Müslüm Üzülmez, Ali Haydar Üzülmez, Eşref Üzülmez, Abdurrahman Üzülmez,
Asmaaltı Yayınları, Kasım 2022, İstanbul, 286 sayfa
ÖNSÖZ
Göçebe toplumlarda, daha doğrusu köylü anlayışının egemen olduğu toplumlarda tarih bilinci olmaz; bilgi, belge ve nesneler saklanıp korunmaz ve aile büyüklerinin anlatımları kayıt altına alınmaz. Bizler kasabada yaşamış olsak bile anlayış/zihniyet olarak köylü anlayışına sahip oluşumuzdan olacak ki aynı davranışı gösterdik; belgeleri, nesneleri koruyamadık, anlatılanları kayıt altına alamadık. Açıkçası, ben ve benim kuşağım akıl edip hiç düşünmedik bu gibi şeyleri. Geçmişimizin yok olup gitmesine seyirci kaldık. Örneğin Kavas Mehmed’e ait olan kalkan dedem Abdullah Üzülmez’de, kılıcı ise dedemin ağabeyi Zekeriya Üzülmez’deydi; Padişah tarafından kendisine verilmiş berat ve atının koşum takımı Ali Üzülmez’deydi. Şimdi kılıç, kalkan, berat ve benzeri şeylerin hiçbiri yok. Bunlar eskiciye de satılmış olabilir. Şimdi, iş işten geçtikten sonra elimizde yeterli bilgi ve belgelerinin bulunmayışından şikâyet etmekteyiz, üzülmekteyiz. Ama üzülmek yitirilenleri geri getirmiyor.
Bilgi ve belgelerin yok oluşunu hızlandıran önemli şeylerden biri de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişteki radikal uygulamalardır: 1928 de “Harf Devrimi” ile Arap harflerinin yerine Latin harflerinin kabul edilmesi, okullarda Osmanlıca derslerin verilmeyişi ve Arap harfleriyle yazılı her türlü evrakın/belgenin günlük yaşamdan çıkartılması veya çıkmasıyla kök ve kökenle ilişki kesildi ya da kesilmesine neden oldu. 1915 Ermeni soykırımı, Cumhuriyetin kuruluşu sonrası mübadelelerin gerçekleştirilmesi ve Kürt isyanları nedeniyle nüfus ve tapu kayıtlarının “ulusal güvenlik” kapsamına alınması ve benzeri bir sürü bahaneyle gizli tutulması bu işin tuzu biberi oldu1. Dahası, ülke tarihinin yarısından fazlası sıkıyönetim ya da olağanüstü hal altında geçmesi beraberinde birçok olumsuzluğu getirdi. “Yasak yayın” kaygı ve korkusuyla “sakıncalı” olsun olmasın birçok şey yakıldı veya imha edildi ya da birçok şeye el konuldu2. Şimdi ara ki bulasın? Ama bizler her şeye rağmen kendi ayıbımızdan kurtulmak için geçmişimizi, kök ve kökenimizi araştırmak, bulmak, öğrenmek istiyoruz. İstemekle kalmayıp elimizdeki bilgileri siz değerli akrabalarla paylaşıyoruz. Çok eksiğimizin olduğunun farkındayız. Olsun. Ne bulursak, ne kurtarırsak, ne yazarsak kârdır.
Zaman dediğimiz şey alçı gibi donmuyor maalesef, akıp geçiyor su gibi. Zamanında bizler aile büyüklerimizden geçmişimize, atalarımıza, yaşanmış olaylara dair anlatılanları dinleyebildik. Şimdi ne anlatımlara uygun mekân ve ortam, ne anlatan ve ne de dinleyen var. Oysa atalarımızın, dedelerimizin unvan ve isimleri onlardan bizlere kalan birer yadigârdır. Ama bu gidişle yadigâr olan bu unvan ve isimler birçok şey gibi kaybolup gidecek. Bu kitabımızın yayınlanış amaçlarından biri sonraki neslimizin geçmişlerini, kök ve kökenlerini bilmelerine yardımcı olmak ise, bir diğeri de bizlere yadigâr kalan unvan ve isimlerin yaşatılmasını sağlamak, gidenleri yâd etmektir.
