HAZIRLAYAN:
Kim. Müh.
Müslüm ÜZÜLMEZ
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Çevre Koruma ve Geliştirme Daire Başkanlığı
Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü
İÇİNDEKİLER
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE ÇEVRE YÖNETİMİNDE:
ÇEVRE
KADIN
GENÇLİK
GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR
YEREL YÖNETİMLER
ÜRETİM
TÜKETİM KALIPLARININ DEĞİŞMESİ
YOKSULLUKLA MÜCADELE
TASLAĞA İLİŞKİN ÖNERİLER
YEREL GÜNDEM 21 VE BELEDİYELERİMİZ
GİRİŞ
Çevre Bakanlığınca hazırlanan ‘Ulusal Gündem 21 İkinci Taslağı ’; titiz bir çalışma, bilimsel bir yaklaşım, somut koşullar gerçekçi değerlendirilerek ve geleceği hedefleyen yaklaşımla, çok iyi bir şekilde hazırlanmış nitelikli bir proje özelliği taşımaktadır.
Şimdi yapılması gereken, sürdürülebilir bir kalkınma için, Ulusal Gündem 21 İkinci Taslağı’nda çok iyi saptanan somut gerekçelere dayanılarak amaçlanan hedef uygulamaları sırasıyla yaşama geçirmektir. Sürdürülebilir kalkınma sabit bir uyum değil, daha çok bir değişimdir ve bu değişim içinde kaynakların değerlendirilmesi, yatırımların yönlendirilmesi, teknik gelişmelerin izlenerek yönlendirilmesi ve kurumsal değişme hem bugünün hem de geleceğin ihtiyaçlarıyla tutarlı olmayı amaçlamalıdır. Son analizde, sürdürülebilir kalkınmanın siyasî iradeye bağlı olduğu unutulmamalıdır.
Aşağıda Çevre Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu ‘Ulusal Gündem 21’ Taslağı ile ilgili açıklanan görüşlere ve genel olarak ‘küreselleşen ’ dünyada Avrupa ile ekonomik ve politik bütünleşme sürecine girmiş ülkemizin ulusal gündemine az da olsa bir katkıda bulunma ve Taslakta yer almasını istediğim hususları içermektedir.
KARAR ALMA SÜREÇLERİNDE ÇEVRE VE GELİŞİMİN ENTEGRASYONU
Doğayla çekişme yerine, ona bir hasım olmayan, husumete yer vermeyen bir ilişki içinde olmalıyız.
Ekoloji sadece çevre kirliliğiyle sınırlı değildir. Doğal kaynakların dikkatli kullanımı, enerji politikaları, sanayi ve tarım politikaları, çevre kirlenmesi, tüketim mallarının ekolojik kriterlere göre yeniden düzenlenmesi, insan sağlığı ve güvenlik gibi birçok konu ekolojinin alanına girmektedir.
Çevre, ekonomik ve toplumsal kararlarda dikkate alınması gereken yaşamsal bir hayat ve insan haklarının ayrılmaz bir parçası olarak görülmelidir.
Çevre politikalarında, bugünün insanının yaşama koşullarını iyileştiren, aynı zamanda geleceğini tehlikeye atmayan, canlıların yaşam ortamlarını ve çeşitliliğini bozmayan sürdürülebilir bir kalkınma kabul edilmelidir.
Çevre politikaları oluşturulurken, doğal afet (17 Ağustos depremi hepimize ders olmalı. Tüpraş yangını, AKSA’daki sızıntı, enkaz döküm sorunu vs.) olası kazalar (Boğazlardaki tanker yangınları, Küçükçekmece İlçesindeki radyoaktifli içerikli hurdaların satışa sunulması sonucu meydana gelen kirlilik, veya kimyasal ürün üreten ya da depolayan patlamalar, yangınlar vs.) gibi risk faktörleri dikkate alınarak oluşturulmalıdır.
Kamu otoritesi, bir yandan koordinasyon sağlayan bir yandan da yönlendiren ve yönetecek politikaları dikkatle sürdürmesi gerekmektedir.
Belediyemiz, bu amaca ulusal, bölgesel ve küresel sorumluluk bilinciyle ve etkili sivil toplum örgütlenmeleri ile ulaşabileceğine inanmaktadır.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE ÇEVRE YÖNETİMİNDE KADINLARIN ROLÜNÜN GÜÇLENDİRİLMESİ
Önümüzdeki yıllarda günlük yaşamda, iş hayatında ve politikada kadınların yönetimdeki etkinlikleri artacaktır. Bu bağlamda;
Kadınların toplumsal yaşama olduğu kadar politikaya da eşit düzeyde katılımını savunmalıyız.
Kadının sosyal ve siyasal yaşamdaki eşitliğinin hukuk düzlemine taşınması için gerekli yasal düzenlemeler zaman yitirilmeden yapılmalıdır.
Kadınlar, ‘ücretsiz aile işçisi ’ konumundan çıkmalı, üretime katılan kadınların sorunları için çalışma saatlerinin esnekliği, kreş, eşit işe eşit ücret gibi çözümleri birlikte düşünülmelidir.
