Doludizgin Yaşamak (Şiir)

okuma süresi: 18 dk.

Müslüm Üzülmez, Doludizgin Yaşamak (Şiir), İstanbul, Aralık 1994, 80 sayfa.

ÖNSÖZ

Bu kitabımda sözcükleri karınca kararınca oya gibi işleyerek, fırtınalı yaşamımın derin izleri içerisinde, gönlümden kopan duyguları şiirleştirmeye çalıştım.

Yazdıklarım, anıların silinmez izleri ile zaman zaman dalga gibi kabaran duyguların ak kağıt üstüne yansımasıdır. Yazmak güzel bir duygu. Bu şiir olunca daha da güzelleşmekte. Ben kendimce yazmaya çalıştım. Şiirlerim yayınlandığında kabaran duygular dalgasından kıyıda neler kalacağını bende merak etmekteyim. Kıyıda kalacak olanlar, şiirlerin siz okuyucularımda bırakacağı etkidir. Kabaran duygu dalgaları ise benim fırtınalı yaşamımdır.

Şiir insanın iç zenginliğinin, gönül zenginliğinin ürünü olmalı. Gönlümün zengin olduğuna inanıyorum. Şiirlerimde, acıyı sevince katmerleştirebildimse, ne mutlu bana.

Saygılarımla!

Müslüm Üzülmez
25 Ekim 199

ŞİİRLER

Yolum Uzun
yolum uzun, gidiyorum gözüm kara
kaderim elimde değil, başım bora
sevdan benim için özgürlük ateşi
yakıyor bedenimi o, sara sara

1981, Diyarbakır

Cana Can Olmaya Çalıştım
yaşamın güzellik bahçesinde
her zaman:
toprağın rahmine tohum
tohuma yaşam
yaşama bereket
berekete katmer
olmaya çalıştım

cana can
olmaya çalıştım.

1981, Diyarbakır

Kekliğim
bu dağların ardı gölgedir
yarlar tehlikeli bölgedir
uçman rengin sesin özgedir
tenhalarda uçma kekliğim

dönem puştların, fak kurarlar
pusudan seni de vururlar
allı kanadını kırarlar
tenhalarda uçma kekliğim

1982, Diyarbakır

Sevdan
sevdan
aşım ekmeğim güneşim.

sevdan
diyar-i bekir surları gibi mahsun
ve haşin.

sevdalım
sen dışarda
ben içerde
seni benden
beni senden
ayırmak
kavgamı kırmak
sevdandan caydırmak
için
cümle silahlarıyla
üstüme üstüme
geliyorlar
prangalara vurup vurup
demirden
betondan
hücrelere salıyorlar…

ama sevdan:
yediveren güllücesine
ege’de
çukurova’da
harran’da yeşermekte,
karacadağ’ın zozanında
kızıl karanfilcesine açmakta,
beynimin her hücresinde
düşüncemin şahdamarında
yaşamakta
güzel bir kadının ince belini sararcasına
öz benliğimi sarmakta.
sevdan
her şeye rağmen
kıran kırana savaşmakta…

1982, Diyarbakır

Nazlım
vuruldum seslenemem duy! sesim kısık
güvercinim yaralı, kanadı kırık
sevda yüklü mektubumu gönderemem
sen gel bari görüşüme nazlım! sık sık

Özlem
bir bilsen, seni nasıl özledim
dört gözle yolunu gözledim
ne selam gönderdin, ne sen geldin
gül yüzün benden neden gizledin?

hapishaneler hep dört duvardır
hapiste olanda çok dert vardır
bağrı yanık, gözleri yoldadır
soranı var ise, o da yardır

yarim! beni sana bağlayan o
gönüllere akan bir çağlayan o
gönül verdim bende o sevdaya
sevdan emek, yüce bir değer o

Var Olmanın Anlamı
kadir kıymet bilen
göz bebeklerinin içi gülen
gül tanem!
sen olmayınca yanımda
gönlüm buruk
kalbim boş
başım nahoş.
söyle
böyle sensiz olmanın
ne anlamı var?
olmaz olsun!