Geçmişe dair anlatımlar genellikle kışın olurdu. Odun sobasının ısıttığı odada toplanılırdı. Akrabalar, tanıdıklar minderlere kurulur, büyükler sedirde otururdu. Bağ bahçeden, konu komşudan, günlük olaylardan, geçmişten konuşulurdu. Babam Cuma Üzülmez’in (1931-1993) geçmişimize, dedelerimize, Şeyh Said ve Ermeni soykırımı gibi yaşanmış tarihi olaylara dair bir şey anlattığını hatırlamıyorum. Evde olduğu zamanlar çoğunlukla 1001 gece masallarına denk düşen masallar, hikâyeler ve -soran olduğunda- dini konulara dair açıklayıcı şeyler anlatırdı, ama o daha çok kahveye gitmeyi tercih ederdi. Zelo (Zeliha) nenem (1907-1997) genellikle masal anlatırdı, bazen de tarihi yaşanmış olaylara ve Kavas Mehmed’e dair bir şeyler anlattığını az çok hatırlıyorum. Dedem Abdullah Üzülmez’in (1915-1979) ne masalla, ne hikâyeyle, ne Hz. Ali’nin cenkleriyle bir alakası vardı. Onun tek ilgi alanı bağ bahçe işleri, buğdayın mercimeğin iyi oluşu veya olmayışıydı; avdı, tavşan ve kekliğin nerelerde bulunabileceği, hangi dağın kekliğinin sesinin güzel oluşuydu. Kendisinin de sesi güzeldi, ama sermayesi yoktu. Keyifli olduğu zamanlar bazen buğday biçerken, harman döverken, çift sürerken, eşekle yük taşırken türkü söylediğini hatırlıyorum. Ali Üzülmez (1907-1979) daha çok Hz. Ali’nin cenk kitaplarını okurdu. O cenk kitaplarını okurken çoğu kez dinleyenler ağlardı. Bazen de o günün siyasi olayları ve siyasi partileriyle ilgili açıklamalarda bulunurdu. Bekir Üzülmez’in (1909-1989) genellikle avcılık ve taş yontuculuğu ile duvar ustalığı üzerine konuştuğunu hatırlıyorum. Ama Zekeriya Üzülmez (1903-1986) bir başkaydı. Yaz, kış demez hep anlatırdı. Yazın bir ağaç gölgesinde, kışın sobanın yanında oturduğu minderin üstünde bildiklerini geçmişten ders çıkartılması babında bir bir anlatırdı. Anlatmadan bıkmazdı, tekrar tekrar anlatırdı. Şimdi geçmişimizle ilgili ne biliyorsak bu biraz da Zekeriya Üzülmez’in tekrarlı anlatımları sayesindedir diyebilirim. Bizlere bol bol atalarımızı, dedelerimizi, yaşanmış tarihi/olayları anlattığı için her bakımdan övgüyü hak ediyor, kendisine minnettarız.
Bu anlatanların hiçbiri şimdi aramızda değil, bizleri bırakıp gittiler. Yaşamın kuralıdır: Ölüp gidenler bir dönem anılarda yaşasa da nihayetinde unutulur. Ama gidenlerle ilgili anılar, anlatılar yazıldığında tarihe kayıt düşülmüş olunur, tarihin sayfalarında küçük de olsa kendine bir yer bulur.
Anlatımları bizler ömrümüzün şafağından itibaren dinlemeye başlamıştık, şimdi günbatımına yaklaşıyoruz. Hayallere dalıp geçmişte geziniyor ve zorlu bir bellek çabası göstererek kırık dökük anıları ve anlatılanları toplamaya çalışıyoruz. Bizimkisi iğneyle kuyu kazma, ama umutluyuz. Çünkü: “Söylenmiş kelimeler unutulabilir, ama duygusal bellek silinmez.” Bir soy zincirinin bugün yaşayan halkalarından biri olan bizler bu kitabi yazarak özünde geçmişimizin kalıntılarını kurtarmak istiyoruz. Yazdıklarımız çok ünlü, özgül ağırlığı fazla olan bir aileye veya kişiye ait olmayabilir, ama bu bizim geçmişimizin hikâyesidir. Unutmayalım, nihayetinde “herkesin elmasında kendi diş izi” olur.
