Uğuldayan rüzgârın buz tutmuş camlara savurarak vurduğu kar tanelerinin insanın içini ürperttiği soğuk gecelerde sıcak soba başındaki anlatıcıların sesinde yankılanan masallar ve efsaneler çocukluğumuzda bizlerin yaşamına renk katardı. Gecenin karanlığında bir parlayıp bir sönen yıldızlar gibi dünyamızı aydınlatır, bizleri hayali güzel bir yolculuğa çıkarırdı.
Anlatılan bu efsanelerde mutlaka anlatılmak istenen bir şeyler olurdu ve anlatılanlardan herkes kendi payına düşeni alırdı. Efsaneler zaten anlatılmak için vardır. Anlatım için de dinleyicilerin olması gerekir. Anlatılan, anlatıcı ve dinleyici üçlemesi gerçekleştiğinde efsanelerin büyüsü gerçekleşir; nesiller boyu aktarımı sonucu yeniden kendisini var ederek tarihteki yolculuğu devam etmiş olurdu.
Babam ve Zelo Nenem iyi birer masal ve efsane anlatıcılarıydı. “İnsanın içine doğru açılan engin bir coğrafyaya” bazen sakin, bazen sabırlı, bazen de coşkuyla hafızalarında kayıtlı olanları anlatırlardı. Bizler de kerpiç ve kargır karışımı basit yapılı evimizin tek odasında kalabalık bir şekilde oturarak can kulağıyla, bıkmadan dinlerdik. Anlatıma başlandığında yeni bir şey duymanın heyecanıyla pür dikkat kesilir, gözlerimizi konuşanın dudaklarından, hal ve hareketlerinden ayırmazdık. “Söz sözü açar, sırası geldiğinde ‘vakti zamanında’ deyip başlanırdı söze; o zaman ki hiç bilinmez, dün kadar yakın, bin yıl kadar uzak. O yer ki yanı başımızda kalkıp yürüyecek kadar yakın, hiç görmeyeceğimiz uzak bir diyarda yaşanmıştır”. (Efsaneler ve Gerçekler, s.385.)
Efsaneler çok inatçıdır. Kaybolmaz. Unutulmaz. Kalıcıdır. Ama süreç içersinde anlatılar eksiltilir veya çoğaltılır, sonuçta değişir ve kendine has bir özellik kazanır. Özünü yitirmeden kendisini yeniden üretir. Geçmişin sesi, rengi ve çağrısı olarak dinleyicilerin hafızalarına kazınır. Yaşamın ızdıraplarına karşı, direnen insanları umutlandırmak için imdada yetişir. 1961 Nobel ödüllü Yugoslav yazar Ivo Andric, bu nedenle olacak ki, tarihçilerin “yalanlar gerçeği”nin altında yatanları tanımlaması gerektiğini savunur. “Bir insanın veya kültürün yalanları, abartıları, süslemeleri tamamen yaratma ve düzmece olsa da rastgele değildir”. Bilgisel varsayımları açığa çıkartırlar. “Kolektif kimlik veya kendini tanımaya hizmet ettikleri oranda, yeni bir gerçek veya gerçek haline gelen bir şeyler yaratırlar” demektedir. (Richard Leigh – Michael Baigent, Tapınak Şövalyeleri Mabet ve Loca, Nokta Yayınları, 2004-İstanbul, s.132.)
Esasen efsanelerin en belirgin huyu, üstü örtülen ya da yok denilen tarihi olayları, şahısları, yaşanmışlıkları yeniden hayata döndürmesidir. Misbah Hicri’nin Efsaneler ve Gerçekler kitabında olduğu gibi efsanelerle kör kuyulardan saklı tarihi bile çıkartır.
