Müslüm Üzülmez, Kendi Yayını, İstanbul, 2002, 96 sayfa.
Baskı: Ladin Matbaacılık Ambalaj San. Ltd. Şti. İstanbul
Birinci Bölüm
GECENİN ISLIĞI
&
öfkede, nefrette, sevgide
duygularımız körelmesin.
1.
bitkin düşürücü, uykusuz bitmeyen gecelerimde
anılara dalıp, gençliğimin coğrafyası gözümde tütünce,
ayrılık acısı ince bir sızı gibi iner yüreğime;
sevdiğim sesin kulağımda çınladığını işitirim
ve tatlı bir huzurla artık hiç gözümü yumamam
kendi içimde yolculuğa çıkar, seni düşünürüm.
***
tatlı titrek güzel sesine hasret kaldım.
2.
ve düşünmekten uykularım kaçtıkça;
sıkıntıdan, soğuğa teslim olmuş imansız istanbul’da
gecenin karanlık örtüsü kentin üzerine çekilir-çekilmez:
sana yürekten yakın olabilmek için, gün ışıyana kadar
tek başıma ıssız sokaklarda dolaşmak istiyorum.
mülkiyetin çirkinliğine odaklanmış gündüzleri
bunu yapamam.
***
sözle, yazıyla anlatılamayan yakıcı bir istektir özlemek.
3.
tek bir gün bile seni unutmadım!
olması mümkün olsaydı:
istanbul’un kiriyle daha fazla kirlenmeden,
sevdiğim kadar sevileceğimden emin
bir sonbahar günü sana gelmek isterdim;
akşam güneş boynunu büktüğü zaman.
***
pusulasını şaşırmış, çölde susuzluk çeken bir derviş gibiyim.
susuzluğumu giderecek diyarı henüz bulamadım.
4.
gizli aşklar gibi açmayı bekleyen
baharın gülümsemesi mayıs güllerinin sabırsızlığıyla
dicle’nin berrak sularında yıkanarak,
diyarbakır’da, seninle olmak istiyorum.
geldiğimde, bekletmeden hemen kapılarını aç ki
savaşın gölgesine çekilmiş ama, değişimi özünde taşıyan
yapayalnız, kur’an yazısı gibi insanların var olduğu
sıkılmış ve sıkışmış kentimde adresim belli olsun.
***
kuytulu köşelerinde akrepler hâlâ pusuda mı?
5.
kağıda dökülen her sözcük, şiir olsun istiyorum.
sahte dostluklar,
raflarda bekleyen kirli dosyalar
ve işe yaramaz formül ve sayılardan sıkıldım.
deniz dalgalarının dövdüğü kayalar üzerinde
-gözlerim köpüren dalgalarda
dalgaların ve martıların sesini dinleyerek
tâ karacadağ’dan
rüzgârın getireceği dağınık saçlarının kokusunu bekliyorum.
duygusal yorgunluğu derinden yaşayarak,
yıldızlı geceleri, kelebek kovaladığımız çiçekli tarlaları
ve seni düşünüyorum.
***
hegel(*), acaba hangi haller için: “düşünülmüşse vardır” diyordu?
(*) Georg Wilhelm Friedrich HEGEL: Alman Filozof. (1770-1831)
6.
özlediğim suların şakıyan sesiyle bana,
‘ilk ve son aşkım’ diyen, gül kokularının sarhoş edici güzelliği:
beni, farkında olmadan firari düşüncelere gönderen
her zerresinin titreşimini ciğerime duyarak çektiğim
bahar kokuları değil,
yoğunlaşmış sevgilerin içkisiz sarhoşluğudur.
aşkın baştan çıkarıcı, şeytansı doğasından olsa gerek:
çelik mavisi sustalı bıçağın karın boşluğuna saplanışının acısıyla
kelimelerin sihrine kapılmış bir kimyacı olarak
lâboratuarımda sözcükleri damıtıp, her günbatımının ardından
-hamamdan yeni çıkmış bir güzelin
yanaklarındaki ter damlacıklarına dokunur gibi-
vebal altında kalmadan sana şiirler yazıyorum.
***
yazdıklarım titreyen yüreğine sıcak örtü olsun.
7.
sığınağım olan şiirlerim:
sevgileri gül dalının kanatıcı dikenlerine asılı kalmış
sevdalıların acı çeken kalplerinde sevgi beslese de,
inan ki şiir yazmak karanlık, yolsuz bir ormanda
insan etini parçalayan dikenler arasında yol açmaya benzer
-kanatır hicran yüreğimi.
***
gerçek kendini kanıtlamada zorlanınca, şiirsiz olunmuyor.
şiir: yüreğin şarkısı, gönüllerin ve duyguların dili.
8.
yüreğe düşen ateşi gözyaşlarıyla söndürmek mümkün değil!
şiir olmasa, uslanmaz yüreğim olanlara asla dayanamaz:
aklımın bir köşesinde hep kıpırdar durur anılar, ve
körükler ha bire içimde var olan yangını sıcak dokunmuşluğun
ve hatırlıyorum;
gece ve gündüzün ayrımında olmadan gözlerine her baktığımda
kirpiklerin uçlarından bazen hüzün akıyordu
bazen de beyaz karanfil
ve sen gülmediğinde de
gözyaşı damlalarıyla yükleniyordu hüzünlü siyah kirpiklerin.
