Finlandiya İzlenimlerim

okuma süresi: 6 dk.

Gelinim Galina’nın tıbbi bir operasyon geçirmesi nedeniyle geçmiş olsun dileğinde bulunmak, moral destek vermek ve aynı zamanda şirin torunlarımla birlikte olmak üzere 27 Mart 2012 günü eşimle Petersburg’a (Rusya) gittik.

St. Petersburg’dayken çoğunlukla evde oturup uzun bir tatilin keyfini çıkardım. Bol bol torunlarımla oynadım. Kitap okudum. Yayınlanacak kitaplarım üzerinde çalıştım. Zaman zaman da tek başıma Petersburg turları attım. Çok kısa süreli de olsa bir Finlandiya gezisi yaptım.

Finlandiya gezisi benim için ilginç bir gezi oldu. Oğlum Ozan gitmeden önce Holiday Club denen bir otelde rezervasyon yaptırmıştı. 6 Nisan Cuma günü sigorta işlemleri ve yiyecek-içecek, valizleri hazırlama gibi işleri yaptıktan sonra, saat 12.00 de hep birlikte Ozan’ın arabasına binip yola koyulduk. Arabayı Ozan kullandı. Yola çıkmadan dijital GPS sistemini ayarladı ve koordinatları verdi. Gideceğimiz yerin mesafesini cihaz 196 km olarak yazıyordu. Zaman olarak 3,5-4 saat çekiyormuş, ki öyle de oldu. Akşamüzeri kalacağımız otele vardık.

Giderken yolda trafik fazla değildi. Rahat bir yolculuk yaptık. Yollar geniş ve cetvelle çizilmiş gibi düzdü. Viraj yoktu, dağ yoktu, arada sırada yol kenarında tepecikler vardı. Yolun her iki tarafı (hem Rusya’da, hem de Finlandiya’da) ormanlıktı. Ormandaki ağaçlar kızılçam ve kayın olmak üzere iki türdü. Yerde yarım metreye yakın kar vardı. Ağaçlar beyaz gelinlik giymiş gibiydi.

Gidişte, Rusya gümrüğünde ufak biraz sorun yaşasak da sonunda Granitsa’dan Finlandiya’ya sorunsuz giriş yaptık. Rus gümrük memurları benim yeşil pasaportum gibi bir pasaportla ilk defa karşılaştıkları için; “Bu nasıl bir pasaport, hizmet pasaportu mudur?” diye sordular. Ozan’da “Da/Evet” diye yanıtladı. Sorun çözüldü. Ozan’ın dediğine göre, daha önce Finlandiya’ya bir giriş-çıkışım olsaymış pek üzerinde durmayabilirlermiş. Neyse, kuzeyden dolanarak da olsa Avrupa Birliği topraklarına ilk adımımı attım.

Kalacağımız otele vardığımızda, Paskalya nedeniyle otelin resepsiyonu çok kalabalıktı. Tatil olduğu için yoğunluk fazlaydı. Sıraya girip işlemlerimizi yaptık. Dört gece kaldığımız apart otelimizde buzdolabı, bulaşık makinası, çamaşır makinası, telefon, televizyon, mutfak araç ve gereçleri vs. her şeyi vardı.

Otel, Finlandiya’nın güney kısmında ve Helsinki’ye 200 km mesafede turistik ve tatil şehri Imatra’nın yakınında bulunan Saimaa Gölü’nün bitişiğinde konumlanmış güzel bir yerdeydi. Akşam otelin havuzlarının bulunduğu mekâna indik. Havuzların bulunduğu yere giderken giriş ücreti ödedikten sonra el bileklerine barkod tarzı dijital bir saat takılıyor. Turnikelerde saat göstergeye yaklaştırılınca turnike geçiş izni veriyor. Buradan geçtikten sonra soyunma bölümünde elbiseler dolaplara bırakılıyor. Mayoyla havuzlara giriliyor. Havuzlara girerken erkekler ayrı, bayanlar ayrı bir kapıdan giriş yapıyor. Girişte bir duvar dibinde duş fıskiyelerinin altında duş alındıktan sonra havuzlara giriliyor. Dikkatimi çeken şey, duş alanların anadan üryan üzerlerinde ne varsa çıkartmalarıydı. Mal mülk her şey düzde, ortadaydı. Ben, Asyalı olmam nedeniyle neme lazım deyip mayolu olarak duşumu aldım. Havuza girdiğimizde değişik en, boy ve derinlikte; örneğin, çocuklar için 15 cm derinliğinde, ılık ve çocuk oyuncaklarıyla döşenmiş havuzların yanında büyükler için 1,5 m derinliğinde havuzlar vardı. Ayrıca atlama ve kayma kısımları da vardı. Havuzların bulunduğu mekânda her renkten ışığın suyla dansı vardı. Kuğu Gölü Balesi müziği eşliğinde su ve ışığın dansı güzeldi. Kadın erkek, yaşlı genç, insanlar suyun keyfini çıkartıyorlardı. Çocuklar, gençler ve bayanlar çoğunluktaydı. Havuzlar tam çocuklara ve gençlere göre bir yerdi. Ama insanların, suyun ve müziğin çıkardığı sesin karışımı beni rahatsız etti, gürültü çok fazlaydı. Buna karşın torunlarım Alisa ve Leya su kuşları gibi hiç sudan çıkmak istemiyordu. Havuzları çok sevdiler. Ben havuzlara sadece bir defa gittim, torunlarım anne ve babalarıyla birkaç kez daha gittiler.

