Ocak ayının son haftası “Çüngüş’teki Kilise Kurtarılamaz mı?” başlıklı yazım çeşitli gazete ve web sitelerinde yayınlandı. Bu yazının yayınlanışından önce üyesi olduğum Diyarbekir Yahoo Grubu’nda belli aralıklarla kiliseye ait günde iki adet olmak üzere toplamda 18 adet fotoğrafı ve ardından söz konusu yazımı grup üyeleriyle paylaştım.
Yazı ve fotoğrafların yayınlanmasından sonra başta HAYCAR –Hayrat Canlandıran Ve Araştıran Mimar Ve Mühendisler Dayanışma Derneği üyeleri olmak üzere, hem grup üyelerinden, hem de değişik kesimlerden çok sayıda telefonla veya gönderilen mail’lerle çok olumlu mesajlar alarak teselli buldum. Umarım yazım ve fotoğraflar bir işe yarar.
Bizler, bu Ermeni kilisesi gibi ne yazık ki halklar arasındaki ilişkileri de harabe aldık. Bu nedenle kiliseye sahip çıkılması, kilisenin onarılması ve kurtarılması çok önem taşımaktadır. Eğer kilise kurtarılırsa, insanlık borcumuzu ödemenin yanında çocuklarımız arasında daha iyi bir ilişkinin kurulmasına yönelik yapılan çalışmalara da bir katkı sağlanmış oluruz diye düşünüyorum.
Telefonla veya mail atarak duyarlılık gösteren herkese çok teşekkür ediyorum ve Nurettin Değirmenci’den gelen yazıyı paylaşmak istiyorum:
“Sevgili Müslüm,
Yazılarını okuyor, çektiğin resimlere dikkatlice bakıyorum. Resimlerde sadece yıkılan, harap olan kutsal mekânları değil; onların yakılıp yıkılmasına önderlik eden bağnaz düşünceli yöneticileri, sessiz kalan ilkel insanları görüyorum.
1960’lı yıllarda Çermik’te harabe halinde kilise kalıntıları vardı. Bu kalıntılar hakkında kimse konuşmazdı. Yaşlılar, gençlere ve çocuklara, yıkıntılar hakkında kırıntı biçiminde bile bilgi vermezdi. Çocuklar ve gençler, yıkıntıları merak etmezdi. Ara sıra altın arayıcıların geceleri yıkıntılarda dolaştığı söylenirdi.
Sonra, “Küçük Hoca” unvanlı biri, yıkıntıların bulunduğu yerlere cami yaptırma çabasına girişti; çoğunlukla başarılı oldu. Ankara ve İstanbul’da yaşayan Çermikliler başta olmak üzere resmi kurumlardan edindiği desteklerle camiler yapıldı. Çermiklilerin ve resmi görevlilerin sessiz kalması sonucu, Çermiklilerin belleği tarihi kiliseler tümden yok oldu.
Nasıl olmuşsa; Çüngüş’te, görevlilerin gözünden kaçan yıkılmış yapı varlığını sürdürebilmiş.
Bu harabe halindeki yapının durumu, tarihi eser ve kutsal mekân olarak bizleri üzüyor. Peki, o yapıyı ortaya çıkaran ve orada yıllarca dua eden Ermenilerin, her türlü insani felakete uğrayan geriye kalanları nasıl acı duyuyorlardır acaba?
İnsan olmak, oluşumlara ve olaylara, uzaylı gibi bakabilmektir.
Türkiye’deki renkli-desenli yöneticiler, hem kutsal mekânlara saygılı olduğunu söyler, hem 21. yüzyılda yaşadığını iddia eder, hem de kendinden olmadığı saydığı tarihi eserleri ortadan kaldırmak için sinsice çaba harcar; işte çok yüzlülük buna derim.
Bereket versin, Kemalistlerin dini inanışları yoktur da tarihi kiliselerin yok edilmesini, diğer tarih eserlerin yok edilmesi gibi rahatlıkla kabulleniyorlar.
Tarihi yapıları korumak, gelecek nesillere ulaşmasını sağlamak insanlık borcudur. Bu insanlık görevini başarıyla yerine getirenler evrensel mutluluğu hak ederler.
Bizler karanlıkta yaşayan canlılar gibi büyüdük ve doğumumuzdan 40-50 yıl önceki olaylara, 1000 yıl önce ortaya çıkmış olaylar gibi yabancı kaldık. Sorgulama nedir bilmeyen canlılar olarak yetiştik. Solcu, sağcı, Atatürkçü, dindar… olduk; ama gerçeklere gözlerimizi kapamayı, kulaklarımızı tıkamayı çocukluğumuzda belleklerimize kazıdık.
Gerçekler, tatlı yalanlarla büyümüş insanları rahatsız eder, acı verir. Diğer yandan, “Gerçekleri araştırmak gerekir!” diyen bizler, acı gerçekler karşısında hiddetlenmekten, öfkelenmekten kendimizi alamıyoruz. Kısaca: Çoğunlukla dua, beddua, övgü, sövgü ile günlerimizi yaşıyoruz.
Yaşadığımız ortam renkli yalanlarla çevrilidir. Yalanların üstünün açılması şiddetli tepkilere neden oluyor. Değişik tepkilerden ötürü, yalanları yaratan düşünce sistemleri arasında ölçülü ilişki kuramıyoruz. Örnekler verelim:
1-Bazı kesimlere göre, İttihat ve Terakki Cemiyeti;
2-Bazı kesimlere göre, II. Abdülhamit kötülüklerin kaynağıdır.
Bu iki düşünce sistemi ne kadar birbirinden kopuktur?
II. Abdülhamit düşünce sistemi, İttihat ve Terakki Cemiyetini yaratmamış mıdır?
3-Türkiye Cumhuriyeti temel felsefi ile II. Abdülhamit ve İttihat ve Terakki Cemiyeti felsefeleri arasında nasıl yakınlık vardır? Türkiye Cumhuriyeti temel felsefesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti temel felsefesinden ne kadar uzaktır?
4-Günümüzdeki resmi ideoloji ile II. Abdülhamit düşünce sistemi arasında nasıl ilişki vardır?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Bedrettin Dalan, “Dolmabahçe Sarayı sanat adına bir rezalettir ve mimarı Ermeni Balyan Usta’dır” dedi. (13-1-1994)
Bu hırsız, yalancı, görev yaptığı kurumu soyan, kaçak (oldukça vatansever!) ile İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticileri arasındaki ilişki nedir, birbirlerine ne kadar yakındırlar acaba?
Yazı ve çektiğin resimlerden ötürü seni kutlar, çalışmalarında başarılar dilerim. (26.01.2011)”
2 Mart 2011 tarihinde:
http://www.gelawej.net başta olmak üzere birçok site ve yerel gazetede yayımlandı.