***
sabahları kalkınca dağınık saçlarını toplamaya kıyamaz
usulca öperdim uykulu yanakları.
9.
suskunluğun korkunç dibe batışında
ışığa fazla hızlı koşanlar
kimi zaman saklı-görünmez karanlığa düşer;
karanlığın içinde ışığın trajedisini yaşıyorum.
sen üzülme ve beni de üzme!
bırak geçmişi-düşünme geleceği
ötelerin ötesine bak,
karanlık her gecenin ardından nasıl olsa söker şafak!
sen düşleri gerçekleşmemiş olan beni düşün.
gel, otur yanıma;
yaşamak için geldiğimiz bu dünyada
vaktimiz varken içerek, bir güzel ateşleyelim kanımızı.
***
nedense?.. seninle olduğum zaman
voltajı yüksek akım yemiş gibi deli çarpar kalbim.
10.
“aşk her şeyin üstesinden gelir”(*);
biz sözcüklerden şiir süzelim.
beklen(mey)en yenilgimiz “tarihin sonu”(**) olamaz!
yok edemezler saçlarından öpen güneşi
ve gözlerindeki ışıyan umut güneşini.
gökyüzü mavisiz ve güneşsiz kalır mı hiç?
hem sonra, hepten zifiri karanlıkta;
senin o güzel gözlerin
senin o güzel saçların
nasıl ışıldayacak
nasıl parıldayacak?
ben ömrümce
doğacak en güzel güneşin
senin şiirin tapınağı gözlerinde doğmasını bekledim.
***
göğün lekesiz olduğu gecelerde
gülen gözlerine bakarken yakalamıştım derin sonsuzluğu.
(*) Publisus Vergilius MARO: İ.Ö. 70-19 yılları arasında yaşamış Eski Roma’nın en büyük şairi.
(**) Francis FUKUYAMA: Japon asıllı bu Amerikalı tarihçi, Sosyalist sistemin dağılmasının ardından ortaya attığı “Tarihin Sonu” teziyle, Batı dışı sistem ve medeniyetlerin son bulduğunu; artık bütün alternatif diğer sistem ve medeniyetlerin tarihin bu son devresinde Batının üstün değerlerine boyun eğmek zorunda olduğunu ileri sürerek, “Yeni Dünya Düzeni” düşüncesinin entelektüel zeminini oluşturmuştur.
11.
uzak bir geçmişte değil de
sanki, dün olmuş gibi bir şeyler kıpırdar hep içimde.
sıkıcı, puslu sabahlara gebe gecelerin gizliliğinde
görmek istediğim yerlerin hayali aklıma düşünce:
dağınık saçlarına takılıp kalan sarı yapraklara dokunmayı
ve yıkık surların dibinde, geceden çıkmış gelen güneşin
seni o muhteşem ışık huzmeleriyle yıkayışını
ve kışkırtıcı, isyankâr konuşmalarını bir bilsen nasıl özledim?
-sakın, beni unutma!..-
***
dilediğin dileğin gerçekleşmesi dileğimdir.
12.
olayları oldukları gibi kabullenelim;
başlayıp bitmeyen sevdamızın kentinde
farkında olmayacak kadar delikanlıydık
-bizlerin korkak olmaya hakkı yoktu
ve çekip gitmek elimizde değildi!?.-
ve kendi kaderimi çizme hakkımdan feragat edemezdim;
cehennemin sonsuz azaplarını göze alarak şeytana uydum;
sırları surlarında saklı kentimde çetin sevdalara tutuldum,
hayatı ve kendimi tanımadan ölüme hudut yaşar oldum.
***
az mı gözlerden ırak zulüm gördük?
13.
aydınlığı az, kara(n)lığı çok gençliğimin kentinden
bana:
yangınlardan
kayıplardan
sürgünlerden
geriye bir tek sen kaldın.
sen yanan, yakılan, yıkılan ve
karanlık, uçurumlarla dolu kartalların coğrafyasından
benim kutsal emanetimsin;
ardımdan ayrılmayan gölgem,
makam dağında açan peygamber çiçeğimsin.
***
geceler boyu az mı it ulumalarını dinledik!?.
-hayatı zehir, cehennem edenler
dillerini sarkıtarak kuduz köpekler gibi
sinsice utançlarını gizlemek istiyorlar şimdi.-
14.
ağlamak istediğimde bile, ağla(ya)madım.
bazalt(*) taşlarının gözyaşları tanıklık edebilir;
dicle kenarındaki söğüt ağaçlarının altından akan
durgun su gibi geçmedi gençliğim
ve o serin sulara sevdayla sarkan
narin söğüt yapraklarının suyla öpüştüğü
-ışıkla oynaştığı gibi
tatlı bir sükût içinde olmadı hayatım.
***
çok kısa sürer ayrılığın son saatleri,
belki hatırlarsın:
ayrılırken ‘hoşça kal!’ bile diyememiştim,
bekliyordu beni gecelere kurulu tuzaklar;
uzunca bir süre hayatın ötesine sınır yaşadım
-kıl payı ölümlerden sıyrıldım.
