“Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, gıdada taklit ve tağşiş yoluyla ürünlerinde at, eşek ve domuz eti yediren firmaları teşhir etti.” (Basın/14 Mart 2018)
Yıl 1978 olmalı. Diyarbakır’da tanıştığım Papgen isimli Ermeni arkadaşımla bir gün İstanbul’da Suadiye civarında gezinirken bir şeyler atıştıralım diye güzel içkili bir lokantaya gittik. Bir masada karşılıklı oturduk. Ben, lokantadaki yemek isimlerini çok fazla bilemeyeceğimi düşünerek kurnazlık yapıp arkadaşıma:
“İçkileri ben söyleyeyim, meze ve yemek siparişlerini siz verin” dedim. O da, “Tamam” dedi.
Benim işim kolay, hemen şipşak garsona soğuk 35’lik bir rakı, su ve buz getirmesini söyledim. Garson tepemizde dikilmiş yemek siparişlerini beklemekte. Papgen yüzüme bakıp:
“Dostum, kurbağabacağı yer misin?” diye sorunca birden çarpılmış gibi oldum.
Hiç kurbağa, kurbağabacağı gibi şeyler yenilir mi? Kafam allak bullak oldu. Zaten doğuştan çatık olan kaşlarım daha da çatıldı, bu Ermeni benimle kafa mı buluyor diye içimden al ver etmeye başladım.
Arkadaşım bendeki bu fiziksel ve ruhsal değişimi görünce yumuşak bir ses tonuyla:
“Özür dilerim. Dinimizin ayrı olduğunu unuttum!” deyince daha da şaşırdım.
“Yav bırak şimdi dini mini, bu kurbağabacağı dediğin şey gerçekten yeniliyor mu?” diye bu defa şaşkın bir vaziyette ben sordum.
Arkadaşım, “Evet, yeniliyor” deyince, “Haydi, söyle o zaman!” dedim, rahatladım.
Kurbağabacağını rakı eşliğinde afiyetle yedik: Güzeldi ya da bana öyle geldi.
Vezirparmağı, kadınbudu ve dilberdudağı gibi yiyecekleri bilirdim, ama kurbağabacağının yenildiğini ne duymuşluğum, ne de yemişliğim vardı. Kurbağabacağının ismini ilk duyduğumda tepki göstermem de doğaldı. Çünkü:
-Kurbağa veya kurbağabacağının yenildiğini önceleri hiç duymamıştım.
-Yakın çevremde daha önceden hiç kurbağa bacağı yiyeni görmemiştim.
-Bazı hayvanların eti yenmezdi ve yiyenler hoş karşılamazdı.
Peki, neden bazı insanlar bir kısım hayvanların etini veya yemeğini yemez?
Birincisi, dini nedenlerdir. (İslâm domuz etini yasaklamış, Müslüman nasıl yesin?)
İkincisi, sosyal çevremizde yiyenlerin olmayışıdır. (Bir Urfalı için çiğköfte çok lezzetli bir yiyecek olabilir, ama bir Trakyalı veya Egeli ya da Fransa vatandaşı için ayni şeyi söyleyebilir miyiz?)
Üçüncüsü, bazı yerlerde bazı hayvanların bulunmayışıdır. (Karacadağ eteklerinde yaşayan Kürt köylüsü kara havyarı nasıl yesin?)
Ama yine de derim ki insan aç kalmasın! Açlık, insana her şey yaptırır. Açlık, insanı alçaltır, inancına ve arkadaşlarına ihanet ettirir; dini ve ahlaki değerleri dâhil tüm değerlerini bir tarafa ittirir; midem bulanıyor gibi mazeretleri bir tarafa bıraktırır. Çocukluğumda, annem açlığın perişan edici etkisini yaşadığı kıtlıklardan ve dinlediği seferberlik anlatılarından bildiği için, fırtınalı karlı soğuk kış gecelerinde hep; “Allah kimseyi aç ve açıkta bırakmasın!” dileğinde bulunurdu.
