Dünya nereye gidiyor?
Dünya çok hızlı değişiyor. Bu değişimle birlikte; olaylar aniden peş peşe ve çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Buna karşılık değişim ve gelişmeler karşısında çok hızlı hareket edemeyen ve uygun politikalar üretemeyenlerin her geçen gün işleri daha da zorlaşıyor.
Sovyetler Birliği’nin tarihe veda etmesinin ve ardından Çin’in politika değiştirmesiyle, bu ülkelerin dünya çapında “birleşen küresel piyasa“ya katılması sonucu eski Doğu/Batı bölünmesi aşıldı. Kurulu model ve yapılar kendilerini dönüştürdü. Ülkeler arasındaki para, bilgi, mal, ürün ve hizmet akışı artarak çeşitlendi.
Ve küresel boyutta bu çok önemli gelişmeler yaşanırken, dünya küresel bir kapitalizme doğru ilerlerken, finans merkezlerinin emrindeki tüm parasal, teknolojik ve entelektüel sermayeyle dünya ekonomisinin temel yapısı sağlam bir kayanın üzerinde olduğu zanedilirken, ne olduysa, sanki bir kum yığınını üzerine inşa edilmişçesine derin bir ekonomik krizle sarsıldı. Küresel finans sistemi şimdi bu tehlikeyi savuşturmak için formüller aramakla meşgul. Yaşanan küresel ekonomik krizin, ABD’deki durgunluğun, ekonomideki sağlıksız büyümenin gelişmekte olan ekonomilere zincirleme etkisini hafifletmek için yoğun bir mesai yapılmaktadır.
Ama unutulan veya hesaba katılmayan bazı şeyler var:
1. Dünyamızın şimdi daha karmaşık bir jeopolitik durumla karşı karşıya olduğu, artık çok kutuplu bir dünyada yaşıyor oluşumuzdur. Dahası Çin’in dünyanın politik ve ekonomik sahnesinde güçlü bir şekilde yer alışı bu yüzyılın önemli olaylarından biri olduğu gerçeğidir.
2. Kendi kendini düzenleyen piyasaların, kendiliğinden karşı-hareketlere neden olacağıdır. Piyasa toplumsal yapılara egemen olmaya çalışacağı için, içinde çatışmanın tohumlarını taşıyacaktır. Kitlesel bir karşı tepkinin olma olasılığı bugün her zamankinden çok daha fazla bir olasılıktır. Bir başka önemli olayda Doların dünyada bütün paralar karşısında değer kaybetmeye başlamış olmasıdır. Bu şu demektir: Doların “Tanrılığı” eskisi gibi olmayacaktır artık.
3. Dünyanın küçük bir kısmı küreselleşirken, diğer büyük kısmının kenara itildiğidir. “Adil ve eşit olan, bu fırsatları da herkese tanıyan bir ticaret sistemi; bir ‘sistem’ olarak herkes için kârlı olacaktır” dense de, yaşananların ve gelişmelerin farklı yönde olduğudur. Eski kesinliklerin lokal olarak yok olduğu sanılsa da, küresel sahnede karşıtlıklar keskinliğini bir başka biçimde yine sürdürür olacağıdır. Nitekim bu tehlikeyi sezen BM Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Kemal Derviş, bu nedenle, “küreselleşmeyi daha kapsayıcı ve daha adil hale getirmek için çok şey yapılması gerekir” diye uyarıda bulunmaktadır. (25 Kasım 2007-Radikal)
4. Küreselleşmeyle hem fakir ve zengin insanlar arasında ve hem de fakir ve zengin ülkeler arasındaki dengenin zenginden yana fazlasıyla kaydığıdır. Zenginliğin paylaşımında veya bölüşümünde hep nalıncı keseri gibi zenginlerden yana bir akış sağlandığıdır. Kemal Derviş, Dünya Ticaret Örgütü tarafından Cenevre’de düzenlenen, birçok ekonomik kuruluşun üst düzey yöneticilerinin katıldığı “Ticaret İçin Yardım” adlı toplantıda yaptığı açıklamada; “1820’de en zengin-en yoksul farkı üç kattı, şimdi 50 kat oldu” diyerek, bir nevi bu durumu tescillemiştir. (25 Kasım 2007-Radikal)
5. Ve küreselleşmenin bir sonucu olarak artık halkların ve devletlerin daha fazla dış etkinin baskısı altında oluşudur. Bunun olumlu yanı bilgi, para, hizmet ve mal/ürün (emek hariç) artık sınır tanımadığı gibi, çok hızlı dolaşımı söz konusu. Olumsuz yanı ise felaket. Sadece bir tek örnek bile felaketin büyüklüğünü gözler önüne serebilir. 2006 yılında yapılan bir araştırmada üç yaşındaki çocukların %70’inin Mc Donald’s logosunu tanıdıkları, ancak bu çocukların sadece yarısının kendi soyadını bildiği, ortalama bir on yaş çocuğun 300-400 tüketim markasına aşına olduğunu, ama 15 kuş ismini sayamadığı ortaya çıkmıştır. (Stephen Gren, Gerçek Değer, HSBC Yayınları, İstanbul–2009, s.140)
Yani karşılıklı etkileşimin bir sonucu olarak en düşük ortak paydaya doğru değersiz bir yönelim söz konusu. Yemede, içmede, giyimde, eğlencede, dilde, konuşmada… her şey benzeşiyor veya tekleşiyor. Yaşam biçimleri gittikçe aynılaşıyor. Farkında olmadan bu hayat tarzı hepimizi acımasızca kuşatıp içine alıyor.