İçimdeki Sevgi
hayat sonsuz bir dalga
benim varlığım bir nokta
dalga dalga bu sonsuzlukta
güzel
çirkin
iyi
kötü
var olan her şey
bir
oluşum
bozuluşum
durmaksızın hareket
ve değişim halinde
bir değişmeyen
benim sana olan sevgim
çünkü
sonsuzluk benim içimde
sevgin benim içimde

Sevdalı Başım Duman
koçero olarak
hazreti isa’dan
bindokuzyüzsekseniki yıl sonra
kollarım gerili çarmıhtayım
çıplak,
ağzımda diş
kırık
kulaklarımda zar
yırtık
dudaklarımdan
akıyor kan.
ellerim arkadan
edison’a inat bakır telle bağlanmışım
elektrik akımı veriliyor kasıklarımdan
kanlı üre
sancı
akıyor idrarımdan.
gözlerim şimşek
boşanıyor vücudumdan
ter çığlık
sesim kısık
biliyorum
hazreti isa sağ olsaydı
utanırdı isa’lığından.
aahhh! anaaam!.. aah!
ah ki ne ah!..
aman ki ne aman!..
sevdalı başım duman
onlar ki konuşturmaya
ben konuşmamaya
etmişiz iman.
çarmıhta da olsa
barut fıçısı yüreğimin derinliklerinden
bir ses haykırıyor durmadan:

“koçero!..
ruhunu teslim etme!
sakın ele verme!
onurunu koru, küçülme!
umudunu tüketme!
dayan!!!”

Hasret Şarkısı
bulutlu dağlar
durmadan ağlar
sel olur çağlar
gönlümü dağlar

gözyaşım pınar
ciğerim nar nar
hasret şarkısı
gönlümü dağlar

sen sevdin beni
ben sevdim seni
sevmek sevilmek
gönlüme çağlar

Sevdanın Tükenmeyen Umudu
aşk hududunda sineme mayın diken
gönül bağıyla çevreme örgü çeken
güzelliğin aşk bağına sevgi eken
sevdanın o tükenmeyen umududur

Karacadağ Eteklerinde Kopan Fırtınanın Destanı

1.
karacadağ eteklerinde
işkence fabrikası durmadan çalışıyor:
24 saat.
insanlar aç
insanlar perişan
kol geziyor verem
hasta her yan,
insanlar
ya ölüyor ya da kalıyor sakat.
zorluyorlar
tutsak halkımın evlatlarını
tutsak etmeye
ne derlerse
“em-reeet komutaaanııım!” demeye.

2.
vuruşarak
süren bu savaşta
kimileri teslim oluyor
açlıktan
can korkusundan
birde coptan
kimileri
umutsuz gelecekten
kimileri de:
hiçbir yerde
hiçbir zaman
ey-i vallah etmedi
dilemedi aman
ancak
ey-i vallah etmemek yetmiyor
hep birlikte kader birliği ederek
horon tutup türkü söylemek gerek.

3.
karacadağ’ın eteklerinde
1983’ün 5 eylül’ünde
fukara
bahtıkara
özgürlüğü tatmamış
özgürlüğe hasret
halkımın yiğit evlatları
hep birlikte
kırdı “emir-komuta zincirini”
üstün geldi copa.
ama onlar
ikiyüzlüdür her zaman
alışmıştır
zulüm etmeye
kan dökmeye
ant içmiştir
özgürlük için savaşanları
susturmaya.
ne yazık ki çırpınışları boşuna
lakin sevda rahmine
özgürlük tohumu düştü
uyuyan dev uyandı
patladı
karacadağ’ın kara taşında volkan
artık
yetmeyecektir güçleri
ne susturmaya
ne durdurmaya
varılacaktır
varılmak istenen
noktaya.