Misbah Hicri, Efsaneler ve Gerçekler adlı çalışmasında Urfa’yı temel almış, ama özellikle de Kürtlerin yaşadığı bölgeyle bütünleşmeyi uygun bulmuştur. Eser edebi bir dil ve güzel bir kurguyla kaleme alınmış, yer yer eski çocukluk günlerindeki anılarını efsanelerin başlangıç kısmına serpiştirerek efsaneleri tatlandırmıştır. Anlatılan efsaneleri yazarken de çoğu kez eleştirel yaklaşmış, efsanelerin kökenine sadık kalınırken mekânları, kavramları, sözcükleri ve olayın geçtiği zaman dilimini sorgulamaya çalışmıştır. Ve anlatırken bazen efsaneyi olduğu gibi vermiş, bazen de kaynaklara dayanarak belgelemeye çalışmıştır. “Gerçeklerle yüzleşme adına tarihin derinliğinden saklı kitaplar ve yasaklı dillerden süzülen gerçekleri bulup yazmaya gayret” etmiştir. (Efsaneler ve Gerçekler, s.24.)
Yerinden, yurdundan sürülmüş; dilinden, aşından ve aşkından alıkonulmuş insanların varoluşlarını okumaktayız anlatılan bu efsanelerde.
Her efsanenin bir coğrafyası, bazen de ortak coğrafyası vardır. Mezopotamya efsanelerin ortak, ana coğrafyasıdır. Bu nedenle, Efsaneler ve Gerçekler kitabında yer alan efsaneler evrenin yaratılışıyla başlamış, Hz. Âdem ve Havva ile insanın dünyaya ayak basmasıyla da hem yaşam ve hem de efsaneler renklenmiştir. Sonrasında Nuh Tufanı, Gılgamış Destanı, Hz. İbrahim ve Nemrut’un mücadelesi, Hz. Eyyub’un dertlerle sınanması.. Tarihi mekânlar, yatırlar, türbeler ve bunların neden ziyaret edildiği konusundaki efsaneler… Göksel (ay ve yıldız) efsaneler… Coğrafik (dağ, mağara, kuyu, göl, dere, ırmak, pınar vb.) efsaneler… Hayvanlara (kuş, keklik, yılan vb.) dair efsaneler… bir bir kitaptaki yerlerini almıştır.
Kayıt altına alınmayan her olay, anlatı, yaşanmışlık bir hafıza kaybıdır. Efsaneler, tarihin sözlü halidir. Tarihten gelip hayatımıza sızan sözün sihirli gücüdür. Zamanın akışında sonsuzluğa akıştır. Anlatıcılar ömürlerini tamamladığında veda edip gider, ama efsaneler hep yaşar. Yazıya dökülenler ise ölümsüzleşir. Misbah Hicri Kürt Coğrafyasında söylene gelen efsaneleri derleyip yazıya dökerek onları ölümsüzleştirdiği, Efsaneler ve Gerçekler adlı kitabını bizlere armağan ettiği için övgüyü hak ediyor.
Teşekkürler arkadaşım. Ellerine sağlık. “Hafızalarda sımsıcak duran masalları, efsaneleri Kürtçe yazmasak bile o kokuyu hissedebilene ne mutlu!”
Künyesi: Misbah Hicri, Efsaneler ve Gerçekler, Pak Ajans Yayıncılık, 2013, İstanbul. 391 sayfa.
İlgili yazı: “Bêje Çiyayêreş, Ceylanı Nasıl Yem Ettin Kurda”
9 Eylül 2013 tarihinde ve sonrasında:
http://www.milatgazetesi.com/Bje-ciyayres-Ceylani-nasil-yem-ettin-kurda/46675#.UizEsj_64pc
http://www.gelawej.net/index.php?option=com_content&view=article&id=12097:2013-09-08-15-15-14&catid=218:muslum-uzulmez&Itemid=292
http://www.insanokur.org/?p=50741
http://www.sivildusunce.com/Bje-ciyayres-ceylani-nasil-yem-ettin-kurda.html
http://www.gonulsitesi.net/index.php?option=com_content&view=article&id=1490:beje-ciyayere-ceylan-nasl-yem-ettin-kurda&catid=1:yazarlarmz&Itemid=44
http://www.ergani.gen.tr/
http://www.erganihaber.net/koseyazisi-362-Bje-ciyayres-ceylani-nasil-yem-ettin-kurda.html
yayımlandı.