Bir COVID-19 virüsü çıktı dünyanın feleği şaştı. Peki, bir toplumun tüm fertleri bir gün bir salgın hastalık yüzünden birer birer kör olmaya başlarsa ne olur, nasıl bir yaşamla karşı karşıya kalınır?
Bu ve benzeri ürkütücü sorulara verilecek yanıtları ve daha fazlasını KÖRLÜK(*) romanını okuduğumuzda bulabiliriz.
Romanı José Saramago kaleme almış. Saramago, 1922-2010 tarihleri arasında yaşamış Portekizli bir yazar. Din konusunda görüşleri ülkesinde sansürlenince Kanarya adalarına yerleşip yaşamaya başlamış. 1969’dan ölümüne kadar Portekiz Komünist Partisi’nin üyesi olmuştur. 1998 Nobel Edebiyat Ödülü’nü almış olan yazar çok önemli eserlere imza atmıştır. Bu eserlerden en etkileyici olanı 1995 yılında yazdığı KÖRLÜK romanıdır. Roman, 2008 yılında Blindness ismiyle sinemaya da uyarlanmış ve 2008 Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olarak seçilmiştir (Film internet ortamında izlenebilir). Yazar sonradan KÖRLÜK romanının devamı diyebileceğimiz GÖRMEK isimli romanı yazmıştır.
Saramago, romanda kendisi anlatıcı olduğundan bazen ara yere girerek gerçekle gerçek dışını, hayal ve alegoriyi harmanlayıp sözcüklerin ve insan davranışlarının zıddıyla birlikte diyalektik sentezini metaforlar ve insana dair müthiş bir gözlemle anlatarak bizleri düşünsel anlamda düşünmeye davet etmekle kalmayıp ödev olarak önümüze de koymaktadır. Sanki bütün hünerini bu eserinde toplamış yazar. Anlatılanlar çok rahatsız edici. 1982-1984 yılları arasında İstanbul Gayrettepe ve Diyarbakır Kurtoğlu Kışlası’nda gözaltında aylarca kan, irin, gözyaşı ve kirin tüm dokularına sindiği birer mikrop yuvası olan göz bağcığı denilen bez parçasıyla gözlerimin bağlı, bütün bedenimin kirler içinde, acımasız bitlerin kanımı emdiği o azap günlerini ve Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevinde açlığı, susuzluğu, boklu hücreleri, işkenceleri yaşayan biri olmama rağmen romanı okurken bazen zorlandım ve bir tuhaf oldum.
Zaten hayatta hep tuhaflıklar olmaktadır. Romanın anlatımında da bu tuhaflıkların izlerini görmekteyiz. Kentte her şey normal akışında devam ederken inanılmaz bir şey olur. Kentte kırmızı trafik ışığını bekleyen bir taksinin sürücüsü hiçbir ön belirti göstermeden birden her şeyi bembeyaz görmeye başlar. Yoğun bir beyazlık tamamen gözlerini kaplar. Nesneleri, şekilleri, renkleri hiçbir şeyi göremez olur. “Kör oldum” diye derdini anlatmaya çalışır. Sonrasında bu sinsi beyaz körlük salgını tüm insanlara musallat olur ve geometrik bir artışla kente yayılır. Her gören göz görmeyen göze baktığında virüs bulaşır, aynı gün kör olur.
Devlet, körlerin bir kısmını eski bir tımarhane binasında toplayıp karantinaya alır. Toplumdan tecrit eder. Yeraltı/karanlıklar dünyasının kapısını, yani cehennem kapısını yer altı tanrısı olarak bilinen Hades ve ona bekçilik eden üç başlı köpeği Kerberos (Zebani de diye biliriz) bekler ya, körlerin toplandığı toplama kampından çıkış ya da kaçışları önlemek için de “güvenlikçiler” çevresinde nöbet tutar. Körlerin toplandığı bu cehennemin girişi vardır ama çıkışı yoktur. Sadece belli aralıklarla yapılan anonslarla kurallara uyulması, uyulmaması durumunda ise cezalandırılacakları hatırlatılır.
