Aşık İhsanî 21 Nisan 2009’da aramızdan ayrıldı. Bizi bırakıp gideli bir yıl oldu. Ölüm yıldönümünde bu yiğit devrimci ozanımızı anmak ve elime yeni geçen, ama şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmamış bir fotoğrafını gün yüzüne çıkartmanın sevincini paylaşmak istiyorum.
Yaşam öyküsünü uzun uzun anlatacak değilim.
Aşık İhsanî, 1932 yılında, karpuz tadında tatlı insanların çok, bu yiğit insanların ağız tadını bozmak için en kuytu ve çok derin mekânlara sinmiş zehirli akreplerin de hiç eksik olmadığı kara surlarıyla bir eşi benzeri daha olmayan kadim direniş şehri Diyarbakır’da doğdu.
Gerçek ismi: İhsan Sırlıoğu’dur.
O, sanat yaşamına 1958 yılında, Ankara Radyosu “Yurttan Sesler” programının şefi Muzaffer Sarısözen tarafından programa davet edilmesiyle, radyoda Çarşamba günleri geleneksel halk türkülerini okuyarak başladı. Celal Bayar ve Adnan Menderes’le tanışmasının ardından da Demokrat Parti mitinglerinde sahnelere çıkmaya başladı. Sonraki yıllarda politik içerikli türküleri okumaya ağırlık verdi.
1961 sonrasında Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Halk şiiri geleneğiyle toplumcu görüşü birleştirdi. Bu yönelimiyle birlikte 68 kuşağının “militan ruhlu ozanı” olarak anılmaya başlandı. 1970’li yıllarda devrimci veya sosyalist birçok örgüt ve oluşumların değişik il ve ilçelerde düzenledikleri etkinliklere katılarak kitleleri sesiyle, sözüyle, sazıyla coşturdu. Devrimci duruşu, gür sesi, kaytan bıyıkları ve elinde mavzer gibi taşıdığı ve kullandığı sazıyla konserlerin, toplantıların, yürüyüşlerin, mitinglerin vazgeçilmezi, aranan sanatçısı oldu. 12 Eylül 1980 öncesinde söz ve bilgeliğin, ses ve hareketin, saz ve direnişin bir simgesiydi: Sazının tellerinden çıkan ses sözlerle buluştuğunda kitleler coşkunun selinde dalgalanarak kabarırdı.
O, sesleniş ve umudun, uyanış ve devrimci coşkunun patlayışıydı.
Bu coşku patlamasını en iyi Fransa’nın önemli gazetelerinden Le Monde dile getirmiştir:
“…İhsanî ile söz konusu olan başka şey. Bunu söylerken Bob Dylan’ı, Joan Baez’i, Gospels’in, politik olmuş kara derili şarkılarını düşünüyorum. Ray Charles’ın ya da John Holiday’in çığlık türküsü, Charlie Mingus’un yakarı türküsü, Bob Dylan ya da Joan Baez’in yakınma türküsü, Leo Fere, Branssens’in taşlama türküleri, İhsanî sözlerindeki şiddetle karşılaştırıldıklarında adeta çekingen kalırlar. Yalnızca Vietnam Savaşı’na karşı koyan dünya ozanlarında görülen açık sözlü sertlik, İhsanî şiirinin ilk göze çarpan özelliğidir. İhsanî bu öfkeyi, bu sertliği halkına karşı olan her şeyi yermekte kullanıyor. Kibarlar belki bu tondan inciniyorlar ama bu akım, bu hareket rayına oturmuştur.”(1)
Belçika gazeteleri ise, O’nu “saçı ve sakalı gibi uzun görüşlü İhsanî” olarak manşetlerine taşımıştı.
O, sadece sazı ve sesiyle değil; şiiriyle, bestesiyle, nüktesiyle, taşlamasıyla, kalemiyle, yazılarıyla; ve “Yazacağım“, “Ozan Dolu Anadolu“, “Bakalım Hele“, “Bak Tarlanın Taşına“, “Vur Ağanın Başına” gibi kitaplarıyla durmaksızın “Ağalı Dünya“yı ağasızlaştırmaya çalıştı. “Ağalı Dünya“yı ağasızlaştırmaya çalıştığı için de birçok kez tutuklanıp cezaevlerinde kaldı. Cezaevlerinde “Üç Kişi Bir Tabuttayız” türküsü ve benzerlerini söyleyerek gün saydı.
