Değişim, “Ergani’de Düğün” ve Zerrin Gülben

okuma süresi: 9 dk.

“Sevgi gönülden gönle köprü kurmaktır.” (Newton)

Her şey o kadar çok hızlı değişiyor ki, tutabilene aşk olsun. Değişim eskiden çok yavaş oluşurdu, şimdi kanatlanmış uçuyor. Şöyle bir 50 yıl öncesini ve bir de günümüzü göz önüne getirelim. Günlük yaşantımız başta olmak üzere ne, ne kadar değişti bir hatırlamaya çalışalım. Birçok nesne, sözcük, alışkanlık yavaş yavaş nasıl hayatımızdan çıkıp gitti bir düşünelim. Giden nesnelerinin, sözcüklerin ve alışkanlıkların yerini nasıl yenilerinin anında doldurduğunu bir göz önüne getirelim. Belli bir yaşın üzerinde olanlar bu yitip gidenleri şimdi özlemle anmakta, yeni kuşaklar için ise bu yitip gidenler pek bir şey ifade etmemekte, onların “kapsama alanı” dışında kalmaktadır.

Doğa boşluk kabul etmediği gibi, doğada ve yaşamda sürekli kalıcı olan ya da devam eden bir şeyde yoktur. Devletlerin, ülkelerin, toplumların, yönetimlerin, kuralların, düşüncelerin, araçların, gereçlerin, insan hayatının, hayvanların, bitkilerin, velhasıl yeryüzündeki her şeyin bir sonu vardır. Sonsuz ve ebedi olan ne var? Gelenekler, töreler, alışkanlıklar değişimin dışında kalabilir mi? Hayır. Nerde eski toylar (düğünler), nerde eski Hıdran (Ergani’de bir köy) davulcuları?

Bizler zamanın, yaşamın ve tarihin hiç durmadan tekrarlandığını zannederiz. Oysa bu tekrarlar yenilenmektir, kendisini yeniden var etmektir. Örneğin bizlerin düğün ve eğlencelerde yaşadığımız coşkuyu, neşeyi, eğlenceyi, temaşayı yeni kuşak bizim duygularımızla yaşamıyor, bir başka şekilde yaşıyor. Ve yaşayacaktır da. Bu kaçınılmaz bir süreçtir. Değişime kızmanın hem bir yararı yoktur, hem de boş bir çabadır. Kızarsak yeni kuşaklara bilginin, görgünün ve değerlerin aktarılmasına engel olmuş oluruz. Geçmişi unutmamak güzel bir şey. Ama değişimi fark etmek, onu izleyebilmek ve hatta ona yön vermek çok daha güzel bir şey. Bu nedenle geçmişi, geçmişte yaşanmışlıkları, olup-bitenleri çok iyi bilmeliyiz. Bu konuda Nietsche’nin söylediklerine kulak vermeliyiz: “Geçmişe çevriliş, insanı geleceğe götürür. İnsanı yüreklendirir, bilinçlendirir, yaşama bağlı tutar. Umuda götürür”.

Umut, insanı geleceğe bağlar, yaşamı güzelleştirir.

1964 yılında yayınlanan aşağıda sunduğum “Ergani’de Düğün” başlıklı yazıyı okuyunca aklıma bunlar geldi. Sizler okuduğunuzda aklınıza neler gelecek merak ediyorum.

“Ergani’de Düğün” yazısını öğretmenlikten emekli olan ve şimdi Diyarbakır’da yaşayan hemşerim Zerrin Gülben kaleme almışt. Aralık 1964’te Türk Folklor Araştırmaları dergisinde (Sayı: 185) yayınlanmıştır. Hataylı arkadaşım Arif Okay sayesinde bu yazıdan haberim oldu. Zerrin Gülben hanımefendiyi kutlarken, Arif Okay arkadaşıma da buradan selam ve teşekkürlerimi gönderiyorum.

“Ergani’de Düğün” yazısını okuyunca açıkçası hem sevindim hem de gururlandım. Sevinmemin nedeni yazının beni eski günlere götürmesinden. Gururlanmam ise Erganili bir bayan öğretmenimiz ta 1964’lerde Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yazı yazmış olmasından.

“Ergani Düğünleri” yazısını aşağıda sizlerle paylaşıyorum. Severek okuyacağınızı umuyorum.

“Gelenekler ve Halk Eğlenceleri: Ergani’de Düğün
Yazan: Zerrin Gülben

KIZ İSTEME:

Bir ailenin oğlu artık evlenme çağına gelmiştir. Baba ve anne gözleri görürken oğullarını başgöz etmek isterler. Bu maksatla kız istemeye ve kızı görmeye giderler. Kız hizmet eder onlara. Eğer kızı beğenirlerse birkaç gün sonra istemeye giderler. Otururlar. Konuşurlar. Derken oğlan anası:

-Kelebacım hiç sormaysız neye gelmişoğ size.