Nedir Bu Kadar Karanfil
her mayıs ayının ikinci pazarı
amerika’da “anneler günü” kabul edilmiş.
eh!.. bizimkiler de amerika’dan geri kalır mı?
hilton’larda
etap’larda
pera palas’larda
sempozyum konferans
kokteylleriyle
birbirinden şuh
birbirinden güzel
dilberler:
hava atarlar
lüks otomobilleriyle
çalım satarlar
pierre cardin’li elbiseleriyle,
balolarda
göbek atarlar, göbek attırırlar
italyan yapımı masalarda.
göz nuru nedir
bilmeseler de
alınteri
dökmeseler de
ellerine ömürlerinde
iş değmese de
muhteşem salonlarda utanmazca:
atarlar
tutarlar
söylev çekerler
analarımız hakkında
anam hakkında.
oysa
binlerce zelo tarlada
binlerce hatice tezgahta
binlerce havva hapishane avlusunda,
ne bilirler hilton’u
ne bilirler cin-toniği
ne de bilirler pierre cardin’i?..
onlar:
yaşamak için ibadet edercesine
yaz kış, gece gündüz çalışmakta
yaşamın yıllardır verdiği çileyi
bir oya gibi sabırla örmekte
ellerinden alınan evlatlarını görmek için
görüş günlerini iple çekmektedirler.
görüş gününde
benim “kadan alam!” diyen anam
“anneler günü”nde mendili elinde
analarla birlikte
gelmiş görüşüme.
analarımız sökün etmiş
yığılmış hapishanen önüne.
getirmişler ellerinde
renk renk kır çiçeklerini
kucaklarına doldurmuşlar
renk renk beyaz sarı kırmızı güllerini
kırmızı beyaz pembe karanfillerini.
ama askerler kızıyorlar
“nedir bu kadar karanfil?!..” diye
çiçek gül
ve karanfil demetlerini parçalayıp
postallarıyla eziyorlar
verilen emirle
“anneler günü”nde
karanfilleri değil
annelerin yüreğini çiğniyorlar.

Ne Güzel
merhaba özgürlük!
dağlar taşlar uçan kuşlar merhaba!
artık bende özgürüm,
ne mutlu bana hasret duyduklarım
sevdiklerim
sizlere kavuştum.
insanın
sevdiklerine kavuşması
onları kucaklaması
yeni doğan günü özgürce selamlaması
ne güzel!..

Haziran 1984, Bayrampaşa/İstanbul

Biz Bize
kol kola
el ele
söyleşelim
dil dile

diz dize
göz göze
sevişelim
biz bize

sevişelim
biz bize

Haziran 1984, Bayrampaşa/İstanbul

Cana Can Kattın
sevgiyi tattın
dertleri attın
göğsüme yattın
cana can kattın

tasamı alma
saçını yolma
bensiz hiç olma
cana can kattın
cana can kattın

Temmuz 984/Bayrampaşa/İstanbul

Yenilgiyi Kabul Etmedik
yaptıklarımdan
hiçbir zaman
olmadım pişman

hak dedik
kol kola yürüdük

özgürlük dedik
hınca hınç alanları doldurduk

bazen birer birer
bazen de birlikte
cezaevlerine tıkıldık
ezildik
horlandık
aç kaldık
öldük
dirildik
dirildik
öldük
ama
yenilgiyi kabul etmedik.
yenilen yenilgiyi kabul etmedikçe
kazanılan zafer, zafer değildir.

kavgada yenildik
kavgada bilendik
yenildik
yenilgiyi kabul etmedik

Temmuz 1984, Ergani/Diyarbakır

İnsanlar Hep Aşık Olmalı
bil ki… günahsız sevdim seni
naz edipte delirtme beni
bilirim gönlün olduğunu
yeter! naz etme, tut elimi

sözle saz barışık olmalı
diken gül sarmaşık olmalı
fani dünya gelip geçici
insanlar hep aşık olmalı

Ağustos 1984, Bayrampaşa/İstanbul

Başımın Tacı
başak tanesi yüzün
arı balıdır özün
her hücremin, beynimin
bir senfonisidir sözün

çiçeklerden sümbülsün
sevgi bağımda gülsün
dünya şahidim olsun
kalbimde tek gülsün
sevgi aşkın ilacı

sevgisiz kalmak acı
sevgisiz yaşanır mı?
başımın aziz tacı

Ağustos 1984, Bayrampaşa/İstanbul

Selvi Boylu
al yanak üstüne konan buse olsam
kulağındaki küpeye pense olsam
salındıkça güzelleşen selvi boylu
güzelin geçtiği yolda şose olsam

dudaklar şekerpare, duruşu soylu
sürmeli gözler güvercin, güzel huylu
asil güzelliği tanrıdan onaylı
sana hiç doyum olur mu? selvi boylu

Eylül 1984, Bayrampaşa/İstanbul

Anam
cana bir canan
her zaman anam
ciğerden yanan
olur hep anam

yüzü gülmedi
dinmek bilmedi
zordan yılmadı
mübarek anam

Eylül 1984, Bayrampaşa/İstanbul

İşsizlik
bu rezil işsizlik ne bela?
bir iş bulamadım ben hâlâ
ne olacak bunun sonu?
bende bilmiyorum! valla…

işsizlik ateşten bir gömlek
gelin! birlikte kökten silek.
olsun! ne iş olursa olsun!
üstesinden gelir bu bilek.

işsizlik ateşten bir gömlek
gelin! birlikte kökten silek.