Tecrit, kural ve cezalar pek bir işe yaramaz, beyaz felaket tüm hızıyla yayılmaya devam eder. Kent, körler kenti olur. Devletin, ordu ve polis teşkilatının, hastanelerin, kilisenin, Kızılhaç’ın, belediyenin, yardım kuruluşlarının çaresiz kalmasını bir tarafa bırakalım, bunlar ve benzeri kurumlar paramparça olur. Arabalar, metrolar, uçaklar oldukları yerde hareketsiz kalır ve tümü metal yığınına dönüşür. Fabrikalar, bankalar, süpermarketler, lokantalar, bakkallar bir bir kapanır ve ardından da körler tarafından talan edilir. Artık ne elektrik vardır, ne de su ve metan/bütan gazı. Her yer pislik içindedir. Çöp ve atıklar, dışkı ve leşler adım attırmaz körlere, her tarafa iğrenç kötü kokularını yayar. Kaos hüküm sürer. Aileler dağılır. Herkes kendi başının çaresine bakmaya çalışır. Açlık ve hayatta kalma güdüsü vahşi bir kısır döngüye dönüşür. En büyük acıyı da kadınlar çeker.
Yer ve zaman insanın gerçekliğini oluşturur. Beyaz felaket sonucu herkesin kör olduğu bir yerde bundan sonra zaman ve mekân nasıl belirlenecek? Mideler nasıl doyacak? Bedenler nasıl örtünecek? İnsanlar neyle, nasıl temizlenecek?
Hiçbir şey gerçekler kadar acı değildir. İnsan insanın kurdu olur. İnsanların gözleri görürken yaratmış olduğu aile, namus, vicdan, merhamet, hürmet, yardımlaşma, paylaşım gibi tüm değerler körlükle birlikte yok olur. Bu umutsuz koşullarda insana dair son umut kırıntısını beyaz körlüğe yakalanmayan bir kadın üstlenir. Körlüğe, körlüğün yarattığı sorunlara ve kötü körlere karşı çevresine topladığı bir avuç gönüllüyü, daha doğrusu birlikte olmak zorunda kalmış olduğu körleri örgütleyerek muazzam bir dayanışma ve direniş örneği sergilenir.
Dayanışma ve örgütlenme hep birlikte hayatta kalmanın bir yolunu bulmak, adım adım hayatı yeniden örerek insanca yaşanacak günlere daha fazla yaklaşmak içindir.
***
Bir toplumda bakıp da görmeyenlerin, duyup da işitmeyenlerin sayısal çokluğu artış gösterdiğinde karanlık (otoriter rejimler) hüküm sürer. Karanlık aynı zamanda yer altını/kara toprağı, yani ölümü işaret eder.
Nereye gittiğimizi bilmememiz için kör olmaya gerek yok.
(*) José Saramago, KÖRLÜK, Çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2017, İstanbul, 331 sayfa.
Not: Bir süreliğine yazılarıma ara vereceğim. Tüm okuyucularımın ve güzel insanların Kurban Bayramını kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim. Yeniden buluşmak üzere hoşça kalın. Saygılarımla…
29 Temmuz 2020 tarihinde:
https://www.tigrishaber.com/hicbir-sey-gercekler-kadar-aci-degildir-4225yy.htm
http://www.ruhanews.com/kose-yazisi/485/hicbir-sey-gercekler-kadar-aci-degildir.html
https://www.gaphaberleri.com/kose-yazisi/719/hicbir-sey-gercekler-kadar-aci-degildir.html
https://www.erganihaber.net/kose-yazisi/1378/hicbir-sey-gercekler-kadar-aci-degildir.html
https://www.3uncugoz.com/hicbir-sey-gercekler-kadar-aci-degildir/