Anıtı Dikilesi Bir Derviş: Kavalcı Hafız

okuma süresi: 10 dk.

Çocukluğumda yazları damda yatardık. Geceleyin yataklarımıza uzandığımızda gökyüzünde yıldızları, Maden yolundan gelip geçen arabaların ve istasyondan geçen tren ve katarların farlarından yayılan ışıkları merakla izlerdik. Seslerini duymazdık, sadece ışıklara bakıp düşler kurardık.

Gençlik dönemimde istasyona her gittiğimde; raylar, buhar ve duman yayan trenlerin düdük sesleri, sevdiklerine kavuşan insanların sevinci, ayrılanların hüznü ve özellikle de Hafız’ın kavalından çıkan ezgiler, uzun ve derin içsel yolculuklara çıkartırdı beni.

Zaman akıp geçti. Baharımı, yazımı şimdi çok gerilerde bıraktım, sonbaharımı yaşıyorum. Yılların ardından aklıma o istasyon geldiğinde Hafız ve kızı Xecê’yi hatırlarım. Karanlık gecelerde gökyüzündeki yıldızlar yol gösterir ya, Ergani Tren İstasyonu’nda da o zamanlar Hafız’ın kavalından yayılan ezgiler hem yolcuların hem de uğurlamaya gelenlerin gönül yolculuklarında onlara yarenlik ederdi sanki. Yürekler kabarırdı. Can kulağıyla dinlenirdi. Halil Cibran’ın “Nisan ayını dinliyor gibi dinleyin kaval çalan adamı” dediği gibi…

Hafız’ın yaşadığı coğrafya savaşların, felaketlerin, kıtlık ve açlığın hüküm sürdüğü kederli bir coğrafyadır. Seferberlik çocuğuydu o. Sessizdi ama o sessizliğinin içinde bile bir savaş hüküm sürüyordu. Acıyı ve talanı bilen biriydi, yoksulluk ayrılmaz gölgesiydi. Çektiği acılarla dolu yüreğinden üflediği kavaldan yayılan nağmeler de acı ve hüzün yüklüydü. Karanlık bir dünyada yaşadı hep. Işıktan yoksundu ama güneşe sırtını hiç dönmedi. Karanlıktaydı ama yol bilendi. Yıldızları göremedi ama onlarla arkadaştı. Kendi gölgesini göremedi ama kavalının sihirli sesini gölge belledi. Sonsuz karanlığı sonsuz ışığa kavuşturuyormuşçasına çalardı.

Sözden şüphe duyabilirsiniz ama ses yalan söylemez! Hafız kaval çaldığında ses çiçeklenirdi. Bozkır sıcağında yürekler serinler, ayazda ısınırdı. Göğüs kafesine kapatılmış yürekler kanatlanırdı. Toprağın, bozkırın sesi olurdu; fısıltılar, titreşimler, esintiler… kaval sesi olup yayılırdı.

Nar ağacından yapılmış kavalın sesini onun dolu dolu ruhu besliyordu. Üflenen kaval, hatıralarından fışkıran ağıtlara akardı. Alnından dökülen terler kavalından çıkan sesi yıkardı sanki. Karanlık dünyasına ışık vursun özlemiyle belki çalardı, çalardı, çalardı…

Kürt Hafız ve Ermeni Nışo

Hafız’ın kavalından çıkan sesin, ses evreninde çok farklı bir yeri olduğuna inanırım hep. Görme engelli bu nefes ustasının kavalını yine kendisi gibi engelli bir usta, Ermeni marangoz ustası Nışo yapmıştı. Kadim coğrafyanın kadim iki halkının iki usta sanatçısı hünerleriyle buluşmuştu. Ermeni Nışo yaptığı kavalla ses veren, Kürt Hafız ise bu kavalı çalarak ses olmuşlardı.

Hafız’ın gerçek ismi Zülfi’dir (Yokuş). Diyarbakırlıdır. Kör Zülfo olarak tanınır. Nışo’nun gerçek ismi ise Dikran Nışan’dır. Diyarbakırlıdır. Topal Nışo olarak bilinir. Mıgırdiç Margosyan, Gâvur Mahallesi kitabında; Nışo’nun Gâvur Mahallesi’nde oturduğunu, marangoz olduğunu, nar ağacından kavallar yaptığını yazar (Aras Yayınları, s. 14-15).

Nışo’nun yaptığı ve Hafız’ın da yıllarca üflediği kaval da bugün Diyarbakır Kent Müzesi’nde sergilenmektedir. Sergi salonunda asılı kavalın bir yanında kardeşim Miktat Üzülmez’in Hafız’la ilgili yazdığı “Ben Seni Beklerken” şiiri, diğer yanında da Malmîsanij’in Zazaca yazdığı “Lulbendo Erxeniyıj” şiiri yer almaktadır.