Eylül 1984, Bayrampaşa/İstanbul

Güzel Kardeşim
aynı babadan
aynı ana rahmine düştük

aynı memeden süt
aynı tastan su içtik

gün oldu
koyun koyuna yattık

gün oldu
aynı acıları
aynı sevinçleri
aynı özlemleri
paylaştık

yoksulluk içinde
binbir çileyle yetiştik
deste deste dertleri
dert teknesinde yoğurarak piştik

ikimizden ziyade
-üç bacı üç kardaş-
daha var altı baş

aynı yastığa koymuştuk baş
sonra koyduk
aynı davaya baş

seninle kardeştik
olduk arkadaş
olduk yoldaş

yürürken baş konulan dava uğruna
havalar bozuldu
çıktı birden fırtına
başladı tipi
avcı tazıları kurt köpekleri düştü izimize
namlular çevrildi üstümüze
goco’nun önünde

biz de çantada olmamak için keklik
ana diyarından baba ocağından
ayrıldık
yollara düştük
olduk gurbet kuşları

sonra?..
sonra şehr-i muazzam da buluştuk
sabaha kadar
konuştuk ha konuştuk

yeniden çok sürmedi
kasırgalar koptu
üstümüze karabulut çöktü
ve ayırdı beni
senden
gülümden
güllerimden
ve dostlarımdan
oldum kafeste bir kuş
sen oldun göçmen kuş
önce sen kafeste
ben göçmen kuştum
anlaşılan bu işi sıraya koyduk

neyse
çok uzun ve zorlu
iki yıl ara yerden sıvıştı
kafesteki kuş
özgürlüğe kavuştu
tekrar şehr-i muazzama uçtu
ve seninle buluştu
hasret giderildi dertleşildi.
yenildi içildi
ve ardından:
“ben göçmen kuşum
zamanı geldi uçmamın. ne dersin?”
ne diyeyim? şeyh cuma’nın oğlu
bu işler böyle
tatlı sözlerini
gülen kara gözlerini
unutmayacağım!
git! güle güle…
ışın ışın parlayan
zeytinkarası gözlerini öperim
güzel kardeşim

git! güle güle…

Ocak 1985, Bayrampaşa/İstanbul

Küçük Cemal
2 ocak 1985 tarihli
yani yılbaşı’ndan bir gün sonraki
“milliyet gazetesi”nin iç sayfalarında
bir resim
resim altında
izmir kaynaklı bir haber:
“aç kalan cemal
ekmek çaldı, hırsız oldu.”
gazete devam ediyor:
“talihsiz cemal
1984’te çaldı,
1985’te yakalandı.”

ve sorgusunda cemal:
“herkes eğleniyordu
benim kalacak yerim yoktu.” Diyor

gazete önümde
bakıyorum cemal’in resmine
Cemal’in üstünde:
parka yırtık
çizgili tişört kirli
pantolonu bolca

cemal iki elini
koymuş iki dizinin üstüne
çömelmiş günah duvarının dibine
bükülmüş boynu öne

belli ki… utanıyor
ekmek ve peynir çalmaktan
belli ki… aç
umutsuz gelecekten

kim bilir?… belki de
1985’in ilk sanığı
1985’in ilk günü
karlı bir günde
-nezarethanede-
sıcak bir yer bulduğundan
-kelepçesi kendisinden büyük-
küçük cemal seviniyor

gazete önümde
gözüm resimde
vicdan muhasebesi
yapıyorum kendi kendime
soruyorum? suçlu kim

yılda bilmem kaç milyar dolar
bütçeden silahlanmaya para ayıranlar mı

yoksa… %46 tasarruf edip
yatırıma yönelmeyen holdinglerin
büyük patronları mı

yoksa… toplanan vergileri
har vurup harman savuran
ruh ve bedenleri satılık peşkeşçi
kokuşmuş politikacılar mı

yoksa… anasını allayıp pullayıp
yeniden babasına satar gibi
hayali ihracat yapanlar mı