***
(iz bırakarak) yıllar nasıl da hızlı geçiyor
sanki, “yıllar bir kadehçik buzlu rakı”(**)
(*) Bazalt: Koyu renkli, sert, bir çeşit yanardağ kütlesi; Diyarbakır ve çevresinde bol bulunan siyah taş. Diyarbakır’da surlar, cadde ve sokaklar ve eski yapıların çoğu bu taşlardan yapılmıştır.
(**) Hasan Hüseyin Korkmazgil: Emek, barış ve özgürlük temalarını çarpıcı imgelerle işleyen şair. (1927-1984)
15.
korkaklar hep kurnaz olur ya
ben yıldızlara bel bağladım
ve aç kurt ulumalarına
ve gecelere kurulu tuzaklara aldırmadan
tehlikeli yollarda yürüdüm;
senin için hep başımı belalara saldım.
***
aşka kilit vurulması mümkün mü?
ozan dediğin duygu zengini olur.
16.
şimdi ise, zaman tünelinde anılara dalıp
serçelerin tükenmez şarkılarını dinlemek
ve çiçek açmış badem ağaçlarının altında
derin uykulara dalmak istiyorum;
rüzgârda savrulmuş kokulu ipek saçlarını
kendi ellerimle güneşe boyamak istiyorum.
***
ulaşılması zor metafizik.
17.
zaman sonsuzlukta aka dursun:
istanbul’da, sabahları hüzünlendirici sessizlik ve sensizlikte
doğan güneşin ışıklarıyla yıkansa da koca çınarlarla çevrili
kurşunî cami kubbeleri
ve gökyüzünde gezintiye çıkan süt beyaz bulutları
selâmlasa da minarelerin alemleri
siyah, yağmur yüklü bulutların görünmesiyle
yaz, zorunlu olarak yerini hüzünlü sonbahara bırakır;
kuşluk vaktinin yağmur bulutu kaplar gökyüzünü
ve artık penceremden eskisi gibi odama düşmez olur güneş.
-dizlerimde başlar sızı-
***
yine duygularımın akışına kapıldım.
18.
düşlerim geçmişe düşüncelerim geleceğe
dönük olmasına dönük!
ama, yine de her içişte
yıllanmış şarabın içinde saklı
ciğeri yakan kor ateş yakarıyor ciğerimi.
gerilim altında,
düşünmekten mest olmuş,
dinliyorum yarınlarını bilmeyenlerin sancılı hikâyelerini.
çaresizlik karşısında çaresiz kaldım;
ürkütüyor beni sessizliğin duyulmaz sesi,
perişan ediyor eylemsizlik ve isyanın diyalektiği.
***
acı çekiyorsam sevgimdendir.
19.
yaşama tutkun isteklerimle
yapmak zorunda kaldıklarım arasında
sarkaç gibi salınmaktan bıktım!
kasırganın içinde bulunmanın heyecanını arıyorum.
biliyorum, bir olan bir daha olmaz yeniden
ama yine de ben, göz kamaştıran ilahi güzellikteki
aşkın güzel çiçeği, gül yaprağı dudaklarınla öpmeni bekliyorum.
fazla bekletme!
yokluğunda, güneşin yakıcı sıcaklığında bile
yaprak uçlarından akan ışıltılı damlalar üşür,
toprak suya incinir.
***
bir zamanlar ne büyük hayallerimiz vardı;
şimdi, küçük hesapların insanları olduk.
20.
dinle gözlerimin sevinci:
yapraklarını güneşe doğru açıp
şükranlarını sunan ağaçlar
ve ıslık çalan rüzgara eşlik eden şarkılar
ve aşka tercüman bakışlardır
şimdinin içinde geleceğin gizini taşıyan;
duygu ve tutkuların dinamik özüdür
her sabah erkenden beni yataktan kaldıran;
sıcak bir sevgidir
doğumla ölüm arasında sığınacağım tek liman.
***
hem birlikte yaşayıp hem özlem duymak, nasıl oluyor?
21.
damarlarda akan yaşama sıvısını dahi donduran
allahsız soğuk/yalnız gecelerimde
çiçek desenli yorganıma ne kadar sarılsam da;
katran karası gecelerin koynunda tarifi imkânsız acı çeker,
sensizlikten üşür, büzüşür bedenim:
çınlar kulağımda sesin ve ağırlığını duyarım ayrılığın.
***
hayat; doğarken çekilen acılarla
ölürken çekilen acılar arasındaki varoluş mudur?
22.
öz değişmesi gerekeni bilincinde taşıyarak
baharda kusursuz canlanır uyum içinde doğa
-sürekli yenilenir evren
ve ay ışığında yüreğe düşen aşk tohumuyla da
doğanın güzelliği daha başka bir anlam kazanır.
nasıl olsa, baharın gelişine birlikte sevineceğiz;
boş ver, sen uçuşan saçlarında dalgalandır ruhumu,
ölüm geç olmuş erken olmuş ne önemi var?
önemli olan birlikte nasıl bir ömür sürdüğümüz.
***
sevişirken karışıyordu soluklarımız,
ölünce de karışacak mı yarın toprakta bedenlerimiz?