Kız anası da:

-Hoş gelmişsiniz, sefa gelmişsiz, der.

Oğlan anası maksadını anlatacaktır:

-Peşkimizi alacağız, ya tutar, ya tutmaz. Allahın emri, peygamberin kavlile sizin kızı bizim büyük oğlana istemeye geldiğ.

Kız anası gururlu gururlu:

-Allah kader etmişse veruruğ, daha kızımız uşahtır. Hiç bişe yapmasını bilmez. Oğlan anası müdahale eder:

-Biz beğenmuşuğ anam, başımızdan ziyade. Bacım başlığı desah.

-Ne acelez var. Bize birkaç gün müsaade verin, büyüklerimizle konuşah, size bir haftaya kadar haber veruruh.

Aradan bir hafta geçer. Bunlar tekrar gelirler. Kız bu defa misafirlerin yanına çıkmaz. Kaynana olacak kadın:

-Kele anam gidiniz, gelsin yüzünü öpek, der.

Başlığı keserler. «2000 lira başlık, beş kat esvap, bir çift papuç, bir çift kundura, bi korhap, bir çift bilezik, bir top hassa (Patiska), iki batman şeker, alkaşlı küpe, bi de esbap». Ne kadar tutarsa tutsun bunlar muhakkak istenir.

Oğlan tarafı kabul etmezse ufak değişiklik yapmak suretiyle kabul ettirirler. Bazen başlık çok olur. Oğlan anası, babası kabul etmez. Fakat oğlan kıza aşıksa «mutlaka istediklerini alın, ondan başkasını istemem» diye tutturur.

NİŞAN:

Oğlan evi, halkı nişana çağırır. Bunun için yendekçi denen kadınları tutarlar. Yendekçi çağrılacak evlere gider. Onlar da para, bulgur ve yazma gibi şeyler hediye ederler. Nişan bir siniye güzelce dizilir, elbiseler üzerine konur. Önde kolonya, kına, terlik, ayakkabı, kibrit, sigara ve torba torba şeker vardır. Güllerle süslüdür, iki üç gün nişan görülür.

ŞERBET İÇMEK:

Ertesi günü oğlan evi öğleden sonra kız evine gider. Misafirler akın akın gelirler. Su içinde şekeri ezerler, içine bir miktar şerbet boyası atarlar. Pembe olur. Gelini süslerler. Misafirlerin huzuruna çıkarırlar. Şerbet önce güveğiye gönderilir, sonra geline verilir. Daha sonra davetliler içerler. «Allah bu şerbet gibi onları tatlı etsin» diye dua ederler. Gençler türküler söyleyip eğlenirler.

Sarı zıbın asili
Kenarından kesili
Sen orada ben burada
Nedir bunun çaresi

Al düğme yeşil düğme
Yeni düştü fikrime
Her fikrime düştükçe
Kan damlar yüregime

Karanfilsin budama
Sefa geldin odama
Ben seninim sen benim
Haber gönder ba
bama

Nişandan sonra nişanlılar birbirilerini görmezler. Bazen kadınlar:

-Kele bacım heç olacak iştir. Felanın kızı her gün nişanlısıgilde. Bir diğeri «Vuş, o da ne, bizim komşunun oğlu her gün nişanlısının evinde. Sözümüz burada kala. Anası da evde yokmuş. Ayağın altına söyle bacım, bu zamanın gençlerinin yüzü yırtılmış. Ne günlere kaldık, ne günlere, kül ölümün başına» diye dedikoduyu yürütürler.

KINA GECESİ:

Geniş bir salonda lambanın silik ışığı. Ev tıklım tıklım dolu. Bunalan dışarı çıkıyor. Çocuk ağlaması, darbuka sesi, türkü söyleyenlerin sesi birbirine karışıyor.

Oğlan evi gelir. Gelini kına elbisesiyle salona alırlar. Başta kaynana olmak üzere büyüklerin eli öpülür. El öpme hediyesi verilir.

TABAK ÇIKARMA:

Bir tabak içine leblebi, şeker, çekirdek gibi yiyecekler konur, üstü örtülür: Kaynana getirilir. Kaynana onu alır. Yerine hediyesini bırakır, oğlanın akrabalarından büyüklere de tabak çıkartılır. Erkekler dışarda eğlenir.

AVUÇ ALTINI:

Gelin salonda iken kına yoğrulur. Başı bütün kadınlar (dul olmayan ve bir defadan fazla evlenmeyenler) gelinin avucuna kına yakacaktır. Gelin avucunu açtırmaz. Kaynana avuç altını verinceye kadar. Avuç altını para demektir. Avuç altını alınır. Kına yakılır. Bu avuç altını zifaf gecesi damat namaz kılarken gelinin başından döker ki zengin olalar.

