sorunu, azınlıklar sorunu, Romanlar sorunu vs…
Bu sorunların içersinde en “ağır” ve “köşeli” olanı “Kürt Sorunu”dur. Çünkü, Kürt sorunu tüm sorunların anasıdır. Ve ne hikmetse, sanki “sorunu” yaratan Kürtlermiş gibi, hep “Kürt Sorunu” deniliyor veya demekteyiz. Aslında “sorun” olan veya “sorunu” yaratan Kürtler değil, bu “sorunu” yaratanlar Kürtlerin doğuştan gelen haklarına “yasak” koyanlardır. İşin acı yanı, Kürtler “olayın” mağduru olmalarına karşın, “olayın” suçlusu gibi gösterilmekte, ve çok kişi de buna gerçekten inanmaktadır. Doğrudur. Bir Kürt “meselesi” vardır. Ama dediğim gibi, bu “sorunu” Kürtler yaratmadı. Yıllardır, hem Kürtlerin varlığı ve hem de dilleri yok sayıldı. Varlıkları inkâr edildi. Görmemezlikten gelindi. Yetmezmiş gibi, baskı ve zulüm gördü. Binlerce insanımız öldü/öldürüldü, sakat kaldı, yerinden yurdundan oldu. Ekonomik kaynaklarımız boş yere heba edildi. Akıllara ziyan olaylar yaşandı.
Bugün gelinen aşamada, artık kimse “Kürt yok”, “Kürtçe denilen bir dil yok” demiyor veya diyemiyor. Ama iş doğuştan gelen haklarının tanınmasına veya verilmesine gelindiğinde, yine “su koyveriliyor”. Kürt meselesi, Kürtler muhatap alınmadan “çözülmek” isteniyor. Kürtler ise, “barış” diyor, “diyalog” diyor, “çözüm” diyor, ama muhatap bulamıyor. Ortada böylesine garip bir durum var. Muhataplar karşılıklı oturup sorunu veya meseleyi enine boyuna tartışmadan, görüşmeden, temel konularda mutabakata varılmadan bu sorun nasıl “çözülecek” doğrusu merak ediyorum?
Kürt meselesinin çözümü konusunda Amerika’yı yeniden keşfetmeye de gerek yok. Kendimize örnek aldığımız Batı ya da Avrupa Birliği’ne üye ülkeler bu sorunu nasıl “çözmüş”ler diye merak edip yaptıkları çalışmaları incelememiz halinde çok önemli ipuçlarını yakalayabiliriz. Çünkü Avrupa uzun bir süredir bu süreci yaşıyor.
Bu süreçle ilgili yapılan çalışmaları, yaşananları ve gelişmeleri iyi izlemememiz lazım. Süreci yakından takip edenlerden biri olan M. Şehmus Güzel’in yeni yayınlanan Devlet-Ulustan Federasyona(*) kitabı bu anlamda bence önemli. Kitap, akademik olmayan bir dille, sanki sohbet edercesine kaleme alınmış. Okunması ve anlaşılması kolay. Üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken “şeyler” anlatılmakta:
“Çözüm ya tek başına aranır. Ya toplumla birlikte. Toplumun temsilcileriyle. Birincisindense ikincisi tercih edilir yoldur. Dünyada ve bize yakın olması nedeniyle kötü örnekleri aynen alınan, yıllar geçse bile değiştirilmeyen, iyi örnekleriyse maalesef görmemezlikten gelinen veya hiç bilinmeyen Avrupa’da gidiş bu yöndedir. Avrupa’da bugün devlet-ulus yapısı tümüyle terk edilmiştir, federal yapılı, yerinden yönetilen, çok özerklikli devlet yapıları benimsenmiştir. Evet, Avrupa’da çokdillilik, çokkültürlülük, çokrenklilik esastır.” (s. 11)
“Devlet-ulusların onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyılda veya yirminci yüzyılın başındaki gibi sürgitmesinin mümkün olmadığını gören Avrupa devletlerinin kimi ‘akıllı’ yöneticileri ‘paçayı kurtarmak’ için devlet-ulus isimli merkezci, asimilasyonist, başa bela, dediğim dedik, kestiğim kestik, astığım astık, hotzotcu devlet yerine, yerinden yönetime, adem-i merkeziyete, desantralizasyona geçerek federal yapılanmaya doğru adımlar attılar. Kimi ismini söyleyerek, kimi söylemeyerek federal yapıyı seçti. Bugün Avrupa Birliği (AB) üyesi devletler arasında açıkca ve ismi üstünde federal yapılı Almanya Federal Cumhuriyeti, Avusturya (Federal) Cumhuriyeti, İspanya Krallığı, Belçika Krallığı, İngiltere Krallığı örnekleri iyi biliniyor. Ama Fransa ve İtalya’daki ‘bölge’ sistemi de ismini söylemek istemeyen bir ademi merkeziyet biçimidir, yerinden yönetim düzenidir.” (s. 13)