Taslakta da belirtildiği gibi, “kadının çevre yönetimi ve gelişme konularında hayati bir rolü vardır. Bu nedenle sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için onların tam katılımı gereklidir.” “Sürdürülebilir bir kalkınma ve çevre yönetiminde kadınların katılımının sağlanması ve bu alanlarda gelişme kaydedilebilmesi için kadınların yönetimin her kademesinde yer alabilmeleri ve karar alma mekanizmalarında söz sahibi olmaları doğrultusunda, parlâmento, kamu yönetimi, siyasi partiler, akademik yaşam ve özel sektörde katılımların arttırılması ve üst kademelerde görev almalarının sağlanması büyük önem taşır.”
Kadının toplumdaki rolünün artması, günlük yaşantımıza, politikaya, iş hayatına, çalışma yaşamına, çevre sorunları ve çevre yönetimine yeni bir bakış, yeni bir ses, yeni bir soluk, insancıl-sevecen yumuşak bir yaklaşım getirecektir.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE ÇEVRE YÖNETİMİNDE GENÇLER
Ülke nüfusu genç ve dinamiktir. Bu genç ve dinamik kesime, yani gençliğe kaliteli eğitim, gelişmesini sağlayacak rekabetçi bir ortam, sosyal güvenlik ve özgür bir fikir platformu sağlanmalıdır.
Gençliğin sınırsız dinamizmi, kültürel birikimi ve enerjisi ile toplumu ileriye taşıyacak bir güç olarak toplumsal yaşama katılımı özendirilmelidir.
Gençlik gelecektir. Sürdürülebilir kalkınma ve çevre yönetiminde gençlere söz ve karar şansı tanınmalıdır. Güzel bir gelecek, yaşanabilir bir çevre için bugünün çocuk ve gençlerinin eğitim, sağlık, istihdam konularında sorunlarının çözülmesi, yasal haklardan eşit olarak yararlanabilmeleri, kendilerini her yönden geliştirebilmelerine olanak tanıyacak ortamlar yaratılması ve sürdürülebilir kalkınma ile çevre yönetimi konularında bilinçlendirilerek fikirleriyle aktif katılımlarının sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Gençlerin, ucuz işgücünden dolayı ’emek yoğun sanayi ’nin istihdamında değerlendirilerek hem kendi öz yaşamları iyileşmemekte hem de ’emek yoğun sanayi ’nin kendisi ve ürettiği mallar sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkilemekte, çevreye zarar vermektedir. Bu nedenle ’emek yoğun sanayi ’ yerine ‘teknoloji yoğunluklu sanayi ’ye yatırım yapılmalı, öncelik verilmelidir.
Gençlerin, “sürdürülebilir kalkınma ve çevre konularına duyarsız kalmayıp bu konularda bilgilenmeleri, bir araya geldikleri ortamlarda ilgili sorunlara değinerek çözüm önerileri üretmeleri ve fikirlerini ulusal ve uluslararası platformlarda duyurma şansı elde ederek karar alama mekanizmalarında yer almaları, çevre ve kalkınma konularında başarılı adımlar atılması adına şarttır.”
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMADA VE ÇEVRENİN KORUNMASINDA GÖNÜLLÜ KURULUŞLAR
Gönüllü kuruluş, kısaca, gönüllülük esası ile kurulmuş teşkilat olarak tanımlaya biliriz. Sivil Toplum Örgütlerini ise üye veya temsil ettikleri kesimlerin menfaat ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kurulmuş teşkilat olarak anlayabiliriz.
Sürdürülebilir gelişme ve çevre yönetiminde başarı için toplumun ayrımsız tüm kesimlerinin katılımı şarttır. Türkiye’de 60 binin üzerinde gönüllü kuruluş/sivil toplum örgütü bulunduğu söylenmektedir. Bu kuruluşların ileri bir demokrasinin, sürdürülebilir kalkınmanın ve çevre koruma konularında yaşamsal bir rolü olduğuna ve yaşanır, sağlıklı ve güvenli bir çevrenin; gelişmiş ve derinleşmiş ileri bir demokrasinin örgütlenmesinde yadsınmaz bir ağırlığı olacağına inanmaktayız. Bu katılım ve toplumsal destekle belirlenen sürdürülebilir kalkınma ve çevre politikalarının uygulanması çok daha kolay olacaktır.
Gönüllü kuruluşların çevre koruma, sürdürülebilir kalkınma ve demokratik sürece etkin katılımı demokrasi deneyimini zenginleştirecektir.
Çoğulcu ve katılımcı demokrasi, değişik amaçlarla toplumdaki bireyler tarafından oluşturulan vakıf, dernek, meslek örgütleri gibi bütün sivil toplum örgütlerinin, toplumu ilgilendiren (kalkınma, çevre vs. ) bütün kararlarda söz sahibi olması demektir.
Ulusal Gündem 21 ve Yerel Gündem 21 bu süreci hızlandıracak, sivil toplum örgütlerinin başta siyasi karar alma süreci olmak üzere bütün karar alma mekanizmalarında hak ettikleri yeri almalarını merkezi ve yerel yönetimlerin icraatları hakkında temsil ettikleri kitleler adına denetimlerini sağlama olanağını getirecektir.
SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA VE ÇEVRENİN KORUNMASINDA YEREL YÖNETİMLER
İnsan onurunun temelini oluşturan insan haklarıyla arasında önemli bağlar bulunan yerel yönetimler; çeşitli ihtiyaç ve beklentileri olan ayrı ayrı toplumsal ve ekonomik kökenlerden ve farklı geleneklerden insanların her gün birlikte yaşadıkları, bir birlileriyle karşılaştıkları düzeydeki hakları olarak niteleyeceğimiz yerel düzeydeki haklarını koruyacak ve geliştirecek olan yerel yönetimlerdir. Daha açık bir deyimle belediyelerdir.
Kentleşme ekonomik kalkınmanın temel şartlarından biridir. Kentleşme hiçbir zaman sakıncalı görülmemeli, ancak çarpık kentleşmenin büyük sosyal sorunlarla, ekonomik ve çevre sorunları yarattığını da unutmamalıyız. Doğru dürüst ve insanca bir yaşam sağlamaya yetecek temiz suyu, sağlık hizmetlerini, okulları ve ulaşımı sağlayacak güç, kaynaklar ve eğitilmiş personel temininde büyük zorluklar yaratmaktadır. Böylesi kentlerde sonuç olarak ortaya mantar gibi illegal iskân (gecekondu, varoş…) bölgeleri ve ilkel yaşam biçimleri ortaya çıkmakta, sağlıksız çevre sebebiyle hastalıklar yayılmakta ve kentsel krizle karşı karşıya kalınmaktadır. Ayrıca, 17 Ağustos depremi nüfusun, sanayinin, ticaretin, turizmin, eğitimin vs. bir tek kentte ve/veye bölgeye yığılması, yerleştirilmesi ya da yerleşmesi sonucu nelere mal olduğu ve nelere mal olacağını bizlere açıkça göstermiştir. Bu bağlamda, çözümlerimiz sorunun çapıyla bağdaşır olmalı, yoksa doğa insanlardan korkunç bir intikam alır.
Bu bakış açısıyla, yerel yönetimler, merkezi yönetimden bazı hizmet ve kazançları devralarak kent yaşamının kalitesini yükseltebilir.
Kırsal alandaki göç ve istihdam sorunlarını yerinde çözmek, köyü yaşanabilir kılmak için, tarıma dayalı ve tarım dışı faaliyetleri yaygınlaştırmak, bütünleştirmek ve girişimciliği desteklemek yoluna gidilmeli, kırsal kesimdeki hazine arazileri bu amaçla değerlendirilmeli; kentlerdeki kamu arazileri ise sağlıklı bir kent oluşumu için planlanmalı ve satılmalıdır.
Habitat kararları yaşama geçirilmeli; çevrenin korunması ve geliştirilmesi, sağlıklı ve güvenli bir kentte insanların daha rahat yaşamaları için Yerel Gündem 21’ler ile Yerel Habitat oluşumları işbirliği içinde çalışmalıdırlar.
Yerel düzeyde ‘toplumsal işbirliğinin nimetlerini ve külfetini ‘ adilce dağıtılmasını sağlayacak olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, ülkede demokrasinin güçlenmesine katkı sağlayacaktır. Eli kolu bağlı, yetkileri kısıtlanmış yerel yönetimlerin olduğu yerde ne demokrasiden nede sürdürülebilir kalkınma ve çevreden söz edilebilir. İyi bir kent yönetiminin ademi merkeziyete ihtiyacı vardır. Gerek fonlar konusunda, gerek siyasal güçte, gerekse personel konusunda yetkilerin mahalli idarelere verilmesi gerekmektedir; çünkü, mahalli yönetimler yöresel ihtiyaçları gözlemleyebilecek, yönetebilecek en uygun yerlerde bulunmaktadırlar.
Yerel yönetimlerin, demokrasinin ana okulu olduğunu unutmayalım.
ÜRETİM
Özel sektör, üretim faaliyetlerinden ötürü kendi işyerlerinde kirletici kaynaklardan oluşan kirliliği en aza indirmek için bir görev ve sorumluluk taşırken, aynı zamanda etkin üretim yöntemlerini ve teknolojik seviyenin yakalanmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, bir iş sahası olarak çevre teknolojilerinin uygulanmasında, çevre arıtım tesislerinin yapımında ve bunlarla ilgili araç-gereçlerin ihracat ve üretiminde de özel sektör önemli bir işlev görmektedir.
Çevre politikalarının ekonomi politikalarıyla kesişmesi ve örtüşmesi sonucu, çevre sorunlarıyla kalkınma ve büyüme sorunlarını bir arada ele alabilecek sistematik bir yaklaşıma artık bir gereksinim vardır.
Dünya iktisadî-ticari düzeyinde ortaya çıkan küreselleşme (globalleşme) sonucu, dünya ekonomisini oluşturan ülkeler giderek daha çok birbirine bağımlı hale gelmiştir. Bu durum firmaların ise daha rahat, daha serbest ve daha etkili davranabilmelerini doğurmuştur. Gelişmekte olan pek çok ülkede ‘ihracata dayalı sanayileşme ’ stratejilerinin güç kazanması ve uluslararası sermaye hareketlerinin alışılmadık boyutlarda büyümesi bu eğilimi daha belirgin hale getirmektedir.