Miktat, Dicle İlköğretmen Okulu’nda yatılı okuduğu yıllarda Hafız’ı sıkça görmektedir. Yatılı okumanın genç ruhunda yarattığı burukluk veya yalnızlık duygusunu sık sık kaçtığı istasyonda, Hafız’ın yanık ezgilerini dinleyip dindirmeye çalışmaktadır. Şiirinde Hafız’ı, Hafız’ın küçük kızını ve Ergani İstasyonu’nu anlatır:

“…
Bir gün yolun düşerse Ergani’ye
O küçük kızı görmeden
Hafızın kavalını dinlemeden
Sakın ha!..
Gideyim deme.
Birkaç renkli şeker
Bir paket de sigara götürmeyi unutma
O bilir kimden geldiğini
.”

Malmîsanij’in Paris’te 1984 yılında Dimîlî (Zazaki) lehçesinde yazdığı “Lulbendo Erxenîyıj” (Erganili Kavalcı) şiiri de sebepsiz yere yazılmamıştır elbette:

Kim ne bilir aslen nereli olduğunu,
kim ne bilir
ne zaman yitirdiğini gözlerini.
Adını bile bilmiyorum,
Erganili Kavalcı diyorum…
Kimse bilmiyor adını
fakat binlerce insan nefesine tanık oldu
.
Öyle bir nefes ki tarife gelmez.

Nerede şimdi Erganili Kavalcı,
Öldü mü, kaldı mı?
Kim bilebilir ki,
Paris’te kimse bilmiyor çalınan kavalımızı,
Ergani İstasyonu ne kadar uzak buradan,
bir ben bilirim…
Kulaklarım çınlıyor, kavalı yâd ederken
.

Bizim kavalımız, dert ve elemin senfonisi,
ezeli ve ebedi.
Uvertür, ne de yumuşak…
Ama o melodi,
dert ve elemlerin rüzgârıdır gelen,
nefes verdiğinde cemaat hep bir ağızdan
.”

‘Seferberlik çocuğu’

Kent Müzesi yetkililerinden, Nişo ve Hafız’ın kavalının ilginç hikâyesini dinlemiştim:
“Biz Ermeni kaval ustası Nişo’nun kavalını ararken tesadüfen Hafız’ın kavalını bulduk ve bu kavalın yapımcısının da Nişo olduğunu sizin yazılarınızdan öğrendik. Kavalın Bağlar ilçesinde berberlik yapan Dicleli Hamza Ayna’da olduğu tespit edilince gidip görüştük, durumu anlattık. Hamza Ayna sağ olsun hiçbir karşılık beklemeden kavalı müzeye hibe etti.
Hamza Ayna, Ergani Tren Garı’nda kaval çalarak geçinen kör bir kavalcıdan satın aldığını, isminin Hafız Zülfo olduğunu, çok yaşlı oluşundan dolayı artık kaval çalamadığını, bu nedenle kavalı satmak istediğini, sırf Hafız’ın kavalı olduğu için kaval çalmasını bilmemesine rağmen kavalı yüklü bir para vererek satın aldığını, alırken de Hafız’ın; ‘kavalının çok kıymetli olduğunu’ defalarca tekrarladığını anlattı.”
Her dönem medya sisteminin starı olanların aksine, sahipsiz biriydi Hafız. Kendi insanları kendince sahiplenip isimlendirmişlerdir onu. Hafız, Kör Hafız, Bagürlü Hafız, Dilenci Hafız, Hafız Zülfü, Erganili Kavalcı, İstasyondaki Kavalcı, Zülküf Baba, Kör Zülfo, Zülfü Yokuş, Vivaldi Zülfo, Xalo Zülfo, Kor Hafiz, Bilûrvane Hafiz ya da Hafize Bilûrvan…
2005 yılında kaleme aldığım Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş kitabımda Hafız’la ilgili yazdığım “Hüznün ve Gurbetin Sesi: Zülfü Yokuş” başlıklı yazımda o zaman görüşüp bilgi aldığım kızı Xecê ve Hafız’ı tanıyanlardan edindiğim bilgiler neticesinde şunları yazmıştım:
“Gerçek ismi, Zülfü Yokuş’tur. Herkes O’nu Xelé Zülfi, İstasyonda kaval çalan Hafız olarak tanırdı. Birsin köyündendi ve Bagür’da otururdu. Kızı Xecê’nin anlattığına göre: ‘Seferberlikte doğmuş. 13 yaşına kadar Kur’an okumuş. Kur’an’ı hatmetmiş. Sesi çok çok güzel olduğu için nazar değmiş, iki gözü akmış. Kaval çaldığı zamanlar kaside, ilahi ve türküler de söylerdi. Kavalını Ermeni Nişo Usta yapmıştı. Kavalı kayboldu, şimdi nerede olduğunu bilen yok!’ Hafız, 1994’te yaşama gözlerini yumdu. 90 yıldan fazla yaşadı. Doğumunu bilen yok. O, ‘Ben Seferberlik çocuğuyum’ dermiş” (s.385).
Bu satırlarda bazı maddi hataların yanında eksiklikler de var. Düzeltiyorum. Gerçek ismi Zülfi Yokuş’tur. Resmi kayıtlara göre 01/07/1912 tarihinde Ergani’nin Birsin köyünde doğmuş, 15/09/1995 tarihinde Ergani’de vefat etmiştir. Babasının adı Halil, annesinin adı Emine, eşinin adı Fatma’dır.(*) Nişo’nun Hafız’a yaptığı kaval da Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın Cemilpaşa Konağı’nda hizmete açtığı Diyarbakır Kent Müzesi’nde sergilenmektedir.