yoksa… 1985 yılı “gençlik yılı”dır deyip
gençliği demir kapılar arkasına tıkan
sonra da
tonton bir baba şefkatiyle gençlik üzerine
söylev çekenler mi

yoksa… yoksa
-kelepçesi kendisinden büyük-
küçük cemal mi
soruyorum
suçlu kim

“milliyet”
“talihsiz cemal hırsız oldu” diye yazıyor

oynanan oyun hep aynı oyun
hem cemal’ler kaderle talihle büyütülür
hem de
alınlarına hırsız damgası
bileklerine zincir vurulur

sonra
sonra sur dipleri, köprü altları meskenleri
hapishaneler mekanları olur

yeter be küçük cemal
gör
öğren
bil artık
sen ne talihsiz
ne de hırsızsın

unutma
balık baştan kokar
azıcık başını kaldır yukarı bak
göreceksin
kimlerin hırsız olduğunu
göreceksin
kimlerin kelepçeye layık olduğunu
kelepçesi kendisinden büyük küçük Cemal

Ocak 1985, Bayrampaşa/İstanbul

Korku Üzerine
seni
bugüne getiren yurduna
sana
umut bağlıyan halkına
ödeyebilmek için borcunu
nefesini iyi tutup
ayaklarını yere sağlam basacaksın

gerekirse korkmadan
bütün gemileri yakacaksın!
korkarım ben!
vatanımdan ayrı kalmaktan
köksüz kenger gibi olmaktan

korkarım ben!
dudaklarından öptüğüm sevgi’mden
saçlarını okşadığım çocuklarımdan
ayrılmaktan

korkarım ben
beklediğim günü görmeden
ahret kervanına katılmaktan

korktuğum da olmuştur
hem de çoook
ama korkmamak için
korkmak
korkuyu yenmek
korkuyu unutmak gerek

bu korku
can korkusu
olsa da

Ocak 1985, Bayrampaşa/İstanbul

Dostlarsız Olmuyor İçmenin Tadı
dostlarla güzeldir
rakı sofrasında
göz göze olmak
gözlerimizin içine bakarak
içmek
içerken tatlı tatlı sohbet
hele bir de
olursa masada
beyaz peynir
sarı kavun
ve et
zaman doldur!
ister sulu ister sek
kaldır lıkır lıkır
kafaya çek
niye yalan söyleyeyim
özledim yetmişlik
ispirtosuz anasonu bol rakıları
ve daha çok ta dostları
kimlerle içeceksin
dostlar bağına dolu vurdu
kimini yel aldı
kimini sel götürdü
her biri bir tarafa savruldu
olmuyor
dostlar sız içmenin tadı
ama gün gelecek
yine sofralarımızı kuracağız
kararmasın yürekler
sönmesin umutlar
kavgasını verdiğimiz
özgür günler şerefine
bardaklarımızı
doldurup doldurup kaldıracağız
hem de şişeleri kıracağız
işte o zaman
türkülerimiz de bile:
bir taş atılmayacak havaya
düşülmeyecek mahpushaneye
onbeş kız kandırılmayacak
bir şişe lavantaya
kurtların da boynu kırılacağından
bir daha hiç kimse
cesaret edemeyecek
“gur û berx” oynamaya

Nisan 1985, Küçükköy/İstanbul

Doludizgin Yaşamak
doludizgin yaşamak
sevgilinin beline sarılıp
yumuşak
sıcak
ellerinden tutmaktır

doludizgin yaşamak
kızgın güneş altında
altın tanesi
olgun başakları biçerken tarlada
alnında biriken
boncuk boncuk terleri silerken
soğuk testiden kana kana
su içmektir

doludizgin yaşamak
kavga arkadaşlarınla
kavgada
omuz omuza
meydanlarda
kol kola
cezaevlerinde
koyun koyuna
olmaktır

doludizgin yaşamak
ölüm beklerken kapı eşiğinde
azrail dolanırken başucunda
ölümün soluğu ensende
öbür yana gidip gelip
hücrede bir dost elini
omuzlarında duymaktır
uzattığı sigarayı yakarak
dışarı salmadan dumanını
ciğerlerine doldurmaktır

doludizgin yaşamak?
düşünmek
üretmek
ve yaşamı
paylaşmaktır

bazen de doludizgin yaşamak
bir su başında
ya da bir masa başında
tartışmaktır

dostlarım
bir tek cümleyle doludizgin yaşamak
dünyayı değiştirmek için çalışmaktır

