Ana Esas Duruşa Geç!/Önsöz(*)

okuma süresi: 7 dk.

Cesaretin, Onurun ve İnsanlığın Sınandığı Mekân: 5 Nolu

takvim yaprakları solsa da
yaşananları unutmak mümkün değil
olaylar bir bir geçer kayda
beyinde hafıza dosyalarına

unutmadım!
zindanların uğultusu kulaklarımı her çınlattığında
gün batımı hüznünde yüreğimin derisi yüzülür
göz bebeklerime takılır resmin
seni gördüğümde bil ki güzelim
göz yaşlarımı esirgemeyeceğim

Sonbahar, hüzünlü derinliğinin yanında sessizliği, huzuru hatırlatan ve yalnızlık hissiyle gelen kısa bir duraklama mevsimidir. Diyarbakır’ın bu mevsimde kendine has bir yanı vardır; sabahların efsunlu güzelliğini gurur ve övünçle üzerinde taşımak için sabırsızlanır. Karacadağ tatlı eser, Dicle’nin akışı daha da nazlı olur. Ağaçlar ışıltılı gelinliğe dönüşen yapraklarıyla renk cennetine dönüşür. Günün aydınlanmaya başlamasıyla insanların, güvercinlerin, serçelerin, arabaların çeşitli tonlardaki sesleri ve bilcümle nesnenin hareketi yayılır dalga dalga. Diyarbakır’a mahsus bu güzellikler 12 Eylül sabahı birden yok oldu, kara surları karabulutlar kuşatıp esir aldı. Bağlar hawar’la yankılanırken Dicle’nin suyuna acılı gözyaşları ve kan karıştı. Sonbaharın artık ne derinliği, ne sessizliği, ne de hüzün ve huzuru kaldı. Gelinliklerin yerini kara giysiler, hüznün ve huzurun yerini karabasanlar aldı. Tank paletlerinin ve postalların sesi ile yer gök inlemeye başladı: Türkiye’nin, Türk ve Kürd halklarının üzerlerine zifiri bir karanlık çöktü.

Gelen faşizmin karanlığıydı. 12 Eylül 1980 darbesiyle zaman tutsak alınıp zincire vuruldu. Generaller yasama, yürütme ve yargının tek hâkimi oldu. Var olan özgürlükler tümden kaldırıldı, her şey “emir komuta”ya tabi oldu. Bağlardan, bahçelerden, tarlalardan, dağlardan, köylerden, kentlerden insanlar birer birer ya da topluca tutuklanmaya başlandı. İşkencehaneler kuruldu. İnsanlar lal ve sağır edildi, korku egemen oldu. Kürdçe konuşma yasaklandı. Ülke hapishaneye, hapishaneler ölüm kampına dönüştü. Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde yaşananlar dünya işkence tarihine bir kara leke olarak geçti. The Times gazetesi tüm dünyaya Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin “Dünyanın en kötü 10 cezaevi” içerisinde yer aldığını duyurdu (28 Nisan 2008).

Diyarbakır ve Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nin kendi yaşamımda çok farklı yerleri var. Diyarbakır, doğup büyüdüğüm ve kırlangıçların kanatlarında baharları umutla beklediğim kenttir, rüyalarımı süsler: Anılarımda renkli, güzel bir yeri vardır. Diyarbakır Cezaevi ise, yaşamımın en zor anlarının geçtiği, teslimiyet ve direnmenin at başı gittiği dönemde onurumu korumanın mücadelesini verdiğim cehennemî bir mekândır: Rüyalarımı zehirler. Zulüm günlük yaşamın bir parçasıydı burada. Çaresizliğimize hayıflanmaktan başka elimizden bir şey gelmiyordu. İsyan duygularıyla dolu olsak da, çaresizlik ve belirsizlik belimizi büküyordu. Yazı ve resimlerle dolu beton duvarların ırkçı görüntüsü, demir kapıların paslı sesi, askerlerin boğucu soluğu, koğuşların kirli uğultusu, her şey ürkütücüydü. Beton duvar, gardiyan, demir kapı üçlemesi sadece bir zindanın unsurları değil, bizleri hayattan koparan ve kişiliğimizi hiçleştiren bir mekânın ana unsurlarıydı. Tüm bu uygulamaların sebebi ise, Diyarbakır 5 Nolu’yu diğer cezaevlerinden farklı kılan ana özelliğiydi: Tutuklu bulunanlar Kürd coğrafyasından toplanan sosyalistler, demokratlar, devrimciler, muhaliflerdi ve bu tutukluların ekseriyetinin Kürt oluşuydu. Burada Kürt önderlerine boyun eğdirilerek Kürtlere gözdağı vermek ve Kürt direniş ruhu öldürülmek isteniyordu.

Diyarbakır 5 Nolu genellikle haber ve röportajlarla gündeme gelmiştir. Bildiğim kadarıyla 5 Nolu ile ilgili çok sayıda anı ve şiir kaleme alınmıştır, ama hikâye olarak anlatım çok azdır. Hikâye türünde Türkçe olarak Selahattin Bulut’un Kürtçe kaleme aldığı Hadım adlı kitabının Türkçe çevirisi (İthaki Yayınları, 2010) ve Kâmil Sümbül’ün kaleme aldığı Ana! Esas Duruşa Geç /Diyarbakır 5 Nolu’dan Hikâyeler (Vate Yayınları, 2011) kitabının yayımlandığını biliyorum. Kâmil Sümbül şimdi bizlere birinci kitabının devamı olan ikinci hikâye kitabını armağan ediyor: Ana! Esas Duruşa Geç-2.