Bu çalışmamızın başlangıcı ve nedeni Çayönü’nden Ergani’ye Uzun bir yürüyüş kitabım oldu. 2005’te yayınlanan bu kitapta bazı şeyleri anlatırken yeri geldiğinde de yer yer Sofibekirler hakkında bazı kısıtlı bilgilere ve babamın amcası Zekeriya Üzülmez’in anlatımlarına yer vermiştim. Bu fitili ateşledi. Bunun üzerine Eşref Üzülmez, Sofibekirlere ait bilgi ve belgeleri toplayıp yazarak bu işin ağır işçiliğini yaptı. Abdurrahman Üzülmez ise bir tarih bilim uzmanı olarak yazılanları, anlatılanları ve belgeleri anlamlandırmaya, yorumlamaya çalıştı. Her iki kardeş tarihçi olarak edindikleri bilgileri belleklerinde kayıtlı olanlarla birleştirerek geçmişimizi yazmaya çalıştı. Ali Haydar Üzülmez ise dedemiz Abdullah Üzülmez’i tanıtmaya çalıştı. Sonrasında Eşref’in istemesi üzerine yaşanılan mekân Üçevler’i ben kaleme aldım. Bu çalışmada bizler ne kadar başarılı olduk bir şey söyleyemem, ama Sofibekirlerin torunları olarak elimizdeki bilgi kırıntılarından kendi tarihimizi kısmen de olsa yazmayı başardık diyebilirim. Hazırlamış olduğumuz kitap eksik de olsa elinizde, ama bizim bu konudaki çalışmalarımız henüz bitmedi, araştırmamız devam ediyor.
Toplum olarak bizler genellikle kendimizden çok başkalarını konuşuyoruz, yazıyoruz ve onların yaşam öykülerini biliyoruz. Kralları, padişahları, paşaları, siyasi liderleri, futbolcuları, şarkıcı ve türkücüleri, yazarları sorduklarında dilimiz hemen çözülür, saatlerce konuşabilir ya da sayfalarca yazı yazabiliriz. Ama kendi ailelerimizin geçmişine sıra geldiğinde dut yemiş bülbül oluruz, tek sayfalık bir yazı yazamayız. Kendimizi, ailemizi, köyümüzü, kasabamızı, kentimizi bilmeden, tanımadan yaşamı ve değişimi nasıl anlamlandırabiliriz? Üstelik geçmiş yalnız anlatılanlarla sınırlı değildir; unutulan ve anlatılmayanlardır aynı zamanda. İşin doğrusu, aile büyüklerimiz hayattayken ve hatırlayabilme durumundayken yazmalıydık, ama yazamadık. Geç kaldık. Ne yapalım, zararın neresinden dönersek kârdır.
Yaptığımız çalışma bir soy zincirinin belli bir dönemden sonra süreç içerisindeki akışıdır: Kavas Mehmed’den Sofibekir’e ve sonrasında da Üzülmez soy isminin alınışının ve geçmişimizin flu hikâyesidir. Kaleme aldığımız bazı şeyleri eksik veya yanlış hatırlamış ve anlatmış olabiliriz, ama yanlış ve eksik yazmanın günahı boynumuza olacağının bilinciyle yazılanlar yazılmıştır. Özellikle de övgüden kaçınılmıştır.