“AB bünyesinde geçmişte devlet-ulus yapısını benimsemiş devletlerin tümü bugün federal yapılara geçmiş durumdalar. Dahası AB bizzat kendi düzenlemeleriyle, kendi tüzel kurallarıyla yerel yönetimlere daha çok ve daha geniş yetkiler tanınmasını öneriyor, devletlerin kimi yetkilerini yerel mekanizmalara bırakmasını istiyor. AB bizzat kendisi federal veya konfederal bir yapıya doğru ilerliyor. Evet, günümüzde AB’de tarihin yürüyüşü bu yöndedir.” (s. 16)
“Fransız usulü devlet-ulusu kopya eden bölgemizin, haklarına düşman devletlerin bu ‘kendi ulusunu’ inşa işine 1920’lerden, 1930’lardan sonra başlaması ve en çekilmez rejimleriyle halklarını, yani bizzat kendi yurttaşlarını, neredeyse bir yüzyıldır inim inim inletmelerine artık bir son verilmesi gerektiğine inanıyorum.” (s. 17)
“Avrupa’daki bütün devletleri devlet-ulus yapısına sahip sanmak cehalettir. AB üyelerinin tümünün öteden beri devlet-ulus modeline sahip olmadıklarını, olanların da bundan çıkmaya başladıklarını, bu çalışmada sergilemeye, anlatmaya çalışıyorum. AB bünyesinde ve bütün Avrupa’da bu alanda son elli veya altmış yılda bulunan çarelerden biri federal devlet yapısı oldu. Halklarını ve böylece coğrafyalarının bir parçasını da yitirmek istemeyen bütün devletlerin benimsediği akılcı yol budur. AB bünyesinde ve üye her devletin kendi sınırları içinde bu yönde çok açık bir gelişme yaşandı ve yaşanıyor. Devletler üstü düzeyde ise Avrupa Federasyonu veya Avrupa Konfederasyonu yaratılmak isteniyor: Resmi ismi belki Avrupa Birleşik Devletleri olacak/olabilir. AB ve AB üyesi devletler bünyesindeki gelişmelere benzer birçok örnek daha verilebilir. Bütün bu örnekler devlet-ulus yapısının tek devlet yapısı olmadığını, bu yapının neredeyse bütün devletlerce terk edildiğini ve federal yapılara gidildiğini, bunların hiçbir yerde bölünmeyle sonuçlanmadığını da eklemek olası.”(s. 25)
“12 Eylül 1980 askeri darbesinden günümüze otuz yıl geçti, bu otuz yılda toplumda korku belasını alt edenlerin sayısı da arttı. Onca yasaklamaya, gazete binalarının ve yayınevlerinin bombalanmalarına, cinayetlere rağmen bugün muhalif görsel ve yazınsal medya dev adımlarla ilerliyor. Karanlığın beli kırılıyor. İnternet siteleri aptal yasakları darmadağın ediyor. Haberler her türlü ağın deliklerinden geçiyor ve ulaşıyor her yere. Arapça, Ermenice, Fransızca, İngilizce, Kürtçe, Lazca dergi ve gazeteler, kitaplar yayınlanıyor. Umarım pek yakında diğer dillerden yayın organları da yerlerini alırlar. Tek dil yerine pek çok dil, tek ideal yerine birçok ideal, tek kültür yerine birçok kültür her zaman daha iyidir. Her zaman daha yararlıdır. Çokdillilik, çokkültürlülük korkunun yenilmesinin Türkçesidir. Evet, çokluk tekliği yeniyor. “(s. 95-96)
“Bugünden bakılınca umutlu olmak için her şey hazır. Biz de hazırız barış içinde ve kardeşçe yaşamaya. Beşiklerimizin mezarlarımızdan daha çok olmasını arzuluyoruz çünkü.” (s. 93)
***
Kısacası, Devlet-Ulustan Federasyona kitabında Avrupa’da devlet-ulusların neden, niçin ve nasıl federasyon tipi yapılanmalara evirildikleri, yerinden yönetimlere geçtikleri İtalya Cumhuriyeti, Belçika Krallığı, İspanya Krallığı, Fransa Cumhuriyeti, Kıbrıs ve Malta Cumhuriyetleri ele alınarak anlatılmakta. Güncel. Okumakta yarar var.
(*) M. Şehmus Güzel, Devlet-Ulustan Federasyona, Kardelen Yayıncılık, Nisan 2010, İstanbul, 102 sayfa.
17 Haziran 2010 tarihinde www.sivildusunce.com,
17 Haziran 2010 tarihinde www.kritize.net,
18 Haziran 2010’de http://www.ozgurmedya.org/newsdetail.asp?CatID=25&NewsID=7888,
18 Haziran 2010’de http://www.insanokur.org/?p=17407,
18 Haziran 2010’de http://www.edebiyatodasi.com/news_detail.php?id=3934 de,
18 Haziran 2010’de http://www.halkingunlugu.net,
20 Haziran 1010 tarihinde http://www.kuyerel.com sitelerinde yayınlandı.