Ağustos 1985, Küçükköy/İstanbul

Oy Havar
“diyarbakır etrafında bağlar var
fitil işler yüreğimde yara var”
türküsü söyleniyor radyoda
yüreğim yanarak dinliyorum

nasıl dinlemeyeyim
asıl şimdi yüreklerde
fitil işliyor yaralar
diyarbakır etrafında artık yok bağlar
diyarbakır artık şad akmıyor
diyarbakır’ı
dört yandan kuşatmış kalın surlar

diyarbakır küskün
dicle nazlı nazlı akmıyor
fırat suskun
karabulutlar çullanmış üstüne karacadağ’ın
karacadağ hırçın
gelin görün
buğday başaklarının boynu bükülmüş
gelin görün
asma tevekleriyle değil
diyarbakır zindanlarla örülmüş
kara taştan dört baştan

sıcak çığlıklarda
diyarbakır yanıyor
isyanda bağlar
dostlara haber salın
oyyy havaaarrr
oyyy havaaarrr

Ağustos 1985, Küçükköy/İstanbul

Dostlara Selam Söyle
işten dönünce eve
ayakkabılarımı çıkarırken
çarptı ayakkabıların gözüme

girdim içeri
sen yoktun evde

sorunca yengene
“gitti… bizimkilerine çam fıstığı
rakı almıştı
kendine de
palto ve ayakkabı” dedi

dondum kaldım
ne üzüldüm ne de sevindim
ama yüreğimin derinliğinde
bir burukluk bir acı hissettim

biliyordum bilmesine ya gideceğini
fakat
düşünememiştim vedalaşmadan gideceğini
aaah!.. keşke bir saat erken eve
gelebilseydim
seni kucaklayıp doyasıya öpebilseydim

ne yapalım
kendi yolumuzu kendimiz çizdik
yolun açık olsun. git
seni özleyeceğim
dostlara selam söyle

Kasım 1985, Küçükköy/İstanbul

Baharı Bekliyorum
vardiyada çalışıyorum
makine motor
boru vana
elektrik şalter
uyum içinde
çalışıyor

reaktörün ısısından
mikserin dönüşünden
motorun sesinden
yağın kokusundan
çok karbonlu alkolün etkisinden
ve çalışmanın temposundan
olmuşum yapış yapış
terliyorum

bu halimle
kazan platformuna oturmuş
diyarbakırı düşünüyorum
kırlangıcın kanadında
baharı bekliyorum

Aralık 1985, Avcılar/İstanbul

İnsan Olmanın Anlamı
insan olmanın faturası
ucuz değil
her babayiğidin de
kâri değil

bugün
çağdaş insan olmanın
anlamı
ve erdemi
dağların
denizlerin
kıtaların
taa ötelerinden kara afrika’nın
alnı ak aydınlarının
-mandela’larun-
yüreklerinde ki sızıyı
yüreklerimizde duyabilmektir

Mayıs 1986, Avcılar/İstanbul

Yüreklerini Bayrak Yapanlar
ıslak
yosun tutmuş bir kaya parçasının üstünde
seyrederken
uçsuz bucaksız denizi
sofrada bölerken
fırından yeni çıkmış
nar gibi kızarmış ekmeği
evde
kahvede
parkta
ince belli cam bardaktan
içerken sıcak taze çayı
sizler
akılımdan hiç çıkmıyorsunuz
yüreklerini bayrak yapan
kara taşlara gömülü korkusuz
güneşin çocukları

Temmuz 1986, Avcılar/İstanbul

Başım Dönüyor
başım dönüyor
her tarafım kazan pompa motor
alkol buharı içinde
çalışıyorum
mikserin dönüşünü izliyorum
bilgi salıncağında geziniyorum
atom içindeki dünyadan
yıldızlar dünyasına kadar
her şeyin
enerjinin örgütlenmesi olduğuna
şaşıyorum