O günlerin tanığı olan Oral Çalışlar yıllar sonra bu konuda şunları yazacaktır:
“Geceleri İzmir’in sokaklarında üçerli dörderli gruplar halinde dolaşıp Amerikalı bahriyelileri arıyorduk. Aşık İhsanî de eyleme katılanlar arasındaydı. Sonunda yakalandı ve iki gece İzmir Emniyeti’nde kaldı. Meşhur, “Üç Kişi Bir Tabuttayız” adlı türküsünü bu gözetim macerası sırasında yazdı.”(2)
Özgürlüğüne her kavuştuğunda coşkusunu yitirmeden kaldığı yerden sazı ve türküleri aracılığıyla duygu ve düşüncelerini kitlelerle buluşturmaya devam etti; Türkiye ve yurtdışında sayısız konserler verdi. Fransa Cumhurbaşkanı ile İngiltere Kraliçesi başta olmak üzere dünya liderleri tarafından davetler alıp ağırlandı.
12 Eylül 1980 askeri darbe sonrasında yeniden acı çekmemek, hapishanelerde zamanını öldürmemek için çareyi yurtdışına çıkmakta buldu. Uzun bir zaman Fransa’da kaldı. Orada yaşayan ünlü ses sanatcımız Tülay German, kompozitör Erdem Buri, ressam Abidin Dino ve eşi Güzin Dino olmak üzere başta birçok aydın ve sanatçımızla tanıştı. Kimi sağlık sorunlarıyla uğraştı…
Ancak 1995 yılında memleketine, Diyarbakır’a dönebildi. Dönüşünden sonra, zaman zaman Diyarbakır’da yayın yapan yerel TV kanallarına çıkıp sazıyla, sözüyle türkü tadında ziyafetler çekti.
İhsanî, halk ozanı denilince ilk akla gelen isimlerden biridir. Sanatıyla, devrimci söylemiyle, bıyıkları ve giysileriyle olduğu kadar sosyal yaşamıyla da çok ilginç bir insandı.
1957 yılında Uşak Şeker Fabrikası’nda çalışırken ilk evliliğini yapan İhsanî, eşine saz çalmasını, türkü söylemesini kısa zamanda öğretti. Sonra Aşık İhsanî ve Güllüşah olarak birlikte şehir şehir dolaşıp konserler verdi. Bu evlilikten Garip ve Elif adlı çocukları oldu. Sonra iki sanatçının yolları ayrıldı. Ve “İhsaniyem gökten melek/İnse gene istemem çek/Bekarlığa razıyım tek/Uzun dilli karı verme” dese de, duramaz: “İhsaniyem sen seni sar/Ayağın incinmesin yar/Yollarında gözlerim var/Üzerine basarak gel” deyip, peş peşe evlilikler yaptı. Kendisi 30 dese de, 37 kez evlendiği dahi söylendi. Ama yine de şikâyet etmekten vazgeçmedi ve: “Tam otuz keredir evlendim, bana/Her gelen kız, giden dulu arattı,/Genç aldım, yaşlıyı boşadım yine/Her gelen kız, giden dulu arattı” dedi.
Coşkulu bu yürek, coşkulu bu ses 21 Nisan 2009 günü 77 yaşında, memleketi Diyarbakır’da dünyaya veda etti. Şimdi Dicle’nin bülbüllere esin olan fiyakalı, renkli, bazen durgun ve bazen de coşkulu akışının güzelim sesini dinliyor.
***
Aşık İhsanî ile ilgili birkaç anım var, ama anılarım çok net değil. Bu haliyle de olsa yazmaya çalışacağım. 1975 yılı olmalı. Ankara’da öğrenciyken, benimde yönetiminde bulunduğum Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Yüksek Okulu Öğrenci Derneği, hem devrimci bir etkinlikte bulunmak ve hem de derneğe biraz gelir temin etmek için kapalı spor salonunda bir “Gece” düzenledi. Gecede birçok sanatçı vardı. Özay Gönlüm ninesinin türkülerini söylemeye başlayınca salondakiler hayal kırıklığına uğramış gibi oldu. Bazı dinleyiciler ıslık çalmaya başladı. Geceyi düzenlemekle görevli arkadaşlar hemen sahneye Aşık İhsanî’yi çıkardılar. Salona girişi, sazını sağ elinde havaya kaldırışı ve arkasından Karacadağ’ın volkanik patlamasını andıran davudî sesiyle “Arkasından Baltasını Biledi” türküsünü söylemeye başlamasıyla yer yerinden oynadı; “Deha Deha” türküsüyle de devrimci coşkunun doruğa sıçradığını iyi hatırlıyorum.