Sürdürülebilir kalkınma için sanayi ve enerji denilince ekonomide temel hedefin Türkiye’yi istikrarlı, güçlü ve dünyayla bütünleşebilecek bir konuma taşıma olmalıdır. Bu amaçla piyasa ekonomisinin dışa açık, rekabetçi, üretken ve verimli bir biçimde çalışabilmesinin önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Piyasa ekonomisinin hukuki altyapısı kurulmalı, haksız kazanç ve tekelleşme önlenmeli, tüketici korunmalı, akit özgürlüğünün sağlanması için gerekli yasal düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Sermaye ve finans piyasalarının hızla gelişmesi ve sağlıklı işlemesi için gerekli önlemler alınmalı, denetim ve güvence sağlanmalıdır. Devlet işletmecilikten ve ticari bankacılıktan tamamen çekilmelidir.
Üretimde teknolojik seviye yakalanarak sanayi ve tarım sektöründeki işletmelerin dünyadaki benzerleriyle tam rekabetçi koşullarda çalışmasını sağlayacak ortam oluşturulmalıdır. ‘Temiz teknolojilerin ve enerji kaynaklarının teşviki ’ sağlanmaya çalışılırken diğer yandan da ‘daha az enerji yoğun teknolojiler teşvik ’ edilmeli, üretim veya ‘işin sonunda bacadan ya da borudan çıkanı arıtmak yerine daha baştan temiz üretim ’ sağlanarak, üretim süreçleri iyileştirilmelidir.
İş ve çalışma kesimleriyle diyalog içinde stratejileri belirleyerek, bu doğrultudaki girişimleri ve araştırma-geliştirme çalışmalarını teşvik etmeli; bilgi üretimi, toplanması ve dağıtımı için kurulacak en yeni teknolojiler desteklenmelidir. Türkiye’nin her yöresinde gelişmekte olan küçük ve orta ölçekli işletmelerin dünyaya açılmasını sağlamak, teknolojilerini ve pazar koşullarını iyileştirmek amaçlanmalıdır.
Ekonomik bütünleşmeleri, bu bağlamda gümrük birliğini Türkiye’nin ekonomik ortamını ve çalışma koşullarını iyileştirecek, çevrenin korunmasını, sürdürebilir kalkınmayı ve rekabeti geliştirecek çok yararlı bir ortaklık olarak değerlendirilmeli, ülke ekonomisinin, dış ekonomilerle uyumlaştırılması için altyapı eksikliklerinin hızla tamamlanması sağlanmalıdır.
Yukarıda açıklanan hedeflerin gerçekleşmesi için ekonomi yeniden yapılandırılmalıdır.
Ayrıca, bugün dünyada gittikçe daha çok insan kabul ediyor ki, ilerleme ya da yaşama standartlardaki maddi öğelerle ölçülmez. Moral, estetik, politik ve çevre bakımından kötü duruma itilmiş, yozlaşmış toplumlar, ne kadar gelişmiş olursa olsunlar, ileri bir toplum sayılmazlar. Kısacası, daha geniş kapsamlı bir ilerleme kavramına doğru ilerlemeliyiz. Artık ilerleme maddi ölçülerle değerlendirilmiyor.
TÜKETİM KALIPLARININ DEĞİŞMESİ
Nerede ‘üretim ’ ve ‘tüketim ’ var ise, orada, ‘çevre kirliliği ’ vardır.
Tüketim, toplum hayatının, bunun yanında, iktisadî faaliyet alanının en kapsamlı ve karmaşık yanlarından birini oluşturmaktadır.
Her ne kadar Einstein, “Çağımızda bir önyargıyı ortadan kaldırmak, bir atomu parçalamaktan daha zordur” diyorsa da, ekonomik ve sosyal ilerleme, gelişen teknoloji, artan nüfus, insanların ihtiyaçlarının çeşitlenmesi ve artması; moda-özenti, promosyon, taksitli satışlar ve reklam gibi etkenlerle oluşturulan sunî ihtiyaçların genişlemesi yerleşik tüketim kalıplarının yıkılmasını, kırılmasını ve değişmesini getirmektedir.
Bu gelişmeler, doğrudur diye bellenmiş, benimsenmiş olduğumuz bütün eski görüşlerimizi zorlamaktadır. Eski düşünce tarzları, eski öğretiler, eski yaşama biçimleri, eski tüketim alışkanlıkları geçmişte ne kadar etkili olursa olsunlar, artık bugünün gerçeklerine uymuyorlar. Yeni değerler ve teknolojilerin, yeni jeopolitik ilişkilerin, yeni yaşama biçimleri ve haberleşme yöntemlerinin etkisiyle ortaya çıkan bu dünya, yeni fikirleri, yeni alışkanlıkları, yeni yaşama biçimlerini dayatmakta, artık yarının dünyasını, dünün kalıpları içine sıkıştıramıyoruz. Örneğin, ‘Yeni, modern ve teknolojik olarak ileri ’ ürünlerin piyasaya sunulması ve toplumda bunlara olan talebin artması, gelişen kitle haberleşme araçları (Radyo-TV’ler, kablolu TV’ler, alıcı-verici telsizler, telefon ve mobil telefonlar, gazete-dergi-kitap ve broşürler, bilgisayar ve bilgisayar teknolojisi, internet kullanım ağı vs.) büyük bir hoparlör gibi yayın yaparak ülke, bölge, ırk, aşiret, dil farkı gibi engelleri aşıp toplumda geçerli ve yaygın olan imajların standartlaşmasını sağladığı yetmezmiş gibi, ayrıca günlük yaşamımızı sürdürebilmek için gereksindiğimiz bilginin yapısını da değiştirmiştir. İnsanların gelir düzeyleri yükseldikçe, özellikle gıda harcamaları azalırken, ulaştırma- haberleşme, ev ve bakım (deterjan ve benzeri vs.) harcamaların payı hızla yükselmektedir. Anadolu insanındaki tüketim alışkanlıkları sürdürülebilir tüketim alışkanlığı olmasına karşın, sanayinin gelişmesiyle oluşan veya oluşturulan tüketim alışkanlıkları sürdürülebilir olmaktan çok uzaklaşmıştır.