Gidişimizin ertesi gün Imatra’yla aralarında 30 km bulunan Lappeenranta şehrine gittik. Bir alış veriş merkezinde alış veriş yaptık. Ozan arabasını marketin otoparkına çekti. Küçük torunum Leya arabada koltukta uyuduğu için bana bekçilik görevi düştü. Arabada torunumun yanında kaldım. Ozan, Sevgi, Galina ve Alisa alışverişe gittiler. Bazen arabanın içinde, bazen de arabanın dışında etrafı, insanları gözlemeye çalıştım. Bu gözlemimde otoparkın bulunduğu alanda sadece otolar için değil, bisikletler ve köpekler içinde park alanları oluşturulduğunu gördüm. İlginçti. Resimli ve yazılı levhalarla park yerleri gösterilmişti ve köpekler marketin duvarına tutturulmuş demir halkalara bağlanmışlardı. Ben oradayken iki köpek park halindeydi. Yirmiden fazla bisiklet ve hayli fazla sayıda Rusya plakalı araç vardı. Ruslar tatil günlerinde ve hafta sonlarında buralara gelip alışverişlerini yapıp dönüyorlarmış. Avrupa Birliği standartlı ürünler satıldığı için güvenle alıyorlarmış. Ayrıca bazı ürünler Rusya’dan çok daha ucuza satılıyormuş.

Kaldığımız otelin yanındaki Saimaa gölü tamamıyla buz tut­muştu. Kıyıdaki balıkçı kayıkları, kulübeler, iskeleler her yer buz ve kar altındaydı. Gözün alabildiği her yer beyazdı. Hayatımda ilk defa böylesine çoklukta kar ve buzu görmüş ol­dum. Gölün kenarında bir yolcu gemisi buzla­rın arasında bir başına kaderine terk edilmişti. Çok sayıda insan buz tutmuş gölün üzerinde gezi yapıyorlardı. Bazı­ları ise buzları kırıp göle saldıkları oltalarla balık tutuyordu. Kendime güvenemediğim için, ben, gölün üzerinde buzda yürümeye cesaret edemedim. Eşimle birlikte sadece gölün kenarında kısa turlar at­tım. Gölün çevresi tümden ormandı.

Üçüncü gün Imatra şehrinin merkezine gezmeye gittik. Paskalya nedeniyle sokaklarda cinler top oynuyordu. Cadde, sokaklar boştu ve tüm işyerleri kapalıydı. Biraz kent merkezinde, biraz da kentin hemen bitişiğinde bulunan bir barajın çevresinde gezindik. Fotoğraflar çektik. Baraj kapaklarının bulunduğu kanyon gibi bir yerde banklarda oturup manzarayı seyrettik. Hava soğuk ve yerde yarım metreye yakın kar olduğu için fazla kalamadık. Otele döndük.

Kısa ve çok küçük bir kısımda yaptığım bu Finlandiya gezimde insanlarla birebir ilişkim olmadı. Zaten insanların tiplerinden de kimlerin Rus, kimlerin Finlandiyalı olduğunu ayırmam çok zordu, çünkü hepsi sarışındı. Yabancı dil olmayınca insanlarla ilişkiyi kurulmuyor. Sağ olsun, Ozan gerekli olan tüm iş ve işlemleri yapıyordu. İlişki kurmayı gerektirecek bir durumda yoktu. Bu nedenle, insanlara dair bir şey söylemem doğru olmaz. Tüm izlenimlerim tamamen fiziksel çevreye dairdir.

Galina, Leya, Alisa ve Ozan (Imatra’da)

Finlandiya’da gördüğüm yerlerde, hem şehirlerarası yollarda ve hem de kent içinde hiç polis ve asker görmedim. Ama Rusya tıpkı Türkiye gibi, adım başı polis veya asker kaynıyor. Gördüğüm şeyler arasında bir diğer önemli bulduğum şey, hem şehirlerarası yollarda, hem de şehir içi yollarda birer bisiklet yolunun olmasıydı. Kent merkezi ve çevresi çoklukla ağaçlıktı ya da ormandı. Kent merkezindeki yapılar 3-4 katlıydı. Yapılar düzgün ve şirindi. Cadde ve sokakları ise düzdü, genişti ve temizdi. Otel olarak hizmet veren eski bir şatoyu dıştan inceledik. Şato tarih kokuyordu. Şehir içi yollarda araçların hız sınırları çok düşüktü. Kenti sevdim: Güzeldi.

Saimaa Gölü’nde kar ve buzların ortasında bir gemi.

9 Nisan günü Finlandiya’ya “hoşça kal” deyip, geldiğimiz yoldan Petersburg’a geri döndük. 29 Nisan’da ise St. Petersburg’a “hoşça kal” deyip İstanbul’a hareket ettim.

14 Mayıs 2012 tarihinde Milat gazetesinde yayınlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.