23.
sonsuzluk ile zaman arasındaki ezeli savaşta
benim ilk nefesim ile son nefesim arasıdır ömrüm;
ama her geçen gün törpülüyor ömrümü nefesim.
oysa… benim çok acelem var
fırtınanın önündeki bulutlar gibi…
***
yaşadığımız an’ların toplamıdır hayat.
24.
ışıktır gölgeyi yaratan.
sevgi gerçek sevgiyse kendini tüketmez
-öz niteliğini yitirmez.
yıldızlar bile kaydığında ardında ışıklı bir iz bırakır.
sen, kayan yıldızlar gibi çok uzaklarda olsan da
saklı bir muska gibi hasretini hep koynumda taşıdım:
gül yaprağı üstüne düşen gecenin nemi gibi
kadife yumuşaklığınla daima düşlerimde oldun.
***
gece özgürlüktür;
sokakları panzerler teslim alsa da, herkes kendi rüyasını görür.
25.
yüreği yananla yüreği yanan
ve ömrümü tüketme eyleminde bana yoldaş olan;
ruhunun esrarını deşifre eden
gözlerindeki bakışa takılıp kalan gözlerime bak
ve yer çekiminin ağırlığından kurtul,
yağmurlu bu bahar akşamında sarhoş ol
-it elinin tersiyle zamanı!..
her nefesimizde nasıl olsa tükeniyor ömrümüz,
hangimizin seven, hangimizin sevilen olduğunun bir önemi yok!
biz, sevginin ötesinde sevmedik mi birbirimizi?
-içki masalarında verilen bir söz değil ki bizimkisi!-
***
ben sevdiğim kadar sevileceğimi bilirim.
26.
yaşamı olanaksız kılan dayanılmaz çirkinlikleri unut!
birlikte,
dikenli telleri aşarak gelmedik mi bu günlere?
ıslak gözlerden akan damlalar artık dursun!
bilirsin:
aşkın çekim kuvveti, kendine çeker her güzelliği
ve çirkinlikten yana ne var ise kaldırıp atar itme kuvveti.
sırf newton(*) yasası gereği
meyve ve yapraklardan ağırlaşmaz ki ağaç dalları!?.
***
gökyüzü gözlerine asılı kaldı yüreğim.
(*) Isaac NEWTON: İngiliz bilim adamı, evrensel çekim kuvvetinin yaratıcısı.
27.
gün bahar kokuyor.
gözyaşlarını saklamana gerek yok;
gel, karşılıklı kristal kadehlerin çınlamaları arasında
soğuktan terlemiş şişe şişe rakılarda unutalım acıları.
sen içmesen de bari yanımda ol, ben içerim;
yeter ki dudaklarım asil ruhunun dokunulabilir coğrafyası
o narin özge tenine dokunsun.
***
ne isteklerin ne de bilginin sonu olabilir.
28.
kristal gülümsemeni özledim, inanmasan da dinle beni:
bahar kokan çiçeklerde ve arının çiçeklerden bal alışında
-güvercinin kanat vuruşunda
ve coşkuyla akan ırmağın büklüm büklüm akışında
ve geceleri gökyüzünde ışıldayan yıldızların göz kırpışında
ve lâboratuarda buluşu yapılan her yeni şeyde
ve söylenen sevda türkülerinde, okunan aşk şiirlerinde
yani güzel olan her şeyde benim için hep sen varsın.
inanmasan da ıslak gözlerimden akan yaşa bak!
dudaklarım söylemese de, ele vermiyor mu gözlerim?
***
elektriksel bir akıştır sevmek.
29.
hiç uzağımda olmadın, hep kanayan arzum oldun.
göz yaşına duyarlı gözlerinin huzmesini her hatırladığımda
ve ay ışığında yarpuz kokularının mest edici sarhoşluğunda
yeşil kurbağaları her dinlediğimde
ve gecenin sessizliğini bozan
cırcır böceğinin davetkâr sesini her dinlediğimde
ve esen rüzgârın müziğiyle salınan sararmış
altın başaklı buğday tarlalarını her seyrettiğimde
ve elmas ışıltısında parlayan salkım üzüm tanelerinin
tatlı şırasından yapılan kan kırmızı şarabı her içtiğimde
günahın boynuma, aklıma hep sen düşüyorsun nar çiçeğim.
***
yaşama başka bir boyutta devam etmek nasıl bir şey?
30.
nereden bileceksin seni nasıl düşündüğümü?
geceleri odamda gül kurusu renkli ağır yorganıma sarılıp
yastığa başımı her koyduğumda
gül teni bedeninin kokusu burnumda
mutlu düşlerine dalıyorum sonsuz bozkırların;
gözümün önünden hiç gitmiyor
rüzgârda uçuşan metilen mavisi boyun bağın
ve ağustos gecelerinde parlayan saç bağın.
***
her zaman aşkın güzel çiçeği ol!..
aşkımız eskimiş fotoğraflarda kalmasın.
31.
derin oluyor duygusal acılar.
sevdası olanın şiiri,
derdi olanın sözü olur;
bende her ikisi de var,
buna yürek mi dayanır?
***
metafizik bir güçle sevdim seni.