Çalışmamızda hikâyenin bütünselliği dikkate alınarak yazılar sıralanmıştır: Çayönü’nden Ergani’ye: Uzun bir yürüyüş kitabımda yer alan Sofibekirler’e ait yazılarla başlıyor ve sonrasında Eski Zamanlarda Üçevler yazım; Ali Haydar Üzülmez’in kaleme aldığı Dedem Abdullah Üzülmez başlıklı anıları; Eşref Üzülmez’in bir tarihçi olarak Zekeriya dedesinden ve başka akrabalardan duyduklarını aklında kalanlarla harmanladığı Aile ve Soyumuzla İlgili Hikâyeler; Abdurrahman Üzülmez’in Kavas Mehmed ve Sofibekiroğulları yazısı sıralanıyor sırasıyla. Şecerelerin temelini Eşref attı, sonrasında birlikte hazırladık. Osmanlıca belgelerin Latin harflerine dönüşümünü Abdurrahman ve Eşref birlikte yaptılar. Fotoğrafları bulmada hepimizin katkısı var. Aile olarak devletle zorunlu ilişkilerin dışında pek ilişkimizin olmayışı ve bir taşra kasabasında doğup büyümemiz nedeniyle; 1939 yılında Paris’te icat edilen fotoğraf ve fotoğraf makinasının günlük yaşantımıza çok geç girmesi, bazı akrabalarımızın konuya ilgisiz kalması ve bazılarıyla da ilişkilerimizin kopuk olması gibi nedenlerle atalarımızın fotoğraflarını bulmada zorlandık ve bazılarını da bulamadık. İleride bu ve benzeri eksiklikleri aşacağımızı umuyoruz. Kitabın sonunda ise değişik zamanlarda yazdığımız bazı yazıların da konuyla alakalı olacağını düşünerek ekte sunmayı uygun gördük.
Çalışmamızın hak ettiği ilgiyi bulacağını umuyor ve bu kitap vesilesiyle ismini bildiğimiz ve bilmediğimiz geçmişte yaşamış tüm aile büyüklerimizi rahmet, saygı ve sevgiyle anıyoruz.
Müslüm Üzülmez
18 Şubat 2015
Ayvalık/Balıkesir
1 1) Devlet Bakanı Prof. Dr. Şuayip ÜŞENMEZ tarafından yayınlanan (T.C. Başbakanlık Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Yabancı İşler Dairesi Başkanlığı’nın 29 Haziran 2002 tarih ve B.02.0.0014/3.00-0694 sayılı) bir genelgede “1924 yılı ve öncesine ait kayıtlar ile ilgili” işlem yapılmaması talimatı verilmiştir. Ayrıca 2006 yılında, Milli Güvenlik Konseyi, elektronik ortama aktarılan tapu kayıtlarının arşivlere devredilip araştırmacıların hizmetine sunulmasını ulusal güvenliğe aykırı bularak yasaklamıştır. 2) Kitabın sonunda yer alan EK: 6’daki Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün şahsıma gönderdiği yazı, nasıl kırk dereden su getirildiğini göstermektedir.
2 Abbas Üzülmez’den Sofibekir’in oğlu Abbas hakkında bilgi ve belge istedim. Abbas; “12 Eylül’de gözaltına alındığımda kitaplarla birlikte evde var olan geçmişe dair tüm belgeleri evde arama yapan ve beni gözaltına alanlar aldılar ve geri vermediler,” açıklamasında bulundu. Darbeler sadece insanların hayatını karartmıyor ki, tarihi de karartıyor. Ne diyelim? Belgelere el koyanlar, iade etmeyenler utansın!
BAŞLARKEN
Sevgili dedem, Zekeriya Üzülmez’e ithaf ederim.
“Endek endek hayli şeved,
Katre katre şeyli şeved”.
Biz insanlar geçmişin değerini zaman geçtikçe anlayabilmekteyiz. Geçmişte yaşayan insanlar, gelecekte yaşayacak insanlara farklı yaşamsal değerler ve farklı bakış açısı kazandırmak için bilgi paylaşımında bulunurlar. Önce bu bilgileri azar azar da olsa biriktirmek, kimsenin aklına gelmez.