Sürü’den Yaşar Kemal’e, Hafız

Zamanında bir efsaneydi Hafız. Hafız’ı görmeyenler, onu tanımayanlar senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı, yönetmenliğini Zeki Ökten’in yaptığı 1978 yapımı Sürü filmini izleyebilir. Filmin Ergani İstasyonu’nda geçen sahnesinde kaval çalan Hafız ve yanında küçük kızı Xecê de vardır.
Yılmaz Güney’den çok önce ve daha sonrasında da Hafız’ı yazan yazar, şair ve gazeteciler oldu. Yaşar Kemal, röportaj dizisi için çıktığı Güneydoğu gezisinde, Sabahattin Eyuboğlu ve şair ressam Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun kız kardeşi sevgilisi Mualla Eyuboğlu’na Diyarbakır’dan yazdığı 7 Mayıs 1951 tarihli mektubunda Hafız’ı anlatır:
“Ergani İstasyonu’nda âmâ bir ihtiyar, çocuğu elinden tutmuştu, kaval çaldı. Ömrümde ben böyle harika bir ses daha duymadım. Kompartımandan delicesine atıldım, cebimde ne kadar bozukluğum varsa verdim. Canımı da verebilirdim.
Ah! Bu yolculukta beraber olmalıydık”
(Tûbâ Çandar, Hitit Güneşi, Doğan Kitap, s. 83).
Öykücü Osman Şahin, Ay Bazen Mavidir kitabının ilk öyküsü olan “Bozkırda Vivaldi”de, Dicle Köy Enstitüsü’nde öğrenciyken Hafız’la ilgili bir anısını anlatır.
Müzik öğretmeni bir gün Hafız’ı yemekhanede sahneye çıkartır: “Bir üfleme ocağıydı ağzı onun. Üfledikçe kulaklarımızı etkisi altına almaya, hepimizi büyülü soluğunun dünyasına çekmeye başladı. Kavalının sesi kapalı salonda daha bir temizdi, saftı, garipti… Üflediği havalar, üstündeki giysileri gibi koruyucu, basit, eski, hüzünlü, yalnız, garipti. … Gelmiş geçmiş büyük kıyımlar, ağıtlar, göçler, tufanlar, çıldırtıcı sıcaklar, uçsuz bucaksız çöl ağızlarının gamlı hüzünleri saklıydı o seslerin içinde” (s.14-15).
Sonrasında Hafız’ın kavalı susar. Dayanılmaz, saygın, büyük bir alkış kopar. Böylece Bozkırdaki Vivaldi ya da Vivaldi Zülfo unvanları da edinilmiş olur.
Şair ve yazar Yılmaz Odabaşı, Sevginin Herkesten Şikâyeti Var kitabında ‘Vivaldi Zülfo’ başlıklı yazısında ve 07 Kasım 1995 tarihli Özgür Gündem gazetesindeki köşesinde bu “Bozkırda Vivaldi” öyküsünü özetledikten sonra bir yaşanmışlığını anlatır. Neyzen ve yazar Ergün Sönmez, “ondan dinlediğim nağmeleri hiç unutmadım” şeklinde bahseder Hafız’dan. Ayrıca, Sedat Eroğlu, Gülbaran’ın Gülleri kitabında “‘Bozkırda Vivaldi’ Hafız Zülfü Yokuş”; Faruk Aslanoğlu, “Bağürlü Kör Zülfo” (Telgraf/7 Mayıs 2018); Ahmet Beşenk “Nişo’nun Kavalı” (Özdiyarbakır Gazetesi) başlıklı yazılarında Hafız’ı anlatmışlardır.
Hafız Zülfi Yokuş, gerçek bir halk sanatçısıydı. Yıllar sonra anısına hürmeten bu yazıyı yazıyorum. Anılmayı hak edişinden ve kadir kıymet bilmenin gereği olarak, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Ergani Belediyesi’nden bir dileğim var:
Şehrimizin ya da ilçemizin uygun bir yerine Hafız’ın bir anıtını dikerek bu değerli sanatçımıza vefa borcumuzu ödeyelim lütfen. Onu ölümsüzleştirelim.

(*) Yılmaz Odabaşı ve daha birçok yazar Osman Şahin’in öyküsü “Bozkırda Vivaldi”yi anlatırken veya alıntılarken Dicle Köy Enstitüsü yerine Dicle İlköğretmen Okulu yazmakta. Oysa Osman Şahin Dicle Köy Enstitüsü mezunudur. Anlattığı olay enstitü döneminde geçmektedir. Bu yanlışlık, kanımca, Dicle Köy Enstitüsü kapatıldıktan sonra Dicle İlköğretmen Okulu ismiyle eğitim faaliyetini sürdürmüş olmasından kaynaklanıyor.

Ocak-Şubat 2020, Dilop Dergisi, 12. Sayı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.