32.
sonbaharın gelişiyle
ağaçlarda yapraklar renk değiştirmeye
-düşmeye başladı.
ben ise başka hiçbir şey düşünmeden
seni düşünüyor/düş kuruyorum
kendi kendime:
bir insanın seveni yoksa hiçbir şeyi yoktur diyorum
ve kalbi boş bir insandan daha fakir bir insan var mı
bilmiyorum!?.
***
hiçbir şeyi olmayan, bir şey verebilir mi?
33.
aradığım şeyi henüz bulamadım;
en iyisi kırlangıçların gelişini beklemek.
bak!.. eylül yağmurlarının hüzünlü ağırlığı
ve sert rüzgârlardan geriye kalmış
ağaç dalındaki sararmış tek yaprak titriyor;
eminim, o da benim gibi yalnızlıktan üşüyor.
***
gecenin diğer adıdır özlem.
34.
anılar aklımı rehin aldı.
soğuk gecenin konukları;
sokak lambalarının kirli ışıkları,
mezarlıktan gelen köpek, karga sesleri
ve mahallenin uğursuz duman kokuları
sürgün ediyor beni gençliğimin kentine.
***
seninle olduğum zamanlar ne çiçekliydi hayallerim,
aklımı başımdan alırdı ılık dudakların
-ışıkla dans eden gözlerin.
35.
senden ayrılalı belli;
kambur geziyorum
dik gezmeyi unuttum,
sana geldiğim gün
belimi belki doğrulturum.
***
ayrılık (zamana bağlı) fazla uzun sürünce,
özlem de (doğru orantılı) artar, ben bu yükü kaldıramam.
36.
yağmur sonrası sonbahar günlerinde
dökülen sarı kırmızı yeşil yapraklarla kaplı
ağaçların altında seninle el ele dolaşmayı düşlerken
isterim ki sadece dağların arasından
kıvrılarak akan köpüklü suların çığlığı
ve kendini havada rüzgara bırakıp süzülen
dalından yeni kopmuş sararmış bir hazan yaprağının
yere düşüşünün sesi bölsün sessizliği.
ve bir de olması mümkün olsaydı
dostluğumuza hürmetten sıcak hüzünlü bir özlemle
öpmek isterdim her milimetre karesi dicle kokan gül teni bedenini.
***
dicle’nin sessiz ve derin akan suyunda yıka ruhumu.
37.
derin denizlerde vurgun yememi bağışla.
yağmurun camları dövdüğü geceler;
kendimi atomlara ayırıp,
parçalarımı coğrafî bölgelerine savurmamı
dört gözle beklediğini düşünemedim?
***
ağır bir yağmur bulutu olup asılı kalamadım karacadağ’a
-vesselâm.
İkinci Bölüm
KENDİM OLMAYA ÇALIŞIYORUM
&
yüreğimden geçenleri söylemek isterim hep
ama nedense dilim dolanır.
1.
bana öyle mahcup bakma,
surlardaki yorgun, soylu çift başlı kartal!
dünümüzü
bugünümüzü
yarınımızı
karanlıkta kana boyadılar.
hangi kurban kanı
temizleyebilir işlenen bu günahları?
***
şüphe köşe başlarını tuttu, kendi kendimizden korkar olduk.
2.
her insanın vardır mutlak noksan bir yanı
-hiç kimse günâhsız değil!-
ama şeytanî bir şeydir uyum denen teslimiyet;
bir başladı mı ya da çekim alanına girdin mi
eninde sonunda kurbanlık koyun misâli
-insanın insanlıktan çıktığı an-
kasabın ardına düşersin.
***
sorumluluk ağır silahtır, herkes üzerinde taşıyamaz!
3.
yaşamın sürekli akışıyla birlikte hareket etmek,
uzun soluklu yürümek
ve derinlemesine düşünmek için:
sağlam bir duruş
sağlam bir kafa
devrimci bir ruh gerekir.
anlık doyumların sefilleri
veya zihinsel kırımla kısırlaşan omurgasızlar
hiçbir zaman anlamak istemez /anlayamaz bunu.
***
köleler köleliklerini kabul ettikleri sürece köle kalır.
4.
alışkanlık kadar negatif bir güç yoktur.
karanlıkta kaldığı için görülmeyen
ve şeytanın bile aklına gelmeyecek hileleri
ve bu topraklara özgü şark kurnazlığı hünerleri
ve su katılmamış ahlaksızlığın örneği sinsi bakışların ardındaki
hainliği sezmek
yılanın gözündeki pırıltıyı yakalamaktan daha zordur.
***
gül yapraklarıyla süslenmiş
kurulu, yaman tuzaklara düşmeyenlere
ve pisliğe bulaşmadan yaşayabilenlere aşk olsun!
5.
egemen olan, boyun eğmemizi istiyor:
boyun eğmeyişimiz ölümümüz olurmuş.
-gözdağı hiç eksik olmadı ki!-
bir düşün:
binlerce yıllık insanlık tarihinde
binlerce tanrı öldürülmedi mi?
bir benim veya senin ölümünün ne kıymeti var;
o, her şeye muktedir yüce tanrıların ölümünün yanında?
***
bir kez doğar bir kez ölürüz, yok daha ötesi!..
ama prezervatif gibi kullanılmanın akıbeti çöplükten ötesi.