Eylül 1986, Avcılar/İstanbul

Gurbet Kuşunun Dönüşü
emanet kaldığım evde oturmuş
kendimi
ailemi
ve geleceğimi
kara kara düşünüyorum
canım da bir sıkılıyor ki… hiç sormayın

baktım olmuyor
en iyisi biraz
hava almak
dolaşmak
deyip çıktım evden
çiseleyen yağmur altında
ve düşünce yumağı içinde
bir başıma yalnız
yürüdüm ha yürüdüm
sonra bir dosta uğradım
dost:
“neredesin
gurbet kuşu seni arıyor” deyince
dona kaldım
hem şaşırdım, hem sevindim
içimden de
yoksa gurbet kuşu göçmedi mi
yoksa gurbet kuşu gidip de döndü mü
kafamda binlerce soru
duygularım karma karışık
başladım bu duygularla
gurbet kuşunu aramaya

Şubat 1988, Bayrampaşa/İstanbul

Ellerimi Uzatıyorum
şarkılar bestelenmiş
türküler yakılmış üstüne
konu olmuşsun
romanlara, filmlere, şiirlere
insanlar havanı solumuş
gah kahrolmuş
gah hayat bulmuş
içerden
dışardan
şehirlerden
köylerden
insanlar
taşın toprağın
altın diye sana koşmuş
her zaman olduğu gibi senin
taşın toprağın
kazması küreği olanlara altın olmuş
bir elin sayısı kadar açıkgözün
su ve sokak başlarını tuttuğu
yoksul+zengin=büyük şehirsin
sen istanbul

ulu cami ve kiliselerinle
yıkık burç ve surlarınla
fabrika
banka
batan bankerlerinle
ve yetmişiki milletinle
bir alem
bir tarihsin
sen istanbul

cadde ve sokaklarında
kaçan
göçen
koşuşan
konuşan
ve kuyruklarda bekleşen
insanlarınla
duran
yürüyen
hurda
lüks
otomobillerinle
gelip geçen
yerli
yabancı
gemilerinle
fabrikalarda çalışan
barlarda gönül eğlendiren
esmer
kumral
sarışın
güzellerinle
gece gündüz
durmak nedir bilmezsin
aydınlığa gebe
geleceğin dinamosu
hareket
ve elektrik yüklüsün

çalışan ve çalıştıranların
kalbinin güm güm attığı
ellerinde sımsıkı geleceğin nabzını tuttuğu
aydınlık ordusuna en büyük gücü katan
çelişkiler diyarı
kavga ve bereket şehrisin sen istanbul

ellerimin birini
doğum yerim
kavga diyarı
ve
buram buram hasret
buram buram tarih
buram buram isyan kokan
kardeşin diyarbakır’a
diğer elimi
sana uzatıyorum
güzel istanbul’um
şimdiden birlikte muştuladığınız
utkunuzu kutluyorum

Ağustos 1990, Güngören/İstanbul

Enerjinin Kudreti
izabede
yüksek fırında
ateşten fışkıran
pota başında
çalışanların derisini kavuran
metali
potada eritip akıtan
enerjinin kudretidir
ve bu kudreti yaratan ise
akıl bilgi emektir

Şubat 1991, Güngören/İstanbul

Artı Değer
çalışkan
küçük bal arısı
ne dağ dedi ne bayır
ne çiçek dedi ne çayır
durmadan
daldan dala
gülden güle
çiçekten çiçeğe
uçtu
gezdi
ha bire çalıştı
yaz aylarında
kovana bütün gün
çiçek tozu
bal özü
taşıdı
petek yaptı
bal yaptı
oğul yaptı

peki
kovan sahibine mi
kendisine mi
çalıştı

kovan sahibine sorarsan der “bana”
arının ise ses çıkarmaz
ne de olsa
düşünme yeteneği olmayan bir hayvan
onun görevi
durmadan çalışmak
bal yapmak oğul yapmaktır
sahibinin servetine servet katmaktır
ve kovan sahibi
bunların karşılığında
altın yumurtlayan tavuğun ölmemesi için
arılara bir miktar
kovanda bırakır bal
geriye kalanına el koyar
der bana helal
arıyı sevdiğinden değil
bundandır arıya verdiği değer
ekonomi biliminde
kovan sahibinin el koyduğuna
denir artıdeğer