Yaşamımızı sürdürmek için üretim ve tüketim olacağına göre, o halde geliştireceğimiz çevre politikaları ve sürdürülebilir kalkınmayla bu kirlenmeyi en aza indirmenin yolunu da bulmamız gerekir. Bu nedenle, sağlıklı bir yaşamı destekleyen, yaşadığımız çevreye zarar vermeyen ve bireysel isteklerimizin ifadesi olan ihtiyaçlara dair bir anlayış geliştirilmelidir. Bu bağlamda, sürekli ve dengeli bir tüketim için, tüketicilerin bilinçlendirilmesi için eğitici programlara ağırlık verilmelidir.
Taslakta da belirtildiği gibi, “bilinçli ve aydınlatılmış tüketici toplum refahının artmasına ve sürdürülebilir kalkınma sürecine katkıda bulunacaktır.
Tüketim ve üretim kalıplarının, oluşma ve değişme eğilimlerinin sürdürülebilir kalkınma ve çevrenin korunması ilkesi ile uyumlu hale getirilmesi için istenen ve beklenen politikaların oluşturulması ve politikaların, programların, projelerin uygulanması süreçlerinde başarılı olmanın ön koşullarından bir tanesi gerek yerel yönetimlerin gerekse gönüllü kuruluşların ve medyanın bu süreçlerin hepsine aktif bir biçimde katılımları sağlanmalıdır.”
YOKSULLUKLA MÜCADELE
“İyi yönetilen bir ülkede, fakirlik utanılacak bir şeydir.
Kötü yönetilen bir toplumda, utanç verici olan zenginliktir.”
Ülkelerin önemli toplumsal sorunlarından biri de yoksulluktur.
Yoksul ve aç olanlar çoğu zaman sağ kalabilmek için yakın çevrelerini mahveder; ormanları keser, hayvanları, meraları talan eder, marjinal toprağı aşırı kullanır, boğulma durumuna gelmiş kentlere akıp oraları daha kalabalıklaştırır. Bu değişikliklerin kümülatif etkisi öyle çok şeyi değiştirir ki, yoksulluğu başta gelen global tehlikelerden biri haline getirir.
Açlık genellikle yiyecek bulunmamasından değil, satın alma gücünün olmayışından kaynaklanmaktadır.
İnsanı insandan, insanlığı doğadan, bireyi toplumdan, kenti ülkeden, zihinsel etkinliği fiziksel etkinlikten, akılı duygudan ve kuşakları kuşaklardan ayıran büyük uçurumlar aşılmalıdır. Bir kıtlık dünyasında süren yaşam ve maddi güvenlik arayışının sona ermesi, özgürlüğün ve eksiksiz bir insan yaşamının ön koşulu olarak görülmelidir. Bir bilge insanın “Önce insanların karnı doymalı, sonra ahlaklı olmaları istenmeli” dediği gibi.
Sürdürülebilir kalkınma herkesin temel ihtiyaçlarını karşılamayı, herkesin daha iyi bir hayata ilişkin beklentilerini gerçekleştirme fırsatına kavuşturulmasını gerektirmektedir. Yoksulluğun içine işlediği bir dünya, ekolojik ve diğer tüm facialara her zaman eğilimli kalacaktır. Yoksullaşan çevre ise onları daha yoksullaştırmakta, geleceklerini daha güç ve daha kuşkulu hale getirecektir.
Türkiye’de oldukça eşitsiz bir gelir dağılımı olduğu (bugün nüfusun en varlıklı beşte birlik kesimi ulusal gelirin yarısını alırken, en yoksul beşte birlik kesimin ulusal gelirden aldığı pay %5’te kalmaktadır. Türkiye Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı. DPT Şubat-1999), hane ya da kişi başına mutlak gelirler açısından bakıldığında gerek kent gerek kır kesiminde önemli bir yoksulluk düzeyinin varlığını göstermektedir. Gelir dağılımında ki adil olmayan yapı, üretim yetersizliği ve düşük verimlilik yoksulluğun nedenlerini oluşturmaktadır. 5 yıllık planlarda, çıkarılan bütçelerde, gelmiş-geçmiş hükümet programlarında kişi başına gelirin artması, istihdamın yükseltilmesi, gelir dağılımının yükseltilmesi, gelir dağılımının düzeltilmesi ve yer almasına karşın yoksulluğun ortadan kaldırılması gerçekleştirilememiştir.