6.
doğrusal (olmayan) bir zaman akışında
akıp giden günlerimi bu açıdan değerlendirince
geriye kalan günlerimin kıymetini çok daha iyi anlıyorum.
çizilen yolda gözleri bağlı yürümeyi sevmem
ve kırık leblebi gibi ayaklar altında ezilmeyi göze alamam:
kirlenmişliklerin ortasına bağdaş kurup, olanları kabullenemem;
çileden çıkartır beni, çürük yumurta kokulu pis ilişkiler.
***
beni ayakta tutan, paylaştığımız ortak değerlerdir;
yaşama bağlayan ise, güzel şeyleri seninle paylaşma isteğidir.
7.
yılların sayısal ağırlığı altında
bedenim eskise de
bedenim eğilse de
bedenim ezilse de
ruhumu ezdirmemeye,
bilinmeyeni bilmeye
çalıştım.
***
omuzlarımdaki ağır bir yük!
8.
düşünür ve bilge insanlardan:
aziz augustinus;
“aldanıyorsam varım”
rené descartes;
“düşünüyorum öyleyse varım”
andré gide;
“duyumsuyorum, öyleyse varım”
ve albert camus;
“başkaldırıyorum, öyleyse varım” diyor.
***
normal ve olanaklının sınırları dahilindeki
kokuşmuş, hafif-defolu ilişkiler ağının sarmaladığı
sıradanlık tiksinti verdiğinden
dahil olamadım ‘sürü’ye, gevşedi ‘herkes’le aramdaki bağ.
elimden başka türlüsü gelmiyor. bu nedenle:
bilge insanların dediklerine ilave olarak;
hâlâ “farklıyım, demek ki varım” diyorum
ve kendim olmaya çalışıyorum.
***
herkes kendi yoluna gider.
Aziz Augustinus: Ünlü Hıristiyan düşünür. (354-430)
René Descates : Fransız filozof. (1596-1650)
André Gide : Fransız yazar ve düşünür. (1869-1951)
Albert Camus : Fransız yazar ve düşünür. (1913-1960)
9.
aykırılık acı verir,
versin!
haki rengin ve doların ağırlığı altında
kalıba uymak bana göre değil!
az mı tuttuk korkuların nöbetini,
pek çok acının tatmadık mı tadını?
***
suçlamalar, suçsuzluğumun belgesidir.
10.
her zaman yükseklerde olmak
aşağılarda güvenlikte olmaktan
daha iyi değil mi?
önemli olan
nitelikli farklı bireysel var oluştur.
bak gökyüzüne!
kartallar yükseklerde yalnız uçuyor,
kargalar ise hep aşağılarda ve hem de sürü sürü.
***
umudumuz musalla taşında fatiha beklemesin.
11.
voltaire(*):
“tüm tutkular zamanla ölür” dese de,
benim sana olan tutkum, ancak, benimle ölür.
***
yeni bir rüyada buluşalım.
(*)Voltaire: (1694-1778) Aydınlanma çağının öncü Fransız düşünürü.
Üçüncü Bölüm
BUZ VE ATEŞİN DANSI
&
güzel şeylere sevgi besler,
erişemeyeceğim şeylere ise aşığım.
Saçını Tarayan
sevişmenin tadı ortaklaşadır.
açık pencerenin yanında divana oturmuş
siyah saçlı, gözleri yaz gecesi güzelin
akşam üzeri yolumu beklerken
saçlarını güneşle yıkayarak taraması yok mu?
deprem yemiş gibi oynatır yüreğimi.
yaşadığım o an’lar bana baharın armağanı.
İşin Özü
ne yapılırsa yapılsın:
öpüşmeden,
al gülü koklamadan;
gece yıldızlara bakıp hayal kurmadan,
eller cepte ıslık çalmadan,
hüzünlenip türkü mırıldanmadan,
kahkahalar atmadan;
tükettiğimizden fazla üretmeden,
üretimden daha az üremeden;
insanlığın matematiğini anla(t)madan
ileri bir yaşam düzeyine varmamız ve
istemediğimiz-arzu etmediğimiz şeylerden kurtulmamız
mümkün değil!..
bunu anlamayanlar sadece değiş(tiril)ir ama asla değiştiremez.
Buz ve Ateşin Dansı
bedenim buz
yüreğim ateş parçası.
bedenim sıcaklığını
yüreğim serinliğini istiyor.
yüce amaçlara çağırıyor beni
asil, günahı soylulaştıran ruhun.
Günü Geldiğinde…
Ozan ve Utku’ya
gecenin sahibi yıldızlar
şahidim olsun ki
kendi özünde
canlının organik bilincini taşıyan
bir tohum nasıl zamanı gelir
içinde var olan sınırsızlığını gösterirse
-toprağı öptüğünde
amacına yönelik, günü geldiğinde inanıyorum
oğullarımda yaşamaya değer yaşamak için;-mutlaka,
bir anlam vereceklerdir utkularıyla kendi kaderine.
Dört Ana Öğe(*)
1.
hava okşar
ateş yakar
su akar
toprak çeker.
2.
söylemedi deme!