Aşık İhsanî’nin Seydişehir macerasını da akrabam Kamil Sümbül’den dinlemiştim:
Kamil’in Sekreteri olduğu Seydişehir Kültür Derneği, Özgür Alüminyum-İş Sendikası’nın dolaylı desteğiyle 1975’te Aşık Ihsanî’yi bir konser için Seydişehir’e davet ediyor. Sinema salonun tıklım tıklım doluyor. Coşkulu bir konser veriyor. Konser bitiminde sinema salonu dışında bekleyen bir grup polis, İhsanî’yi gözaltına almak isteyince, yüzlerce işçi bir barikat oluşturarak buna engel oluyor. Kamil ve işçi arkadaşları İhsanî’yi Seydişehir’in bir köyüne kaçırıyorlar. Sabah olunca da dağ yolundan Bozkır ilçesine, oradan da Konya’ya götürüyorlar. Konya’dan da İzmir istikametine giden bir otobüse bindiriyorlar. İhsanî’yi karakola düşmekten kurtarıyorlar. Ama Seydişehir’de o gece konser sonrasında konseri düzenleyenlerin yarısı geceyi polis karakolunda geçiriyor. Özgür Alüminyum -İş Sendikası’nın avukatı gerekli müdahaleyi yapınca serbest bırakılıyorlar. Dernek yöneticisi ve geceyi düzenleyenlerden biri olan Kamil, İhsanî’nin kaçırılma eyleminde olmasından dolayı Seydişehir’de o gece polis nezaretine alınmaktan kurtuluyor. Daha sonra savcılığa çağrılıp ifadesi alınıyor. Savcı, geceyle ilgili dava açılmamasına karar veriyor.
Anılarımın arasında bir de İhsanî’nin Diyarbakır’ın şirin ilçesi Ergani’ye gelişleri var. Aklımda kaldığı kadarıyla bu gelişler de tam bir “olaydı“. Ama ne yazık ki akan zaman, belleğimin kuytularından bu gelişlere dair bilgileri çıkartıp hatırlamama olanak vermiyor. Bu nedenle kıymetli hemşerilerim Emekli Anayasa Mahkemesi Hâkimi Ali Güzel, Prof. Dr. M. Şehmus Güzel, Cumali Dinçer, Resul Üstün, Remzi Demir ve Hasan Çakır’ın bilgilerine başvurdum.(3) Hemşerilerimden aldığım bilgiler ve yaptığım ufak çaplı bir araştırma sonucunda hatırlayabildiklerimi yeniden gözden geçirince İhsanî’nin Ergani’ye en az dört kez geldiğini söyleyebilirim. Sırasıyla:
Aşık İhsanî’nin Ergani’ye ilk olduğunu sandığım gelişi 1950’lerin sonunda, belki 1960 sonunda veya belki 1961 başında olmuştur. Güllüşah’la birlikte ve bir tür karı-koca dengbej olarak dolaştıkları ve aşklarını, birbirlerine nasıl aşık oduklarını, ülkeyi tasvir ederek, olağanüstü ayrıntılarla anlattıkları zaman dilimine rastlar. Konser, Adil Öztürk’ün yazlık sinemasında yapılmıştır. Konseri izleyenlerden biri olan M. Şehmus Güzel, yıllar sonra İhsanî’nin Ergani’ye bu ilk gelişiyle ilgili şunları yazacaktır: “27 Mayıs 1960 askeri darbesinin hemen ertesi aylardayız. Zaman zaman olalı Ergani böyle bir gece yaşamamıştı. Çünkü kardeşlerim bu gece Adil Abe’nin ‘büyük masraflardan kaçınmayarak getirttiği’ bir sanatçımızın konseri var. Buna sadece konser de diyemeyiz aslında. Hangi açıdan bakarsak bakalım tam anlamıyla bir seyir. İşte sahnede upuzun saçlı, upuzun sakallı ve kendine özgü giysileri içinde sanatçımız. Sol elindeki sazı şöyle bir havaya kaldırır kaldırmaz açık hava sinemasından bir alkış fırtınası koptu ki sorulmaz: Büyük Cami’nin minaresi tiril tiril titredi. İlkokulun camları, Hükümet Konağı’nın merdivenleri de.”(4)
