Yanlış Hesap Davos’tan Döndü Gibi

okuma süresi: 8 dk.

1960’lı yıllarda Abdullah dedemin 50’ye yakın koyunu vardı. Bir yaz gecesi kurtlar hewş dediğimiz çitle çevrili alanda bulunan koyunlara saldırdı. Evin çoban köpeği korkusundan sesini çıkartmadığı gibi sıvışıp kaçtı. Kurtlar bir değil çok sayıda koyunu gırtlaklarından, nefes borularından ısırarak, sadece ihtiyacı olabilecek bir iki tanesini değil, doğaları gereği ihtiyaçlarından daha fazlasını, 6-7 tanesini parçalamışlardı. Farkına vardığımızda iş işten geçmişti; dedem koyunları parçalayan kurtlardan çok, köpeğin ses çıkarmama hainliğine kızmıştı o zaman.

Kapitalizm eşitsizlikten beslenerek gelişir. Serbest piyasa dediğimiz şey, eşitsiz gelişimde kurtlar saldırısıdır. Çok uluslu şirketler ve onların taşeronları tıpkı aç kurt misali, kimsenin gözünün yaşına bakmadan, acımadan her şeye saldırır. Kurtlukta düşeni yemek kanun olduğundan, kurt düşmemeye dikkat ederek saldırır. İhtiyaçlarından ya da piyasa kuralları gereği olarak değil, dedemin koyunlarına saldıran aç kurtlar gibi, doyumsuz bir iştahla doğalarında var olan saldırma güdüsüyle saldırır, hem de küresel boyutta.

Günümüzde serbest piyasa kurtları saldırılarında “bana bana bana” amentüsüne sarılıp her şeyi kendilerine istiyorlar. Kalkınmadır, verimliliktir, refahtır bunlar makyaj, bütün dertleri “amansız hırs”la paranın geometrik artışını sağlayıp zenginliğin çok küçük bir azınlığın elinde toplanmasına ve zenginin daha zengin olmasına çalışıyorlar; her şeyde ve her yerde tam hâkimiyet istiyorlar. Hani bir zamanlar Ajda Pekkan’ın bir şarkısında söylediği gibi “para para para” nakaratını tekrarlayıp riyakârlıkla ellerindeki enformasyon ve iletişim kanalları marifetiyle ve şeytani hilelerle renkli vaatler sunuyorlarmış kanısını oluşturarak paranın padişahları olmak istiyorlar. (Paranın padişahlığının olduğu yerde demokrasinin adı olur, kendisi olmaz!)

George Orwell bu para hırslı gidişatı 1936’da yazdığı bir romanında ironik bir şekilde anlatır. Bırak Aspidistra Yaprakları Uçuşsun isimli romanın kahramanı Gordon Comstock, ilke olarak paradan ve maddecilikten vazgeçmeye karar verir ve sonra hayatı alçaltıcı, tiksindirici ve boğucu bulur. Yaşadığı olaylar ona yoksulların hiçbir biçimde kutsanmış olmadığını gösterir. Sonunda zambak türü bir salon süs bitkisi olan aspidistrayla simgeleştirilen burjuva değerine dönme noktasına varır. Gordon Comstock, Kitabı Mukaddes’ten  bazı insanların nikâh törenlerinde okuduğu bir bölümü, zamanın ruhuna yakışacak bir şekilde, I. Korinthoslular’da var olan bir parçadaki “Sevgi” sözcüğünün yerine “Para”yı koyarak meramını, kendi kutsalını anlatır:

“Ne kadar insanların ve meleklerin diliyle konuşsam da, param olmadı mı, öten bir boruya ya da çınlayan bir zile dönüşürüm. Ve ne kadar kehanet hünerine sahip olsam ve bütün gizemler ile bütün bilgileri kavrasam ve de dağları dümdüz edecek kadar tam bir inanç taşısam da, her üçünde karar kılmış durumdayım, ama bunların en yücesi paradır.” (Aktaran: Charles Handy, Ruhun Arayışı, Boyner Holding Yayınları, Çev. Nurettin Elhüseyni, 1998, İstanbul, s.24-25.)

1936’da kutsalların eğer “en yücesi para” ise, günümüz serbest piyasa döneminde kutsallığın “en yücesi” acaba nedir?

Louis-Ferdinand Céline, Gecenin Sonuna Yolculuk romanında bu soruyu kısmen yanıtlar: Para, “yani Dolar, gerçek bir Kutsal-Ruh, kandan bile daha değerli(dir)” der. (Yapı Kredi Yayınları, s.220.)

Zamanında, paranın değeri ile paranın miktarı arasındaki ilişkiden hareket ederek Para Talebi Teorisi’nin geliştiricisi ve kapitalizmin savunucusu olan John Maynard Keynes (d. 1883-ö. 1946) geleceği önceden görme becerisinden olacak ki, istemeyerek de olsa bir uyarıda bulunur:

“Modern kapitalizm mutlak biçimde dinsizdir, içsel birlikten yoksundur, kamu ruhu pek yoktur; her zaman olmazsa bile çoğu zaman mülk sahiplerinin ve mülk peşinde koşanların basit yığışımlarından ibarettir. Böyle bir sistemin ayakta durması için son derece başarılı olması gerekir.” (Charles Handy, s.42.)

Evet, sistem başarılı oldu ve hâlâ ayakta. Ama ne pahasına?