şarabın güzel cazibe kokulu havası bir güzelce adamı okşar
ve tatlı su gibi boğazdan akınca da kor, ateş olup yakar;
ayakta duramaz, sallanır ve toprak seni kendine çeker.
-toprak önce besler, sonra yutmaz mı?-
fazla çekme, sonra yıkılırsın!
“hava, su, ateş ve toprak”dan(!) var olduğunu ne çabuk unuttun?
3.
var mı öyle kolay yıkılmak!?.
geldiğin yere dönme isteğin çok erken,
dur hele!.. yaşayacağımız daha nice güzel günler var.
***
hayat denilen büyük bir ırmağın içinde
akmaktayız, bazen hızlı bazen yavaş.
(*) Dört Ana Öğe: İlk Çağ Yunan filozofları tarafından evrenin temel maddeleri olarak görülen toprak, hava, su ve ateş. Bu dört öğeden her biri, iki niteliğe sahiptir. Buna göre, toprak soğuk ve kuru, hava sıcak ve ıslak, ateş sıcak ve kuru, su soğuk ve ıslaktır.
Hayatın Ötesi
Hatice Anam’a
1.
bir insan:
nasıl bu kadar saf,
nasıl bu kadar temiz,
nasıl bu kadar gözü ve gönlü tok
ve ciğerlerine düşkün olabilir;
bunu ben sende gördüm
ama hayatın cilvesine bak ki, sen
kanser denen amansız/zalim dertten çok çektin
-olacak şey mi?
2.
yaşamak
güzel olmasına çok güzel!
ama yaşarken çekilen acılar artık dayanılmaz olunca,
ölüm bile güzelleşip-kurtuluş olur;
senin o saf temiz yüzünde ben, ölümün güzelliğini gördüm.
3.
ölüm; hayatın ötesi, ayrılığın ebediliği.
4.
dün birlikteydik,
bugün ise telefonda öğrendim;
bir kuş misâli öteye gitmişsin:
burası ile ötesi arasında
ne kadar bir zaman
ne kadar bir yol var
söyleyebilir misin?
5.
cenaze arabasında ben önde, sen arkada
uğurladım seni bir gelin gibi hüzünlerin buluşma yerinde
göz yaşlarımla son yolculuğuna…
yolun açık olsun!..
Saat: 00.45
22.04.2001-Güngören
Bazen Bulutlar Güneşi Karartır
sayısız sarsıntılarla sarsıldım-kırılmadım;
fakat, anlayamama ve anlaşılamamanın sıkıntısındayım.
ne insanları anlayabildim,
ne de insanlara kendimi anlatabildim.
biliyorum:
eğer insanları anlayamadımsa,
eğer insanlara kendimi anlatamadımsa
kusur benim
kabahat benim
suç benim.
***
bazen bulutlar güneşi karartır.
Öfkem İçimde Saklı
tanyerinin ağarmasıyla;
yorgun
üşümüş
çamurlara bulanmış
öfkem içimde saklı dönerim evime
hemen deliksiz uyurum.
uykumda,
yeşile hasret gençliğimin dağları
beni beklediğini fısıldar kulağıma.
yüreğimi zarfa koyup gönderiyorum.
Kimi Zaman…
(bence) insan;
kimi zaman
bir gül dalı kadar narin
kimi zaman
bir taş kadar sert
ve kimi zaman da
bir şahin olmalı.
İsyan Ateştir
bir tarafta, genel kabul gören değerler,
bir tarafta, kendi değerlerim
ve bu ikilem karşısında acı çeker bedenim
***
isyan ateştir.
sağduyu denen ortak vicdana ortak olamadım
kuşkulara düşerek çok büyük günahlar işledim.
Yeni Bir Yıla/Bin Yıla Girerken
televizyonlarda
aynı isimler
aynı şarkılar
aynı sunucular.
programlarda:
dalgalı takma saçlar
abartılı topuzlar
abartılı makyajlar
ve
daha ışıltılı
daha şıkırtılı
daha çok silikon
daha çok smokin
daha çok briyantin
daha çok maskaralık
ve de
daha çok oryantal.
kızlar biraz daha sarışın
dünya biraz daha boyalı
yaşam biraz daha sunî.
bir ‘yılbaşı’ daha kutlandı.
dünya yeni bir yıla
yeni bir bin yıla girdi.
ben ise… yine yalnızlığa!
***
yalnızlığımla ne zaman vedalaşacağım?
01.01.2000
Güngören
Haber ve Yorum Tellâlları
bildiğimiz baykuş konuşamasa da…
bildiğimiz yarasa yazamasa da…
sözlerle seslerin,
görmeyle renklerin kuşatmasında
kudret tanrılarının zangocu
o kadar çok
konuşan baykuş var ki televizyonlarda,
o kadar çok
yazan yarasa var ki gazetelerde…
ve çerçi-tellâl sentezi iğdiş edilmiş zâde
ve dişiliğini pazarlayan âfet-i devran
ve insan kılığına girmiş nice şeytan
ve daha nice uğursuz ve geviş getiren…
midem bulanıyor
sanal yaratılan ses ve renklerden.
İtaatkâr Ayaklarım
bunca senedir,
gövdemin hamalı itaatkâr ayaklarım, çekti kahrımı
ve istediğim yere taşıdı beni hiç naz etmeden.