Yoksullukla mücadelenin, yaşama hakkı, sosyal adalet, adil gelir dağılımı, fırsat eşitliği, etkin bir sosyal güvenlik sistemi ve güçsüzlerin korunması kavramlarından oluştuğu kabul edilmeli, bu bakışla toplumsal yaşam yeniden yapılandırılmalıdır.
Büyük kentlerin kıyısında ve çevresinde gecekondu bölgeleri olarak adlandırılan alanlarda düzensiz yerleşim bölgelerinde yoğunlaşan, kentin sağladığı hizmet ve olanaklardan yararlanma payları düşük geniş bu kitlenin yaşama standartlarının yukarıya çekilerek yükseltilmesi için ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde projeler geliştirilmelidir. (Bölgesel ve kentsek kalkınma projeleri, Beceri ve meslek edinme kursları gibi.)
Kentsel yoksulluk ve yoksulluğun ortaya çıkardığı olumsuzluklarla mücadele etmek için merkezi yönetim finansal ve oluşturulacak plan ve projelere katkılarıyla destek olmalıdır.
Gelir dağılımında adaletin sağlanması esas olarak serbest pazarlık ortamının oluşturulmasına ve insanlarımızın bilgi ve beceri düzeylerinin yükselmesine bağlıdır. Bu, çalışmayanlara aş ve işin sağlanması, çalışanların mesleki ve demokratik örgütlenmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasıyla mümkündür. Kamu çalışanlarına grevli ve toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınmalıdır.
Fırsat eşitliğinin gerçekleşmesi için toplumun, tüm bireylerinin yeteneklerini sonuna kadar geliştirebilecekleri ortamı ve olanakları sağlamak esastır.
Yurttaşların tümünü kapsayacak bir sosyal güvenlik sistemi kurulmalıdır. Bu sistem, devletin koyduğu kurallar çerçevesinde ve gözetimi altında, birey kendi sosyal güvenlik koşulları hakkında karar verme özgürlüğüne sahip olmalı, gözetim işlemi özel sektöre de açık olmalıdır. Böylece sosyal güvenlik sisteminin bireyin daha düşük prim ödeyerek, daha etkin ve kaliteli hizmet sağlayacağı bir anlayışla örgütlenmesi sağlanacaktır.
Devlet, ekonomik açıdan güçsüz olan yurttaşları destekleyecek önlemleri almalı, bu bağlamda işsizlik sigortası oluşturmalı, emeklilerin güvenlik kurumlarından elde ettiği gelirin geçinmeyi sağlayacak bir miktarda olması esas alınmalıdır.
Özürlülerin toplumsal ve ekonomik hayata kazandırılması için gerekli yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır.
Yukarıda açıklanan hedeflerin gerçekleşmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için Ulusal Gündem 21 Programı; yerel yönetimlerin idari, mali, personel ve araç-gereç yönünden desteklenmesi, yetkilerin kademeli olarak yerel yönetimlere devrini mümkün kılacak şekilde oluşturulmalıdır.
Doğru her zaman bir amaç olacaksa, yanıt da yeterince açık olmalıdır. Taslakta da belirtildiği gibi,”kentte yoğunlaşan nüfusun, bu arada geniş kitlesel fakir kitlenin üretim ve tüketim süreçlerinin düzenlenmesi, bir yandan kent olarak ihtiyaçların düzenlenmesi, bir yandan da fakir kitlelerin kendine özgü gereksinimlerinin karşılanması, kentin temel işlevidir. Kent yönetimi bu işlerini kent yönetimi, yani Belediye aracılığı ile yerine getirir. Ancak, belediyelere ulusal gelirden ayrılan payla görevleri ile orantılı olmamaktadır. Siyasal rejim demokratikleştikçe, yerel yönetimler daha çok önem kazanmakta, geleneksel işlevlerinin yanı sıra sosyal iyileşmenin ve demokratikleşmenin bir aracı olarak görülmektedir.”
TASLAĞA İLİŞKİN ÖNERİLER
A) Taslağın 124 cü sayfasında 19 cu sırada yer alan “Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Sendikalar, İş Dünyası, Bilim ve Teknoloji Dünyası ile Çiftçiler” başlığı bence, üç ana başlık altında ayrı olarak ele alınmalı.
1. Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Sendikalar, İş Dünyası,
2. Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Bilim ve Teknoloji Dünyası,
3. Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Çiftçiler, Balıkçılar ve Hayvancılıkla uğraşanlar.
Ayrıca Taslakta:
a) Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Bilim ve Teknoloji Dünyası başlığı altında, bilgi üretim merkezleri olması gereken Üniversitelerimizin de büyük bir rol oynayacağı açıklanmalıdır. Taslakta yer almamaktadır.
b) Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Çiftçiler başlığı altında sadece çiftçilere yer verilmiş. Bu başlık altında, sürdürülebilir kalkınma, çevrenin korunması ve geliştirilmesi sürecinde sadece çiftçilere rol biçmek hareket alanını sınırlayacaktır. Hareket alanını geniş tutmak için çiftçilerin yanında varlıklarını temiz bir çevreye borçlu olan ve bununda en iyi kıymetini bilecek olan balıkçıları, hayvancılıkla uğraşanları da hassas ekosistemlerin ve doğal kaynakların entegre yönetimi konularında, doğal kaynakların korunması, sürekli ve dengeli bir gelişmenin sağlanması çalışmalarının içine çekmek ve aslı unsurları olduğu vurgulanmalıdır. (Bergama köylülerinin nasıl çevre sorunlarına sahip çıktığı herkesçe bilinmektedir.)