Aşık İhsanî, Şubat 1966’da Ergani’ye ikinci kez gelerek Arif Efendi’nin Oteli’nin Salonunda düzenlenen “Az Gelişmiş Türkiye’nin Gelişmemiş Doğusu” adlı konferansın sonrasında şiir ağırlıklı bir konser vermiştir. Konferansı Ali GÜZEL yönetmiştir. Konuşmacı olarak Av. Canip Yıldırım Kürt sorununu; Dr. Yücel Kanpolat ise tüm sorunların ancak sosyalizmle çözülebileceğini dile getirmiştir. Şeref Yıldız, Fırtınada Yürüyüş adlı kitabında düzenlenen bu konferansla ilgili şu önemli değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Bölgede sosyalizm ile Kürt meselesinin birlikte tartışıldığı ilk toplantıydı. Küçük bir kasabada az sayıda insanın izlediği mütevazı bir toplantı.”(5)
Konferansın ardından, ifadesi alınmak üzere, Aşık İhsanî Ergani polis karakoluna “davet” edilmiştir. Karakoldaki o anı ise, kasabamızın en acar muhabiri ve fotoğrafçısı Adil Öztürk çektiği fotoğrafla ölümsüzleştirmiştir. İlk kez yayınlan bu fotoğrafa baktığımızda; uzun saçlarıyla bir derviş izlenimi yaratan Aşık İhsanî, Ergani polis karakolunda masaya oturmuş, polis ayakta. Ama İhsanî’nin keyfi yerinde gibi…
Ali Güzel Ağabey 13 Mart 2010 tarihinde bana gönderdiği bir iletide konferansa dair hatırlayabildiklerini şu satırlarla dile getirmiştir: “Gelelim 1966 Şubatına. Üniversiteyi bitirmişim, Mart sonunda askere, yedek subay okuluna gitmeyi bekliyorum. O nedenle Ergani’deyim. Ergani Sağlık Ocağı Doktoru Yücel Kanpolat (Daha sonraları Ankara Ü. Tıp Fakültesinde Nöroşürirji Profesörü oldu) ile birlikte bir açık oturum düzenledik. Konusunu “Az gelişmiş Türkiye’nin Gelişmemiş Doğusu” şeklinde adlandırdık. Yer, Öğretmenler Derneği Lokali. (Arif Yetmen’in Oteli’nin giriş katı) (Sanırım o zaman henüz TÖS: Türkiye Öğretmenler Sendikası kurulmamıştı, öğretmen örgütlenmesi dernek biçimindeydi.) Açık oturuma konuşmacı olarak Diyarbakır’ın bazı parlamenterlerini (özellikle iktidardaki Adalet Partisi ve ana muhalefetteki CHP mensupları) ve Türkiye İşçi Partisi’nden Av. Canip Yıldırım’ı çağırdık. Bir kısmı gelemeyeceğini peşinen söyledi, bir kısmı geleceğini söyledi fakat gelmedi. Neyse, oturum gün ve saatinde Canip Abe, yanına Aşık İhsanî’yi de almış, Diyarbakır’dan çıkageldi. Kürsüde yönetici olarak ben, konuşmacı olarak Av. Canip Yıldırım ve Dr. Yücel Kanpolat bulunduk. İlgi, coşku ve gururla dinlendi. Kasabaya sıkışmış ketûm insanlarımızın, hayata ve dünyaya nasıl bir evrensel açıyla baktıklarını, parlayan gözlerinde gördüm. (12 Mart 1971’in kara gözlüklü Genelkurmay Başkanı’nın “siyasal bilinçlenme, ekonomik gelişmenin önüne geçmişti; müdahale etmemiz gerekliydi” mealindeki lafları boşuna değildi!) Konuşmaların sonunda İhsanî’yi kürsüye aldık, yüreklere işleyen sesiyle şiirlerini okudu, çağladı. Oturumun sonunda İhsanî’yi polis karakoluna davet ettiler ve gözaltına aldılar. Akşam olmuştu. İsmail Abe (“İso Koto” namıyla maruf İsmail Çelikel) demlenmemiş olmaz. Lokantada bir şeyler yeyip içtik, İhsanî’ye gönderdik. Yemekten sonra gece boyunca karakolun önündeki “Maden Yolu”nda gidip geldik. Arada bir karakola uğrayıp adamımızın