şimdi ise direniyor, zamanlı-zamansız üşüyor
sızlanıyor/sızlıyor sürekli.
yaşlanmadan mı yorgunluktan mı
yoksa fizyobiyolojik bir sorundan mı
bilmiyorum?!.
***
zaman mı bizi eskitip bitiriyor,
yoksa biz mi kendimizi tüketiyoruz?
Kıskanıyorum Sessiz Yatanları
evimin balkonuna oturmuş,
bakıyorum mezarlığa:
ölülerin yerinde dirilerinkinden fazla
dikili yeşil ağaçları görünce;
çevre uygulamaları alanında çalışan ben,
kıskanıyorum karşımda sessiz-sedasız yatanları.
***
ölüm kaçınılmaz olsa da, tatlı değil hiç!..
Küçük Burjuva
ölüm kokan günlerde
gölgeden korkmaya hazır titrek sokak lambası gibi
asker düdüğünden
köpek ulumalarından korkar,
fısıldayarak konuşur
gölge gibi yaşarsın.
sonra:
bir solucan gibi kıvranıp,
(gerekli-gereksiz) “yanıldık!.. değiştik!..” dersin.
bir insan ne kadar eğilirse, o kadar küçülür bilmez misin?
*
“başkaldırma kölenin soyluluğudur.”(*)
(*) Friedrich NIETZSCHE: Ünlü Alman düşünürü. (1844–1900)
Sabır Üzerine
kimileri yoksullukta bulur bolluk,
kimileri de bollukta olur yoksul derim.
sabrında sabrı vardır diyenlere,
sabrında bir haddi vardır derim.
sabrın sabrı tükendiğinde de,
insanların hışmından korkmalı derim.
Gül Zehirli Olunca
anlatılan iyi şeyler anlamsızlaşır,
anlatan bilgiç olunca.
yapılan iş iş olmaktan çıkar,
yapılan göstermelik olunca.
kurallar kural olmaktan çıkar,
kuralsızlık kural olunca.
güzellikler güzellik olmaktan çıkar,
insanın zihniyeti kirli olunca.
en güzel gül gül olmaktan çıkar,
gül zehirli olunca.
21.09.2000
İSKİ-Mavi Salon
Güzelin Nazı
aşık bülbül dertli, hiç susmaz;-her an,
öter durur gül dalının üstünde.
her zamanki gibi, hırçınsın;-aman,
bugün yine deliliğin üstünde.
yanarım kerem gibi, halim duman;
zalim, yine bugün güzelliğin üstünde.
Sıradan İşler
koltuk ve paran yoksa
ne itibarın olur ne soranın;
ne kadrin bilinir ne kıymetin;
bilgi mi geç onu, geçerli olan para pul.
mecburiyetten sarılıyorum sıradan işlere…
Hassas Bir Durum
petek bal dolu
meme süt dolu
dudak arzu dolu.
mübarek sanki
yemişlerinden bal akan incir,
buna can mı dayanır?
***
aldattı beni güzel düş.
Dostluk Hakkı
Ergani bağ, bahçe, perçin
Narlık üstü güvercin
Dostluk dediğin canım
Ak gün-kara gün için.
Geceleri doğar ay
Hilar önü kuru çay
Sizler sofrayı kurun
Benim gelmem çok kolay.
Dostlar gözümün akı
Muhabbet dostluk hakkı
Sizleri çok özledim
Bahane, şarap-rakı.
Hilar(*)
Ergani altı Hilar
Güneş Makam’a doğar
Geçmiş saklı-karanlık
Hilar’da tarih yatar.
Ergani gül, Hilar bağ
İlk tarımla açmış çağ
Gururla tepeden bakar
Heybetli Karacadağ.
Ekim 2001/Ergani
(* Hilar: (Sesveren Pınar). Diyarbakır İline bağlı Ergani İlçesinin bir köyü. Halet ÇAMBEL ve Robert J. BRAIDWOOD sorumluluğunda İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü ile Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü ortaklaşa “Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları” projesi kapsamında Hilar Köyündeki Çayönü Höyüğünde (Kotéberçém) 1963–1991 yılları arasında kazılar yapılmıştır. Bu kazılar sonucunda Çayönü Höyüğünün, Anadolu’nun en eski yerleşim birimi (köy) olduğu anlaşılmıştır.
Bu yerleşik düzene geçme, Halet ÇAMBEL’in deyimiyle “Neolitik(Yeni taş) Devrim olarak insanlık tarihinde yeni bir çağın başlangıcı olmuştur.”
Bir Ergani Türküsü(*)
Bahçe üstünde tarla
Parla Zülküf’üm parla
Havva büyük, sen küçük
Otur başını salla.
Naco’nun eğri başı
Havva’nın kalem kaşı
Zülküf çarşıdan gelir
Naco döker gözyaşı.
İncir incir içinde
İncir bağın içinde
Havva Zülküf’e âşık
Cevizlerin dibinde.
(*) Parlak Zülküf, Naco ile evlidir. Ama gönlü Havva’dadır. Türkü bu gönül
ilişkisini anlatmaktadır. Türkü Sema Arık’tan derlenmiştir.
Dördüncü Bölüm…