6. Dini karşı koyuşlara rağmen kentleşen ve bireyleşen toplumda doğum oranları hızla azalsa da; kentleşmeyen ve bireyleşmeyen toplumlarda doğum oranındaki artış, tıptaki ilerleme sonucu kısırlığın tedavi edilişi ve koruyucu hekimlikle insan ömrünün uzaması gibi nedenlerle dünya nüfusu hızlı bir şekilde artmasıdır. Artan dünya nüfusunu besleyebilmek; kentleşmeye paralel değişen, gelişen ve artan tüketim ihtiyaçlarını karşılayabilmek her geçen gün daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca dünyamızda insanların büyük çoğunluğu açlık çekerken, gelişmiş ülkelerin varsılları sınırsız bir tüketim içinde yaşamaktadır.
7. Dünya genelinde kırsaldan kentlere yoğun bir göçün yaşanmasıdır. Başka bir ifadeyle kırsaldan kentsel büyümeye doğru büyük bir geçişin yaşanmasıdır. 1850’de dünyada 1 milyonun üstünde olan şehir sayısı 3 iken (Londra, Paris ve Pekin), bugün bu sayı 473’e ulaşmıştır. Bizde de durum hiç farklı değil, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2009 nüfus sayımı sonucunda il ve ilçe merkezinde ikamet edenlerin oranı 82 yılda % 24,2’den % 75,5’e çıkmıştır. Başka bir ifadeyle Türkiye’de 1927 yılında nüfusun %75,8’i köylerde yaşarken, 2009 yılına gelindiğinde bu oran % 24,5’e gerilemiştir. (1 Mart 2010-Hürriyet) Modern kent toplumunun insanları atomlaştırması (bireyleştirmesi) sonucu insanlar kentleşiyor, eğitim düzeyleri yükseliyor; sürü anlayışından kurtulup birey oluyor. “Toplum mühendisleri“nin işi zorlaşıyor.
8. Dünyanın çok küçük bir kesiminin sadece ekonomik, siyasal, sosyal, askeri ve teknolojik gelişmişliği değil, kültürel yönden de zenginliği yaşamasıdır. Nüfus oranına bakıldığında AB üyesi ülkelerde 7 bin 558 kişiye bir halk kütüphanesi düşüyor. Bu rakam, Türkiye’de bir halk kütüphanesinin bunun 7 katı nüfusa, 50 bin 762 kişiye hizmet vermesi gerektiğini gösteriyor. Birde beterin de beteri var: Dünya nüfusunun %5’ine sahip Arap dünyasında dünyadaki kitapların ancak %1,1’i basılmakta, 1998’de Arap ülkelerinin hepsinin birden Türkiye’den daha az edebi ve sanatsal kitap yayımladığı gerçeğidir.
9. Piyasa normlarının yönetmesinin yanında, sosyal normların hüküm sürdüğü iki farklı dünyada yaşıyor oluşumuzdur. Sosyal normlar insanların birbirileriyle olan samimi istek ve ilişkileridir. Selamlaşma gibi, düşeni kaldırma gibi, küçük bir çocuğun elini tutma gibi, yaşlılara saygı gibi… Karşılık beklenmez. Sevgi, merhamet ve saygı söz konusudur. Piyasa normları tarafından yönetilenler için ise hiçbir şeyde sevgi, merhamet ve saygı yoktur. Her şeyin fiyatı belirlenmiştir. Bedeli ödenen her şey elde edilir. Bu iki norm çatıştığı için bugün büyük sorunlar yaşanıyor. Birey, bireycilik ve bencillik yaygınlaşıyor, her şeyin para olmadığı, bir amacında olması gerektiği göz ardı ediliyor.
Peki, bu gelişmeler yaşanırken bizler ne yapmalıyız?
Bunu hep birlikte düşünelim.
21 Mayıs 2010 tarihinde www.sivildusunce.com ,
22 Mayıs 2010 tarihinde www.kritize.net ,
24 Mayıs 2010 tarihinde www.kuyerel.com ,
25 Mayıs 2010 tarihinde www.erganisoz.com ,
25 Mayıs 2010 tarihinde http://gonulsitesi.net ,
yayımlandı.