durumunu yokluyorduk. Fıkralarıyla, espirileriyle bizi uyutmayan İsmail Abe aklımda, fakat başka arkadaşlar var mıydı, kimlerdi, hatırlıyamıyorum. Sevgili arkadaşlarım Şeref Yıldız, Cumali Dinçer, İsmail Abenin kadim yoldaşı ve arkadaşı Ömer Abe (Ömer Kan) muhtemelen varlardı. Sanırım sömestr tatili bitmiş ve üniversiteli arkadaşların çoğu okullarına gitmişlerdi. Sabahleyin İhsanî, C.Savcılığına ve oradan da sorgu ve tutuklama talebiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevkedildi. Savcı, benim ve Yücel Kanpolat’ın da ifadelerimizi aldı, fakat bizim için sorgu ve tutuklama talebinde bulunmadı. İhsanî’yi sorguya çeken hâkim Turabî Erdoğan (Dersimliydi, yıllar sonra en son Ankara Numune Hastanesi’nde hasta yatağında görmüştüm, anısına saygılar. Darbe ve sıkıyönetim dönemlerinde çok zulüm görmüş arkadaşımız Piltan Erdoğan’ın da abesiydi.) tutuklama talebini reddederek serbest bırakılmasına karar verdi. Bizim açık oturum maceramız da fazla bir vukuat olmadan öylece bitti. Galiba, Ergani’de ilk defa bir açık oturum yapılmış oluyordu.”(6)
Aşık İhsanî, 1974 yılında, Ergani TÖB-DER Şubesi’nin öncülüğünde düzenlenen bir konser vesilesiyle de Ergani’ye gelip Halk Eğitimi Salonu’nda bir konser vermiştir.
Aşık İhsanî’nin Ergani’ye son gelişi 1975 yılı yazında da olmuştur. Bu gelişinde Şan Sineması yazlığında konser vermiştir. Bana anlatıldığına göre, İhsanî, konser esnasında bir ara sol elini havaya kaldırıp; “Türk Halkına selam olsun” diye haykırır ve sonra da sakal ve bıyığını taramak için dinleyicilere; “Ka jiminre şe bînin, ez pê simbêla xwe şekim” diye, Kürtçe seslenerek bir tarak ister… Konsere ara verildiğinde bir genç; “İhsanî Abem, ‘Türk halkına selam olsun’ diyorsun, ama burada sadece Türk halkı yok, ‘Türkiye Halklarına selam olsun‘ demen gerekmez mi?” diye, sitem içerikli sorusunu yöneltince; Aşık İhsanî, soru soran gence dönüp bakar ve gülümser, sonra da; “gel buraya çakır gözlüm” diyerek yanına çağırır gencin alnından öper.(7)
***
Ölüm Aşık İhsanî’yi bizden ayırdı, ama O türküleriyle, besteleriyle, şiirleriyle, kitaplarıyla hep aramızda yaşayacaktır. Değerli ozanımızı ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyorum.
Açıklamalar:
(1) http://tr.wikipedia.org/wiki/A%C5%9F%C4%B1k_%C4%B0hsani#Ya.C5.9Fam_.C3.96yk.C3.BCs.C3.BC
(2) O. Çalışlar, 68′ Başkaldırının Yedi Rengi, Milliyet Y.ı, İst.–1989, s.12
(3) Aşık İhsani’nin Ergani’ye gelişleri konusunda verdikleri bilgilerden dolayı değerli hemşerilerim Emekli Anayasa Mahkemesi Hakimi Ali Güzel, Prof. Dr. M. Şehmus Güzel, Cumali Dinçer, Resul Üstün, Remzi Demir ve Hasan Çakır’a çok çok teşekkür ederim.
(4) “Aşık İhsanî’den kalan”, M.Şehmus Güzel, Günlük -27.04.2009.
(5) Şeref Yıldız, Fırtınada Yürüyüş, TÜSTAV Yay., İstanbul–2009, s. 44.
(6) Ali Güzel’in 13 Mart 2010 tarihli iletisi.
(7) Burada anlından öpülen ve de bunu bu olayı anlatan Remzi Demir’dir.
18 Nisan 2010 tarihinde BirGün gazetesinin eki BirGün PAZAR’da,
30 Nisan 2010 tarihinde Ergani Haber gazetesinde, ve http://izmirizmir.net sitesinde yayımlandı.