unutma arzusuyla tarihi hafızadan silemeyiz:
güllük’te açmış sarı güllerin narin yapraklarına
ve venk kayalarında öten bülbüllerin kurşunî kanatlarına
sabah güneş ışıklarını vurduğunda her yirmi dört nisan’da
makam dağı’nın kabuk bağlayan yüz yıllık yarası tazelenir.
çok farklı, tuhaf duygular içindeyim:
vicdani yükümün ağırlığı altında, bir başıma
iki bin on beşin eylül sıcağında elimde fotoğraf makinası
genç bir kadının güzel göğsü gibi iki tepeli dağın yamacında
eski zaman tanığı harabeleri, mezarlıkları geziyorum:
ölümün geçmişteki kanlı yüzünü
kanayan yaranın tarihi ağırlığını
ermeni mal mülkiyle kirlenmiş vicdanları
ve tehcir kokan badem ağaçlarını, ardıç ve meşeleri görüyorum.
taş, diken ve yaban otlarıyla kaplı hüzünlü harabelerde
kayalıklardan esen yelle geçmişin puslu derinliğinden gelen:
“bedenlerimiz gitti ama ruhlarımız burada” haykırışlarını duyuyorum.
geziyorum, başı tanrılara yükselen dağın yamacında
duvar diplerinde akreplerin pusuda yattığı harabelerde
ve her şeyi gören ve bilen kartal yuvası kayalarda
yüzyıl öncesi yok edilen insanların ve tarihin izini sürüyorum:
günahı boynuma nebbaş çok, geçmişi hatırlatacak hiçbir şey yok;
kasaba viran, toprak yanık, otlar diken, taşlar keskin, dağ sessiz
tarihî ergani sanki tanrıların gazabına uğramış günahlarından dolayı.
5 Ekim 2015/ Ergani