İçinde yaşadığımız bölgenin, kültür seviyesinin telkin ettiği bir tarihi yorumlamak, yorum yapmaya mecbur bırakılmak aslında çok zordur. Çünkü zaman değişince, sonuçlar da değişir. Zaman akıp giderken zamana yetişmek çok zorlaşır. Benim geçmişim zaman içerisinde önüme çıkmaz diyordum ama her yerde karşıma çıktı. Çocukluğumda, ergenlikte, üniversitede ve iş hayatımda;
Zeki babam elimden tutardı, alır götürürdü camilerde peygamberlerin hikâyelerine,
Zekeriya dedem elimden tutardı, alır götürürdü büyük bağdaki hikâyelerine,
Zelo (Zeliha) nenem elimden tutardı akşamları, götürürdü Zühre ile Kerem’in hikâyelerine,
Şado (Şadiye) nenem elimden tutardı şarkılarıyla, Çadır payamın tepesindeki çaputların hikâyesine,
Abdullah dedem elimden tutardı Hatun Düzü’nde; öküzlerin, buğdayların, çekirgelerin hikâyelerine,
Ve Cuma amcam elimden tutardı, arı damında, sarı arının, çiçeklerin, balların hikâyelerine zamanla karışırdım. Güzel hikâyelerle büyürken bir de baktım ki son zamanlarda çok anlatılan bir hikâye bizim hayatımız olmuş. “Üçevli çiftçi hikâyesi”/ “Arkansaslı çiftçi hikâyesi” aslında bizim ailemizin (sülalemizin) hikâyesi de buna benzer. En azından olaylar benim dışımda böyle gelişti.
Tarih öğretmeni veya tarih araştırıcısı olmaya karar verdiğimde zaten üniversite 3. sınıfa gelmiştim. Seminer ve tez dönemlerimde okuldaki hocalarım aile tarihçiliğinden bahsetmeye başladılar. Modern tarihçiliğin bir parçası olan aile tarihçiliği geçmişin izlerini aramak için aslında güzel bir çalışma olabilirdi. Hocalarımdan bazıları Diyarbakır, Ergani, Diyarbakır Ulu Cami ile ilgili çalışma yapmamı istediler. O dönemde bu fikirlerden hoşlanmadım. Çünkü arşiv çalışmasını sevmiyordum. Genelde güncel ve kavramsal konular daha fazla ilgimi çekiyordu. Arşivlerle ilgili çalışan hocalarımdansa çağdaş dünya ve son dönemdeki dünya siyasi akımları ile ilgili fikirler sunan hocalarım daha fazla ilgimi çekiyordu. Bu yüzden hiç soyumun ve ailemin tarihi ile ilgili bölgesel çalışma yapmadım.
Zekeriya dede ölmeden ondan dinlediğim hikâyeleri toparlamak ve eksik halkaları ona sormak isterdim. Hatta ses kaydı yapabilseydim keşke. Fotoğraf çekmeyi ve özellikle Üçevler’in fotoğraflarını çekmeyi 1986-1995 yılları arasında düşündüm. Hatırladığım hikâyeleri küçük küçük notlar almaya başladığımda ise artık dedem vefat etmişti. İlk şecere oluşturma bu dönemde aklıma geldi. Böylelikle serüven başladı ama bazı parçalar eksik kaldı.
2000 yıllılarında babamın vefatı ile Abdurrahman ağabeyimle Elazığ’da yaz tatillerinde görüşürken aklımıza bir fikir geldi. Beraberce aile araştırması yapacaktık. Ben, hikâye yazacaktım, ağabeyim ise ailemizle ilgili biraz daha araştırmaya yönelik yazılar yazacaktı. Müslüm ağabeyimizin “Çayönü’nden Ergani’ye Uzun bir yürüyüş”(2005) kitabının piyasa çıkması bizde heyecan uyandırdı. Sonraki yıllarda Müslüm ve Ali Haydar ağabeylerin fikirleri ile bu proje son düzlüğe çıktı. Kim bu projenin ucundan az da olsa tuttuysa teşekkürlerimi sunarım. Bazı akrabalarımızın bu projeden haberleri vardı. Bazen bilgi bazen de fotoğrafla bize yardım etmeye çalıştılar.
Ben de, bizden sonraki genç nesillere bu hikâye ve bilgileri armağan bırakıyorum. Aile gençlerimizden bir tanesi bile bunun devamını yazar ise amacıma ulaşmış sayarım kendimi. Bu çalışmada bana yardımlarını esirgemeyen Müslüm Üzülmez’e, Abdurrahman Üzülmez’e ve beni sabırla destekleyen eşime ve çocuklarıma teşekkür ederim.
