Işığın Kaynağı Düşün ve Sanat Dergisi
Sayı: 5, Yıl: 2015
“Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça, tarihi avcılar yazmaya devam eder.”
Bazen köy veya kasabaları hakkında yerel ölçekte çalışma yapmak isteyenlerden iletiler/ mektuplar alıyorum. Mensup oldukları aşiret, aile veya köylerinde yaşayan insanların sosyal yaşamı ve özellikle önemli tarihi olaylar olmak üzere geçmişiyle ilgili sorular soruyorlar, yardım istiyorlar.
Genelde geçmiş ve günümüzle ilgili yazılı ve sözlü her türlü kaynağın önemini vurguluyor, arşivlerin ve yazılı kaynakların taranmasını, var olan tarihi kalıntıların tespit edilmesini, konuyla ilgili olabilecek her türlü bilgi ve belgenin toplanmasını öneriyorum. Ayrıca olayları yaşayan, gören, duyan yaşlı ve bilgi sahibi olan insanların mutlaka dinlenilmesini, anlatılanların, mekân ve nesnelerin yazıyla ya da teyp/kamerayla kayıt altına alınmasının gerekliliğini anlatmaya çalışıyorum. Bilhassa sözlü tarih çalışması yapılmasının gerekliliği ve önemi üzerinde duruyorum.
Sıradan insanların “belgeler ağına yakalanması” olası değildir. Sıradan insanlar genel olarak kayıt (günlük, anı defteri vs.) tutmaz. Var olan ya da eline geçen bilgi, belge ve nesnelerin (kitap, yazı, resmi evrak, mektup, fotoğraf, eşya, araç gereç vs.) kıymetini bilmez, muhafaza etmez. Haklarında yazanları olmadığı gibi, kayıt ve belgeleri de olmaz. Tarih bilincine sahip olunmadığı için de bilgi, belge ve diğer nesnelerin başına her an her şey gelebilir. Çocuklara oyuncak diye verilebilir, sobada yakıt olarak yakılabilir, eskicilere satılabilir, evde fazladan yer kaplıyor diye çöpe atılabilir. Bu tehdit ve ihmaller maalesef sosyal ve teknik gelişmeye paralel köyden kente göçün hızlanmasıyla daha da çok artar olmuştur. Bu olumsuzluktan ne kadar erken kurtulursak o kadar iyi olur.
Sözlü tarih genel olarak “olmuş olan” ya da “eski” devirlerden günümüze intikal etmiş bir mekân hakkında bir anlatıcının anlatımlarını yazı, fotoğraf, kamera, teyp gibi araç ve gereçleri kullanarak kayıt altına alıp bunlardan bir “tarih inşa” etmektir.
Belgelere dayalı yazılan tarihler çoğunlukla egemenlerin tarihini yansıtır. (Bu arşiv belgeleri ve diğer yazılı olan veya olmayan ürünlere dayanarak iktidar odaklarının karşısındakilerin ve sıradan insanların hayatları hakkında bir bilgi edinilemeyeceği anlamına gelmez. Ama belgelerin nasıl okunduğu önem kazanır. Belgeler egemenlerin mi yoksa “madunlar”ın mı bakış açısıyla okunmaktadır. Asıl mesele budur.) Egemen olmayanların, karşı olanların, iktidarların sofrasında bulunmayanların tarihi ya yok edilmiştir ya da yazılmamıştır. Elinde kılıç, belinde silah, cebinde para olanın ve sesi gür çıkanın aleyhinde olan bir belge kolay kolay kayda girer mi? “Ağanın şeyinin üstüne şey konulur mu?” Dahası belgelere dayanan kayıtlar olay(lar)ın çok küçük bir parçasını kapsar. Sözlü tarih çalışmalarının önemi buradan geliyor.
Akademik camiada yazılan tarihler çoğunlukla egemenlerin istediklerini yazmıştır ve yazmaktadır. Nasrettin Hoca’nın dediği gibi, “parayı veren düdüğü çalar.” Ayrıca getirisi olmayan bir işi kim yapar; iktidar ve iktidar uzantılarının dışında kalanlar, azınlıklar, ezilenler, sıradan insanlar ne makam, ne şöhret, ne de maddi imkân sunabilir. Egemenlerin işlerine gelmediği zamanlar tarih yazıcıları gördüklerine bazen şaşı bakar, bazen de bir veya iki gözünü birden kapattır. Böylesi tarihçilerin ilgi alanına işçiler, köylüler, işsizler, kadınlar, farklı cinsel yönelim, iktidar sahiplerinin ideolojileriyle uyuşmayan veya çatışan yönelimlere sahip farklı mezhepler (örneğin Alevilik, Ezidilik) veya Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Romanlar girmez; girdiğinde de emir kulu olarak tüm maharetlerini egemene hizmet için kullanırlar.