Ana! Esas Duruşa Geç’in birincisi yayımlandıktan sonra hakkında yazdığım yazıda Diyarbakır 5 Nolu ile ilgili şunları yazmıştım (11 Aralık 2011): “Burada her şey insan ruhuna acı veriyordu; duyulan her ses, görülen her görüntü insan ruhunun derinliklerinde derin yaralar açıyordu. Cesaretin, onurun ve insanlığın sınandığı yerdi; burada onuru korumak vahşetin sıcaklığını göze alarak direnişlerde cehennemi yaşamak, kabullenmek ise ruhen ölmek demekti. Zindan içinde zindan olan bu zindanın görüş kabininde bir tutuklunun kendi anasına; ‘Ana! Esas duruşa geç!’ demesinden daha yalın bir ifade var mıdır acaba o günleri esastan anlatan?” demiştim. Bugün de aynı düşüncedeyim.

Kâmil Sümbül uzun süre, hem de aldığı cezadan daha fazlasıyla 5 Nolu cehenneminde kaldı. Burada sevdiklerini, arkadaşlarını, dostlarını, yoldaşlarını hiçbir zaman yarı yolda bırakmadı. O dönem, bedeni tutsak alınsa da ruhunu teslim etmedi, “atmacanın pençesindeki bülbül” olmadı, kendi gücünce direndi. Bu direnişini bugün de yazarak devam ettiriyor. Çünkü yazmak direnmektir, meydan okumaktır. Kâmil Sümbül, 5 Nolu’da yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını hikâye olarak yazarak zalimlere, işkencecilere, insanlıktan nasibini almamış olanlara ve ruhlarını, bedenlerini bir bardak çay, bir parça ekmek ya da bir tek sigara için teslim edenlere, iki cop yiyince sinip aman dileyenlere meydan okuyor: Ben buradayım, sizler nerede hangi karanlık deliktesiniz diyor. Kâmil Sümbül, çok iyi biliyor: Tarihin şaşmaz bir adalet terazisi olduğunu; zulmü kendine iş edinenlerin tarihin acımasız yargısı karşısında utançlarıyla baş başa kalacaklarını. Ve yine o çok iyi biliyor: İnançlarını yüreklerinde yaşayanlar değerlerini dürüstçe ileriye taşımaya, inançlarını yüreklerinde değil mideyle bağlantılı akıllarında yaşayanlarsa insanları çukura götürmeye çalışır. Dikenden incir, çalıdan üzüm toplanmaz. İnançlarını yüreklerinde taşıyanlara, değerlerini yitirmeyenlere, hayatın içinde olanlara ne mutlu!

Kâmil Sümbül, birinci kitabında olduğu gibi bu kitabında da hikâyelerini bir tek mekânla sınırlamış. 5 Nolu’da yaşadıklarını, gördüklerini ve burada yaşananlara dair kendi duygu ve düşüncelerini, satır aralarında kendini ve arkadaşlarını eleştirmeyi de ihmal etmeden anlatıyor. Yazma geleneğimizin olmaması, araya zamanın girmesi, yaşlarımızın ilerlemesi, unutkanlık, kimi arkadaşlarımızın vefatı, bazı arkadaşlarımızı hasta ya da sağlıklarının kötü oluşu, en önemlisi de Türkiye’de ve dünyada yaşanan gelişmeler nedeniyle cezaevi hikâyeleri çoğunlukla ya yok oldu ya da en hafif deyimle unutulmaya başlandı. Ana! Esas Duruşa Geç’te yer alan hikâyeler hatırlama, unutulmama yönüyle de önem taşıyor.

Ana! Esas Duruşa Geç-2’nin edebi değerini eleştirmenlere bırakıyorum. 5 Nolu sürecini yaşamış iyi bir okur ve zaman zaman da yazan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim: Kâmil Sümbül hikâyeleriyle esaslı bir iş çıkarmıştır. Yaşadıklarını yazarak sessizliği karanlığa gömüyor. Okurlarına yürek yaralayıcı sarsıcı hikâyeler anlatıyor. Hikâyeler hafızanın canlanmasına yol açarken, aynı zamanda hatıraların ağırlığı okuyucuları hüzünlü, üzüntülü, direnmenin erdemliliği ve bazen de isyankâr duyguların gelgitlerine sürüklüyor. Hikâyelerde derin bir gözlem var, çarpıcı. Okuduktan sonra buruk bir tat bırakıyor. Cezaevinde her koğuşun dipsiz bir kuyu oluşunu, zülüm çarkının saat gibi işleyişini, koğuşların suskun iç sesini, koğuşlarda bulunanların korkusunu, her an kötü bir şeyler olacağına dair kaygılarını, içten içe büyüyen öfke ve hayıflanmalarını, kimi cesur çıkışların yanında korkaklıkları kelimeler marifetiyle dile getirmiş. Abartı yok, hikâyelerin yaşananlarla, gerçekle sıkı sıkıya bağları var. Hani yazarlar ülkelerin sabıka kaydını tutar derler ya, Kâmil Sümbül de yazdıklarıyla devletin sicil kaydına çok derin bir çizik atıyor.

Geleceğin geçmişten daha iyi olabilmesi, ancak geçmişte yaşananları unutmamakla olur. Karanlıkların karanlıkları örtmesine izin vermeyenlere, Diyarbakır surlarına vuran güneş ışığının aydınlığında yeni bir yaşam biçimi düşleyenlere selam olsun!.

Müslüm Üzülmez
20 Kasım 2017/İstanbul

(*) Kâmil Sümbül, Ana Esas Duruşa Geç-2, APEC Basım Yayın A.Ş., Eylül 2018, s 12-16.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.