Şubat 1991, Güngören/İstanbul

Buğday Başağı
güzeldir, berekettir, nimettir
buğday başağı

hafiften bir yel esmeye görsün
sallanır
bir o yana bir bu yana
sonra
altın renkli başak telleriyle
başlar
kelebek, kuş ve böceklerle
doğanın en güzel
türküsünü söylemeye

baharda yeşilliğinin
güzün altın sarısı saçlarının
doyumsuz bir güzelliği
güzelliğinin bir hüznü vardır

zahmettir
demet demet deste deste
kızdın güneş altında toplanışı
ben de
orak salladım
döven dövdüm
ve veso ana tarlasında
güneşte de kavruldum
o zaman
bilincinde değildim
şimdi saygı duyuyorum
toprağa tohum atanlara
buğday başağı toplayanlara
alın teri dökenlere
ekmek kavgası verenlere

namusun en büyük kavgasıdır
EKMEK KAVGASI

Ekim 1992, Güngören/İstanbul

Sevda Türküsü
demir, kömür, kum
ve ateşim

olmuşum kor
olmuşum har
yanarım ha yanarım

yanarım
cehennem sıcağında
bahtımın karasına
yanarım
sevda yarasına

kara gözlüm
kara saçlım
kara bahtlım
sevdalım
bilmez misin ki biz
dağlanırız
kararırız
yanarız
bir sevda uğruna

Kasım 1993, Güngören/İstanbul

Gelecek Yüzyıla Dair
inanıyorum
gelecek yüzyılda
insanoğlu
atom dünyasını keşfederek
her türlü maddeyi
gen üzerine yapılan çalışmalarıyla
insanın en ince dokusunu
yapmayı
ışık hızına yakın hızla
galaksilere uçmayı
başaracaktır

Temmuz 1994, Küçüklanga/İstanbul

Sevdanın Dinmeyen Volkanı
hülyalı gözlerin menekşe menekşe bakışı
beyaz sarı tüylü kolların sarmaş sarmaş sarışı
hayat dolu kiraz dudakların alev alev yanışı
kabaran gönlümde sevdanın dinmeyen volkanıdır

Haziran 1994, Aksaray/İstanbul

Sevginin Yedi Rengi
dayanamam
kokan gülün kokusuna
sevgilinin gülüşüne

dayanamam
kuşların ötüşüne
ağaçların yeşilliğine
denizin enginliğine

dayanamam
gözlerinde parıldayan gökkuşağı hasretine
gözlerimin içine bakan güzellik servetine
dudaklarından bal dökülen şehvetine

dayanamam!
dayanamam, aç kollarını sevgilim
doğa canlı
doğa hareketli
anamın ak sütü gibi bereketli
sevginin yedi rengi
doğanın bize harikulade bir kudreti
renkler içinde
sevgi için verilen emek
yedi renkte
bence en güzeli

Haziran 1994, Aksaray/İstanbul

Namus Dersi Verene Bak(!)
insanlar
cilveleşen yaşamda olmuş
orospu

koltuklara oturmuş
kürsülere çıkmış
çakalı puştu

bunların kıblesi
namussuzluk
şöhret borsa dolar
putu

namus dersi veriyor
namussuzu

Haziran 1994, Aksaray/İstanbul

Her zamankinden Daha Çok Heyecanlıyım
umutla sevginin
iç içe fitil işlediği
gökyüzünün sonsuz maviliğinde
ak güvercinlerin uçtuğu
güneşte yağan yağmur sularının
yeşil yapraklardan paralayarak aktığı
ayrılık türküleri yerine
sevinç türkülerinin en içten söylendiği
insanların tel örgü altında
düşüncelerin kafalarda kilit altında
tutulmadığı
sevginin kalplerden kalplere aktığı
o güzel günler için hiç
yitirmedim umudumu

her zamankinden daha çok
yeni bir hayata sevdalıyım
ilk öpüştüğümdeki gibi halen
heyecanlıyım
Kırkdörtlük delikanlıyım

Temmuz 1994, Küçüklanga/İstanbul

DÖRTLÜKLER
1.
her tarafta almış başını yalan dolan
bütün değerler bir bir ediliyor talan
toplumda, bugün artık kutsallaşmış çalan
kim ne derse desin? budur gerçek olan

2.
baharda çiçekler açar
arılar ona konar
bal tutan kadir bilmez
yüreğim ona yanar

3.
çok çalıştık yol aldık
filiz olup kök saldık
bir dönüp baktığımda
arpa boyu yol aldık

4.
anın bu kalbimde yara
benim ki bir kara sevda
beynimdeki her hücrede
unutma! sen varsın hala

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.