Ben, 1982-1984 yıllarında, 5 No’lu Diyarbakır Cezaevi’nde kaldığım dönemde açlığın nasıl bir şey olduğunu ve açlığın insanlara neler yaptırdığını bizatihi orada yaşayarak gördüm; insan aklının almayacağı birçok şeye şahit oldum.
Demem o ki, zaruret olduğunda, ihtiyaç olduğunda dini ve sosyal çevrenin değer yargıları bir tarafa konulabiliyor. En önemlisi ya da daha vahim olanı günümüzde tüm değerlerin paraya endekslenmiş olması ve vicdanların paranın kirine yenik düşmesinden dolayı at, eşek ve domuz etinden yapılan sucuk, pastırma, sosis ve salamların standartlara uygun ticari ürünlerin yanında çok rahatlıkla marketlerde raflarda yerlerini almış olmasıdır. Vatandaş, devlete mi firmalara mı güvenecek, satın aldığı ürünün içinde ne var nasıl bilecek?
Aslında göz, etin ne eti olduğunu görmese; kulak, kesilen hayvanın ismini duymasa mide rahatlıkla yenilen şeyi kabul eder. Ama göz hayvanı görürse, kulak hayvanın ismini duyarsa mide kabul etse bile beyin kabul etmez. Sorun midede değil, sorun beyinde saklı. Örneğin domuz etini insanevladı et yemeye başladığı günden beri yemekteydi. Çayönü/ Qoté Ber Çem (Ergani-Diyarbakır) kazılarından bunu biliyoruz. Erganililer de, et yemeye başladıkları günden ta Müslüman oluncaya kadar domuz etini afiyetle yiyorlar(dı). Ama Müslümanlığı kabul edince, binlerce yıldır afiyetle yenilen domuz eti birden haram oluverdi. Sadece eti haram olmakla kalmadı, domuzun kendisi de “pis hayvan” oldu. (Bkz. M. Üzülmez, On Bin Yıllık Tarihin Tanığı HİLAR, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2009 İstanbul, s.49-50)
Kısacası, ekmek/yemek her şeyin başıdır. Aç insan ne sevebilir, ne düşünebilir, ne üretebilir, ne başkalarına yardımı olabilir; ne “namuslu” olabiliri ve ne de “dini vecibeleri” yerine getirebilir? Bu nedenledir ki EKMEK bütün dinlerce kutsal sayılmıştır.
Kutsallıktan söz etmişken dört kutsal kitaptan biri olarak kabul edilen İncili Şerif’ten konuyla alakalı bir alıntı paylaşmak istiyorum:
“Ve İsa halkı yanına çağırıp onlara dedi: Dinleyin ve anlayın; ağza giren insanı kirletmez; fakat ağızdan çıkan şeydir ki, insanı kirletir.”(Matta’ya Göre İncil, Bap 15/10, s. 17)
İsa’nın bu söyledikleriyle ilgili sizlerin ne düşündüğünüzü bilmiyorum?
Ben, ağızlarından çıkan sözlerle her gün her saat hem kendilerini hem toplumu kirletenleri ekranlarda gördükçe, İsa’nın söylediklerinin doğruluğu her gün daha da pekişiyor diye düşünüyorum.
8 Nisan 2018 tarihinde ve sonrasında;
http://www.gaphaberleri.com/kose-yazisi/457/agza-giren-insani-kirletmez-agizdan-cikan-kirletir.html
http://www.ruhanews.com/kose-yazisi/266/agza-giren-insani-kirletmez-agizdan-cikan-kirletir.html
http://avrupaforum.org/agza-giren-insani-kirletmez-agizdan-cikan-kirletir-muslum-uzulmez/
http://www.tigrishaber.com/agza-giren-insani-kirletmez-agizdan-cikan-kirletir-2777yy.htm