B) Çevreyi koruma ve kollama bilincinin yükseltilmesinde büyük bir rol oynayacak olan Askerlere Taslakta hiç yer verilmemiş. Oysa örgütlülük düzey yüksek olan askerler ve onların örgütlü gücü Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda büyük bir rol oynama kapasitesine sahiptir.
Yurdun dört bir yanından askerliğini yapmaya gelen gençleri hem yurt savunmasında, hem çevre konularında eğitmede hem de yurdun her yanında ağaçlandırma çalışmalarında, çevre afetlerinde veya kazalarında güvenliği sağlamada, insan ve malzeme kurtarmalarında, insanların tahliye ve taşınmalarında önemli rol oynayacağı bir gerçektir.
Bu nedenle, Taslakta “Çevrenin Korunması, ve Geliştirilmesinde Askerlerin Rolü” başlığı altında Askerlerin rolü de açıklanmalıdır.
EK:
YEREL GÜNDEM 21 VE BELEDİYELERİMİZ
Dünyamızın hızla değiştiği bir dönemde artık yerellik gerçekçilik, verimlilik, adalet ve ifade özgürlüğü; küresellik de sınır tanımayan dostluk ve barış anlamını taşımaktadır. Başka bir ifadeyle evrensel olabilmenin doğal yolu ulusal olmayı, küresellik ise öncelikle sağlıklı bir yerelliği gerektirmektedir.
Avrupa ile Asya kıtalarını ayıran, Boğaz’ın iki yakasını bir araya getiren İstanbul, doğu ile batının, kuzey ile güneyin buluşma noktasıdır. Birçok farklı imparatorluk geleneğinin mirasçısı olan şehrimiz, bir kültür ve tarih mozaiğini ve zıtlıkların uyumunu nitelemektedir. Günümüzde 10 milyonu aşan nüfusuyla bu megaşehir, aynı zamanda bir ticaret, iletişim ve kültür merkezidir.
İstanbul, sorunların ve çözümlerin yan yana, kol kola var olduğu bir şehirdir. Kentsel ve çevresel sorunlara çözüm arayışları konusunda eşsiz bir laboratuvar teşkil eden İstanbul, Yerel Gündem 21 çalışmaları için son derece elverişli bir mekândır.
Yerel Gündem 21-İstanbul; evrensel düşünüş, fakat yerel davranış biçimi ile açıklanabilecek yeni bir toplumsal örgütlenmeyle belediyelerimiz, halka dayalı veya taban demokrasisi olma özelliklerini daha da geliştirecektir.
Ulusal ve yerel sorunların devasa büyüdüğü, çoğaldığı bir dönemde, toplumlar artık yönetim sisteminden üstlendiği hizmetleri; kaynak savurmadan, kamu yararı doğrultusunda, etkinlik ve verimlilikle üretmesini istemenin yanında toplumdaki demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü yaşam özlemlerinin, yönetim sistemine somut olarak yansımasını da beklemektedir.
Güçlü ve demokratik yerel yönetim kurumu, sivil toplum örgütlerine, sosyal katmanlara (gençlik kadın, engelliler, aydınlar …) temsil edici organlar aracılığı ile, yerel hizmetler üzerinde uygulanabilir kararlar alma, bunları uygulayabilmek için kaynak yaratma ve örgütlenme yetkileri vererek kendi kendilerini özgürce yönetme olanağı sağlamalıdır.
Hemşeri bilinçlenmesi ile yakından ilgili olarak yerel yönetimlerimizde ‘halk katılımı ‘ çok önemli bir sorundur. Öte yandan katılımı özendirecek ve etkili kılacak olan sivil toplum örgütlerinin ülkemizde yeterince yaygınlaşmaması da ayrıca önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Ama bizler; yerel sivil topluluğun ‘dehası ‘ ve ‘dinamizmi’nden yerel yönetim olarak mutlaka yararlanmanın olanaklarını yaratmalıyız. Çevre sorunlarını çözme çalışmalarımız bu işin lokomotifi olabilir. Hatta örgütlü olmaktan bir adım daha ileri giderek ‘çok örgütlü-çok aktörlü ‘ olmayı seçmeliyiz.
Farklı önemlere, içeriklere ve hedeflere göre çeşitli roller alarak edinebileceğimiz deneyimleri, diğerlerinin deneyimleri ile etkileşim içinde yorumlayabilme üstünlüğünü bize hiç bir disiplin sağlamıyor. Yetersiz ve kör bilmek yerine, yeterli ve kapsamlı bilme için, sivil toplum örgütlerine ihtiyacımız var; güç ve eylem alanlarını tanımadan karar vermekten doğabilecek riskleri en aza indirebilmek için, sivil toplum örgütlerine ihtiyacımız var; amaçlananlarla gerçekleşenler arasındaki ilişkiyi ve sapmayı daha doğru kriterlere göre ölçebilme becerilerimizi geliştirmek için, sivil toplum örgütlerine ihtiyacımız var. Kısaca, bizim ihtiyaçlarımızdan kaynaklanan örgütlere…
Toplumu, insanlarımızı, sokakları, havayı-suyu, evimizi, işimizi, ücretlerimizi, ekmeği, siyaseti, yaşam standartlarımızı, yollarımızı, ürünlerimizi ve daha birçok şeyi ya da birkaç şeyi düzeltmek ve değiştirmek için ‘çok örgütlü ‘ yapılanmalara ihtiyacımız var. Oluşturulacak ‘Yerel Gündem 21-İstanbul ‘ oluşumu bu konuda denilenleri, istenilenleri yapmada bir başlangıç olabilir.