Eşref Üzülmez
22 Şubat 2015, Samsun
İÇİNDEKİLER
Önsöz -Müslüm Üzülmez
Başlarken -Eşref Üzülmez
MÜSLÜM ÜZÜLMEZ
I. Çayönü’nden Ergani’ye: Uzun Bir Yürüyüş Kitabında Yazılanlar
II. Eski Zamanlarda Üçevler
ALİ HAYDAR ÜZÜLMEZ
Dedem Abdullah Üzülmez
EŞREF ÜZÜLMEZ
A. Aile ve Soyumuzla İlgili Hikâyeler
I. Kavas Mehmed
1. Bağ Bozumu ve Kavas Mehmed’in Hırsızla Mücadelesi
2. Kavas Mehmed’in Oğlu Abo’nun Öldürülmesi
II. Sofi Bekir (Mehmet Bin Bekir)
Sofi Bekir İle Yüzbaşı Arsındaki Mücadele
III.Bekir Bin Cüma (1861-1948)
1. Cüma Dede’nin Eve Gelen Soyguncuyu Vurması
2. Cüma Dede’yi Korkutmak İçin Buğdaylarının Yakılması
3. Cüma Dede’nin Öküzlerinin Ahırdan Alınıp Götürülmesi
4. Cüma Dede’nin Ermeni Meryem İle Evliliği
IV. Zekeriya Üzülmez
1. Zekeriya Dede’nin Ermeni Genç İle Güreşi
2. Ermeni Haço (İsmail) Usta
3. Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat 1925)
4. Zekeriya Dede’nin Askerlik Macerası
5. Seferberlik Zamanı
6. Demir Arabalarla Gelen Almanlar
7. Kıtlık Zamanı (1945) ve Sarı Öküz
8. Bir Hikaye: ‘Ödü Kopan Adam’
V. Abdullah Üzülmez Dedem
VI. Zülküf Parlak Dedem
B. Zekeriya Üzülmez Dedem Ve Benim Onunla Hatıralarım
ABDURRAHMAN ÜZÜLMEZ
Kavas Mehmed ve Sofibekir Oğulları
1. Giriş
2. Kavas Mehmed Kimdir?
3. Kavasoğulları’ndan Sofibekiroğulları’na
4. Şecereler, İsimler Ve Akrabalık İlişkileri
BELGELER
1. Cüma Dedenin Askerlik Tezkeresi
2. Hatun Düzü’ne Ait Belge
3. Temettü’at Vergisine Mahsus Teskeredir(1)
4. Temettü’at Vergisine Mahsus Teskeredir (2)
5. Dava (Seğiresi)?
6. Zekeriya Üzülmez’e Ait Tezkere
7. Zekeriya Üzülmez’e Ait Neferin Defteri
8. Zekeriya Üzlmez-T.C. Nüfus Hüiyet Cüzdanı
9. Abbas Dedenin Eşi Hava Üzülmez’e Ait Nüfus Hüviyet Cüzdanı
ŞECERELER / SOYAĞACI
1. Üzülmez Ailesinin Şeceresi/Soyağacı (I)
1. Üzülmez Ailesinin Şeceresi/Soyağacı (II)
2. Çakın/Çakır Ailesinin Şeceresi/ Soyağacı
3. Söğüt Ailesinin Şeceresi/Soyağacı
EKLER
1. Müslüm Üzülmez’e Açık Mektup –Abdurrahman Üzülmez
2. “Çayönü’nden Ergani’ye: Uzun bir yürüyüş”e Dair –Eşref Üzülmez
3. Ergani Tren İstasyonu Açılalı 80 Yıl Oldu –Müslüm Üzülmez
4. Şevki Bey ve Hakkındaki Kimi Bilgiler –Müslüm Üzülmez
5. Babam, Tostloy ve Bal Arıları –Müslüm Üzülmez
6. Kovan: Acımasız Ballı Dünya
7. Nurettin Değirmenci’nin 20 Mart 2008 Tarihli Mektubu
8. Kumar, Dostoyevski ve Babam
9. Çaresizliğin Sessiz Çığlığı
10. Kardeşime Gece Gelen Şiir
11. Gül Gulan Anam
12. Bir Başvuru ve Gelen Cevabi Yazı
FOTOĞRAFLAR