Bir tepsiye kına içinde mumlar oturtulur. Yakılır. Gençler sıra ile başlarında döndererek türküler söylerler.

Kına koydum tepsiye
Haber verin bibiye
Gelin ağlar vuş kele
Güveyi güler bak hele

Bir mumdur, iki mumdur
Üç mumdur, dört mumdur
Ondört mumdur
Gelinimiz bu mudur

Haynina, haylonina
Bana bir saki doldur
Haynina, haylonina

Geline bak geline gine geline
Kına yakmış eline
Yazık olmuş geline
Düşmüş sarhoş eline

Gelini ağlatmayın
Duvara dayatmayın
Kınaya çıkarmayın

ÇEYİZ SERME:

Kına gecesinden üç gün önce çeyiz serilir. Çeyiz biçilirken her iki taraf makas parası atarlar. O para gelinindir. Çeyiz üç gün kalır. Herkes hediyeleri ile gelip görürler.

Üçüncü gün büyükler çeyiz yazmaya gelirler. Gelinin nesi var nesi yok hepsini bir deftere yazarlar. Eğer bir gün ayrılırlarsa bu eşya kadına düşer.

VEÇ GÖTÜRME:

Çeyiz denkler halinde kız evine götürülür, buna veç gidiyor denilir. O gece kına gecesidir.

GELİN ARDINA GİTMEK:

Ertesi gün «Pazar veya Perşembe günü» Güveğinin evinde eğlenti tertip edilir. Öğleye deyin yeyilir, içilir, eğlenilir. Güveği tıraş olur.

Öğleden sonra gelin ardına giderler. Yol uzunsa öğle vakti yola çıkarlar, yollarda sık sık durulur. Erkekler oynarlar. Oynayanların alnına para basılır. Bu para çalgıcıya verilir.

Kız evine giderler. Gelini giydirirler. Gelin annesinin, babasının ve büyüklerinin elini öper. Gelinin sağdıçları onun koluna girerler ve arabaya bindirirler.

Gelin arabasının önü sık sık kesilir. Bahşiş istenir. Araba damadın evinin önünde durur. Gelini indirirler. Damat damda sağdıçların arasında durur, elinde mendil, içinde leblebi ve para vardır. Onu gelinin başına döker. Bu paralar para cüzdanına konunca keseye bereket getirirmiş.

Testiler kırılır sular dökülür, kurbanlar kesilir.

Gelinin gelinlik elbisesine evde kalmış kızların ismi yazılır ki, erken kocaya gitsinler. Sonra gelin kaynanasının bacağının altından geçirilir ki, gelin kaynanasının sözünden dışarı çıkmasın.

Gelinin sandalyasının altına kız isterse kız, erkek isterse erkek çocuğu iterler. Gelinin ilk çocuğu kız istiyorsa kız, erkek istiyorsa erkek olurmuş.

Ertesi gün kız evinden gelin giydirmeye gelirler. Üç günden sonra da akrabalar ve komşular gelini görmeye gelirler ve hediyelerini de birlikte getirirler.

Zerrin Gülben Kimdir?

Zerrin Gülben, 10.04.1947 yılında Ergani (Diyarbakır)’de doğdu. İlk, orta ve öğretmen okulunu Ergani’de okudu.

1964 yılında okulunu bitirerek kendi ilçesi Ergani’de İnkılâp ve Cumhuriyet ilkokullarında öğretmen olarak 6 yıl görev yaptı. Sonra Diyarbakır il merkezinde 23 yıl çalıştıktan sonra 1993 yılında öğretmenlikten emekli oldu. Halen Diyarbakır’da yaşamaktadır.

Kendisinin bildirdiğine göre okuma sevgisi ortaokul’da başlamış, Dicle İlköğretmen Okulu’nda Edebiyat Öğretmeni Hüseyin Erkan’ın yönlendirmesiyle yazmaya başlamış. Edebiyat öğretmeni aynı zamanda dünyaya nasıl bakması gerektiği konusunda da yönlendirici olmuştur. Bu nedenle “ona minnettim sonsuz” demektedir.

Bir gün kısa öykü ve şiirlerini inceleyen öğretmeni okulda düzenlenen öykü yarışmasına katılmasını öğütler. Yarışmada beşinci olur. Son sınıfta röportaj dalında “Ergani’de Düğün”le okul ikincisi olur. Bu aynı yıl (1964) Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yayınlanır.

Sonraki yıllarda Yeni Antoloji ve Eflatun dergilerinde şiirleri yayınlanır.

10 Mayıs 2011 tarihinde:
www.erganisoz.com da,
www.sivildusunce.com da,
www.ergani.gen.tr de,
www.erganihaber.net de,
www.yeniyurtgazetesi.com da yayımlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.