İnsanları değiştirmenin ve düzeltmenin yolu, onlara bir şeyleri değiştirebilme ve düzeltme olanağı sağlamaktır. Önerilerinin uygulandığını görenler, önerileri üzerinde daha iyi düşünecektir. Uygarlık düzeyimizi kolektif bilinç düzey ile, katılımcılığımızın yoğunluğu ile, sorumluluk anlayışımızın niteliği ile sınıflandırmayı, en iyi yaşamın kendisi yapıyor.
Genellikle yakışanı değil, hak ettiğimizi yaşıyoruz zihniyetini kırmak için, İstanbullumuzun bilgi birikimini ve bu birikimden oluşan düşünsel potansiyelini açığa çıkararak, mevcut sorunları sivil toplum örgütleri, yazar ve akademisyen vb. tüm kişi ve kuruluşların tartışmasına açmakla ve ‘ortak çözüm ‘ yollarını bularak ‘demokratikleşme çalışmalarına ‘ yeni bir açılım kazandırabiliriz.
•Yerel Gündem 21 süreci ile genelde insan haklarının ve ülkede kentsel hakların korunması ve geliştirilmesi arasında bağlantı kurmak için,
•Yerel Gündem 21 sürecini, cinsiyet, yaş, köken, inanç, toplumsal, ekonomik veya siyasal konum, bedensel ya da zihinsel engellilik ayrımı yapmadan, tüm yerel topluluk üyelerine açık tutmak için,
•Kadınları kentsel yaşamın ve karar alma sürecinin her aşamasına daha etkin katılımını teşvik etmek için,
•Çocuk haklarını korumak için,
•Gençlerin ‘sözünü dinleme ‘ye hazır olmak için,
•Örgütsüz ya da yeterince örgütlenememiş kesimlerin seslerini dinlemek ve duyurmaya çalışmak için,
•Katılımcı bir süreç bağlamında, dayanışma, paylaşma ve ortak noktalarda buluşma yoluyla alınacak kararların kendi görüşümüzden farklı olabileceğinden hareketle, bunları ve sonuçlarını kabullenmeye hazır olmak için,
•Yerel düzeyde; vakıf, dernek, meslek odaları gibi sivil toplum kuruluşlarıyla mevcut çevre sorunlarını çözme, sürdürülebilir kalkınmayı sağlama ve ‘ortaklaşa çözüm ‘ yollarını bulmak için,
•Yerel Gündem 21 sürecinin coşkuyla akan sularında küçük engellerin karşısında ‘köpürmeden ‘, büyük engellerin yanından ise ‘sessizce kıvrılıp gitmeden ‘ sorumluluk bilincini geliştirmek için,
•Yeni bir yönetim ahlakı için,
Kısaca; sorunların üstesinden gelmek amacıyla gösterilebilecek çaba ve girişimlerde yerel yönetimlerin vazgeçilmez rolünü kendisine yakışır bir şekilde yerine getirmek; geniş tabanlı, yapabilir kılma ve ‘çok aktörlü ‘ yönetim yaklaşımları yoluyla yerel yönetimlerin, sürdürülebilir kentsel gelişme konusunda oynayacağı ‘yaşamsal rolü ‘ vurgulamak için; temsil ettiğimiz beldelerde yaşayan halkın refahını, yaşama standartlarını arttırma yönündeki kararlığımızı bir kez daha seslendirmek için; hükümetlere ve uluslararası kuruluşlara sesimizi duyurmak ve hep birlikte evrensel bir mesaj vermek için ‘Yerel Gündem 21-İstanbul ‘ oluşumuna bir an önce başlamalıyız.
‘Dünyayı daha iyi bir geleceğe götürecek yol, yerel yönetim yoludur! ‘ şiarının yaşama geçmesi ve maddi bir güç haline gelmesi için ‘Yerel Gündem 21-İstanbul ‘ bir fırsat olabilir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1. Rio Deklarasyonu GÜNDEM 21 Orman Prensipleri, 3-14 Haziran 1992, Çevre Bakanlığının çevrisi.
2. Ulusal Gündem 21 (İkinci Taslak), Çevre Bakanlığı-Ekim 1999.
3. Türkiye Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, Devlet Planlama Teşkilatı-Mayıs 1998.
4. Ortak Geleceğimiz-Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayınları.
5. İnsan Hakları ve Demokratikleşme-Yerel Yönetimlerin ve Gönüllü Kuruluşların Rolleri, Alan Duben, İstanbul Wald Academy.
6. Üçüncü Dalga, Alvin Toffler, Altın Kitaplar Yayınevi.
7. Ekolojik Bir Topluma Doğru, Murray Bookchin, Ayrıntı Yayınevi.