Esas olan asmayanların, kesmeyenlerin, savaşmayanların, iktidara ortak olmayanların ve özellikle iktidarın karşısında ve onunla çatışma halinde olanların tarihini yazmaktır. Tarihin demokratikleşmesi için de bu gereklidir. Bunun için mevcut her türlü malzemeyi (sözlü, yazılı, görsel vb.) kullanabiliriz. Söz konusu malzemeler kendi çevremizi, kendi insanlarımızı, bildiğimiz ve yaşadığımız mekânları, dolaysıyla da kendi geçmişimizi anlamamıza ve yazmamıza hizmet edecektir. Esas olan sesi kısılmış, sindirilmiş veya varlıkları gözden kaçırılmış olan birey, sınıf veya toplumların sesine kulak vermek, onları anlamaktır.
Sözlü tarihle ilgili yapılacak her çalışma bu bağlamda çok önemlidir, bu nedenle yapılan ve yapılacak olan çalışmaları küçümsememeliyiz. Her ailenin, her aşiretin, her halkın ve her bir mekânın tarihi vardır. Sadece bu saydıklarımın değil, her şeyin bir tarihi vardır: Avcılığın, tarımın, sanayinin, siyasetin, ekonominin, bilimin, futbolun, sinemanın, şiirin, müziğin, güzellik yarışmalarının vs. Görevimiz bu tarihleri “kutsal tarafsızlık kurallarına karşı günah işle”yerek yazmaktır: Hayatı tarihin içine sokmaktır.
Sözlü tarih çalışmalarıyla çok sayıda yaşantıyı temsil eden, ama dikkate değer bulunmayan insanları anlatarak; parçanın parçasını oluşturanların anlatımlarıyla edinilen bilgilerin toplamından ortak öğelerin meydana çıkmasına esaslı katkıda bulunabilir.
Kısacası:
1. Yaşam öyküleri ve mekân tarihleri sözlü tarih çalışmaları için çok uygun çalışma alanlarıdır. Kişi, aile, köy ve kasaba çalışmalarında çok önemli ve anlamlı veriler elde edilebilir. Sıradan insanların kendilerinin ve yaşadıkları yerlerin de anlatılmaya değer birer tarihleri/öyküleri olduğu anlatabilir.
2. Sözlü tarih, insanların kasabaları, köyleri hakkındaki düşüncelerini kayda geçirmenin yanında, geleceği geçmişin üzerine inşa etmelerine de yardımcı olur. Ayrıca, yerel mekânlarla gurur duyulmasına vesile olur. İnsanları bir birilerine bağlayan ve onların kimlik duygularına katkıda bulunan bağları bularak toplumların hızlı ve sağlıklı gelişmesine yardımcı olur.
3. Geleneksel tarih erkeksi bir anlayıştır, kadının adı yoktur. Dar, sakat ve yanlış bu tarih anlayışını ancak devrimci sözlü tarih yola getirebilir; bu, “yanı başımızdaki tarih”, toplumsal hafızanın oluşumuna muazzam katkılar sağlayabilir. Bugün toplumsal hafıza yalan, yanlış ve çarpıtılmış bilgilerin baskısı altındadır. Üniversiteler, okullar, yazılı ve görsel medya egemen anlayışı egemen kılmak için, şamata yaparak bir ağızdan aynı şeyleri konuşup aynı şeyleri yazarak toplum kuşatılmış durumdadır. Bu kuşatmayı yıkmak için bizlerinde onlar kadar olmasa bile bir şeyler yapmamız gerekir. Yapılacak işlerden en önemlisi sözlü tarih çalışmasıdır, çünkü yalan tarihin en iyi panzehri sözlü tarihtir.
Unutmayalım: Geçmiş yalnız anlatılanlar değil, birde unutulan ve anlatılmayanlardır.