Vazgeçmez huylu huyundan. Emekli olalı neredeyse on yıl oldu, ama yine de her sabah saat 7’de kalkar ve pencereden, olmadı balkondan etrafı seyrederim.
O gün, Ağustos sıcağı hakkını verircesine iyice bastırdığından, gece doğru dürüst uyuyamadan erkenden uyandım. Balkona çıkıp denizden esen gönül rahatlatıcı meltemin temiz havasını ciğerlerime çektim: Görünüm çok güzel, deniz mavi bir çarşaf gibiydi. Mayomu giyip havlumu alarak 15 dakikalık yürüyüş mesafesindeki kumsala indim.
Sabah çok erken olduğu için kumsalda kimse yoktu. Oturdum, denizin sesini dinlemeye ve huzur verici maviliğini seyretmeye başladım. Yaklaşık yarım saat sonra 1.90 boylarında, atletik yapılı 90 kilolarında, pos bıyıklı, saçları tepeden ve önden dökülmüş kalanı 2 numara kesilmiş 65 yaşın üzerinde daha önce hiç görmediğim biri gelip önümde durdu. Selam verip, “Günaydın,” dedi. Selamına ve günaydınına karşılık verdim.
“Deniz çok güzel, harika değil mi?”
“Evet, çok güzel.”
“Nerelisiniz, sorabilir miyim?”
“Diyarbakırlıyım.”
“Ahmed Arif’i bilir misin?”
“Eh, biraz bilirim.”
Sanki işaret sinyalini almış gibi Ahmed Arif’in “Adiloş Bebem” şiirini okumaya başladı birden. Öyle bir güzel okudu ki, tüylerim diken diken oldu. Şiiri tüm bedeniyle okudu: Duygulu ve içten. Şiir okumayı bitirince; “Yine sinirlenmeye başladım,” deyip kumsaldaki yürüyüşüne kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kıyı boyunca kumsalda üç beş tur attıktan sonra gözden kayboldu.
İkinci gün yine erken kalkıp denize gittim. Kuvvetli rüzgâr vardı, deniz beyaz köpüklerini kabarta kabarta dalgalarıyla kıyıyı inciterek okşuyordu. Denize girip girmemede tereddüt ederek kıyıda bir iğde ağacının altında gölgede bir taşın üstünde oturdum. Muazzam enginliğin oluşturduğu fonda mavinin dalgalı serinliği ve iğde dallarının salınışının güzelliğinde istem dışı anılar yolculuğuna çıktım. Ben anılar yolculuğundayken şiir okuyan adam yine geldi tam karşımda durdu; “Günaydın,” dedi. “Günaydın arkadaşım,” dedim ve ardından da “Nasılsınız, iyi misininiz,” diye ekleyerek hatırını sordum. Gözlerimin içine baktı, yılların kahrını çekmiş birinin ah çekişiyle; “Bizler kaybedenleriz, nasıl iyi olabiliriz ki?” dedi.
“Yenilgiyi düşünce ve duygunun merkezine koymamalıyız. Nazım Hikmet, ‘Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’ der. Bu, bir yaşam kılavuzu olmalı bizler için” deyince,
Gözleri parladı, tatlı bir bakışla Nazım’ın “Akrep Gibisin Kardeşim” şiirini okumaya başladı. O anda sanki karşımda hemşerim ve yoldaşım Hüsnü Güzel dikilmiş şiir okuyordu duygusuna kapıldım: Bu kadar mı benzerlikleri olur şiir okumada ve boy-pos’ da. Bitirince, “İster misin bir tane daha, ama Hasan Hüseyin’den,” demez mi? Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Şiir seven biri olarak; “Çok sevinirim, lütfen,” dedim. Sağ olsun, sabahın o güzelim sessizliği ve serinliğinde harika bir şiir ziyafeti çekti bana, deniz kıyısında şiir dinlemenin keyfini yaşattı. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in sonbaharda ağaçlardan dökülen sarı yaprakların havada salınışları gibi hüzünlendirici “Akarsuya Bırakılan Mektup” şiirinin buruk dizelerindeki sözcükler ağzından tane tane dökülerek ahenk içerisinde bir akarsuyun nazlı akışı gibi aktıkça aktı:
“incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu”
Dizeleriyle başlayan bu çok sevdiğim şiiri bitirince, daha teşekkür etmeme fırsat bırakmadan, “Yine çok hüzünlendim,” deyip alıp başını gitti.
Üçüncü gün sabah erkenden yine aynı iğde ağacının gölgesinde oturup “acaba bugün de gelir mi” diye şiir okuyan garip adamı beklemeye başladım. Çok sürmedi, geldi. “Günaydın,” dedi ve ardından da, “Sana her gün bir şiir okuyabilirim,” dedi. Çok sevindim. “Bugün bana ne okuyacaksın,” diye sorunca, hiçbir açıklama yapmadan, deniz kenarında varoluşumuza tezat oluştururcasına çok şey görmüş ve yaşamış dost dağların derdini ve isyanını dillendirip kartal bakışlarıyla şahlandırdı: “Bu dağ Mengene dağıdır/ Tanyeri atanda Van’da/ Bu dağ Nemrut yavrusudur/ Tanyeri atanda Nemruda karşı/ Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur/ Bir yanın seccade Acem mülküdür” dizeleriyle başlayan Ahmed Arif’in “Otuz Üç Kurşun” şiirini okumaya başladı. Okudukça gerildi, gerildikçe tüm bedeni kızardı, az olan başındaki saçlar ve bedenindeki kıllar dikleştikçe dikleşti. Şiiri bitince durdu, çok derin bir nefes aldı, sonra soluk soluğa şairin ve şiirin ismini tane tane anlatmaya başladı. Ben de sanki bilmiyormuşum gibi açıklamasını ilgiyle dinledim. Karşımda durmasını fırsat bilip; “Arkadaşım üç gündür bana şiir okuyorsun, ama ne ben sizin isminizi biliyorum ne de siz benim ismimi biliyorsunuz, tanışalım,” dedim ve ayağı kalktım. “Tanışınca ne olacak? Benim için ismin, cinsiyetin, dinin, ırkın önemi yok. Ben sosyalistim,” deyip arkasına bakmadan yürüyüp gitti. Bir daha kendisini görmedim. Bana her gün bir şiir okuyacağını söyleyen bu adam kimdi ve neden bana üç sabah üst üste şiir okudu, bilmiyorum. Şiirler okunmayınca deniz kıyısında dağlardan esen sabah esintisi şiirsiz kaldı.
20.08.2020, Ayvalık
Kaynak: Berfin Bahar Aylık Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 273 / Kasım 2020
13 Kasım 2020 tarihinde:
https://www.3uncugoz.com/siir-okuyan-garip-bir-adam/
https://www.gaphaberleri.com/kose-yazisi/761/siir-okuyan-garip-bir-adam.html
https://www.ruhanews.com/kose-yazisi/524/siir-okuyan-garip-bir-adam.html
https://www.erganihaber.net/kose-yazisi/1384/siir-okuyan-garip-bir-adam.html