Dünya genelinde uluslar üstünde gezinerek tüm insanlığa ait olan yer altı ve yer üstü zenginliklerini kendi ülkelerine/şirketlerine taşıma, köle ticareti ve emek sömürüsünü acımasızca sürdürme, hak ve özgürlük isteyenleri fiziksel olarak yok etme ya da baskı ve işkenceyle susturma, faaliyet gösterdikleri ulus-devletlerin çoğu yöneticilerine yüzdeler vererek dedemin çoban köpeği gibi ulus ötesi şirketler karşısında sessiz kalmalarını sağlama pahasına sistem başarılı olup ayakta kalabildi: Yaşıyor ve sermaye de “tekel”lerde toplandı. Yetmezmiş gibi, tekellere yasalar üstü dokunulmazlık kazandırıldı.

Bunların “Kendi yatırımcıları dışında hiç kimseye hesap vermeleri söz konusu değildir.” (Charles Handy, s.89.)

Gelir eşitsizliğinin artışıyla doğru orantılı olarak aşırı zenginlerin yasama ve devlet kurumları üzerindeki baskı ve denetimi kesintisiz artmaktadır. Dillerinden düşürmedikleri “herkese özgürlük” onlar için yalnız bazılarına sınırsız zenginlik demektir. İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın gelir adaletsizliğine ilişkin raporu, gelinen insanlık dışı ahlaksız bu durumu çok çarpıcı verilerle ortaya koymaktadır. Rapora göre dünyanın en zenginlerini oluşturan yüzde 1’lik kesimin serveti, 6,9 milyar insanın (neredeyse geriye kalan herkes) servetinin iki katından fazlasına denk düşüyor. (Haber ajansları, 20 Ocak 2020) Yine İngiltere merkezli Hıristiyan Yardım adlı kurumun verilerine göre; “en tepedeki on süpermarket zincirinin yıllık cirosu dünyadaki en yoksul 35 ülkenin gelirine denktir.” Daha can sıkıcı ve düşündürücü olanı ise; “ABD merkezli bir aile şirketi olan Cargill’in sadece kahveden elde ettiği ciro, kahve çekirdeklerini satın aldığı Afrika ülkelerinin tümünün GSMH’sindan daha büyük” oluşudur. (Charles Handy, s.89, 188.)

Burada sormamız gerekmez mi: Ahlak, Vicdan, Merhamet ve Adalet bunun neresinde? Kalkınma, Verimlilik, Refah denilen şey bu mudur?

Dünya nimetlerinin bu şekildeki bir paylaşımı adalete, barışa, insanların esenliğine acaba nasıl bir katkı sağlayacaktır?

Evet, doğru. Kentleştik, yani medenileştik; dijital cihazları çok kullanır olduk, eğitim düzeyimiz yükseldi, sürü anlayışından kısmen kurtulup birey olduk, ama gelir dağılımındaki adaletsizlik, işsizlik, göç, yoksulluk, açlık, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, ırkçılık, azınlıkların baskıya maruz kalması, asayiş, uyuşturucu kullanımı, öfke, şiddet, eğitim, sağlık, çevre, güvenlik, yerel savaşlar, terör vb. sorunlar sürekli katlanarak arttı/artıyor ve altta kalan nasipsiz yoksul ve mazlumların da canı çıkıyor.

1789 Fransız Devrimi’nin Liberté, Égalité, Fraternité; yani “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” anlamına gelen özdeyişi tarihin çöplüğüne mi atıldı? Atıldıysa şayet, o zaman bazı şeyleri yeniden düşünmek için Robert Darnton’un kaleme aldığı Fransız Devrimi’nde Devrimci Olan Neydi? kitabını bulup okumada fayda vardır. (zoomkitap, Çev. Utku Özmakas, 2020, İstanbul)

İnsanların yaptıklarına ruhlarındaki duygular yön ve biçim verir. Küreselleşme, neo-liberalizm, serbest piyasa insanların ruhunu öldürdü. Duygu yoksunu olduk. Usta işi bir pazarlama sonucu bireyler ve aileler arasındaki bağlar gevşeyip her şey çıkara endekslendi. Güven ve dostluk kuş olup uçtu. Bireyin yerini bireycilik aldı. İnsanî ilişkiler azaldıkça azaldı. Aşk, sevgi, şefkat, merhamet, fedakârlık, cömertlik, duygudaşlık, gönül yüceliği buharlaştı. Paraya/Dolara tapma, otoriteye itaat, adam kayırma, çelme takma, rüşvet, torpil, cinlik, yozluk, kıskançlık yaşantımızın parçası oldu. Günümüzde büyük bir çoğunluk mutsuz, gelecek endişe ve korkusunu yaşıyor. Yolda giden insanlara bir bakın, yüzleri gülüyor mu? Kaşlar çatık, sinirli ve kavga çıkarmaya bahane arar bir halleri var sanki. Sokaklarda hayatî ya da çok aceleleri varmış gibi hızlı hızlı, telaşla yürüyorlar. Leblebi gibi antidepresan kullanılıyor. İnsanların ekonomik gelirleri göreceli olarak artmış olabilir, ama mutlular mı? Kendilerine, ailelerine, akrabalarına, arkadaşlarına zaman ayırabiliyorlar mı? Para önemli, tamam, ama her şey para mıdır?

Bizler (68 ve 78 kuşağı) geçmişte güzel şeyler için, dünyayı değiştirmek için hilafsız hevesle çalıştık, ama doğru örgütlenme veya doğru reçeteyi sunamayışımızdan ya da koşulların uygun olmayışından dolayı bu kötü gidişatı önleyemedik. Bu konuda suçluyuz, tarih zaten bu nedenle bizi cezalandırdı. Yunanlı film yönetmeni Theodoros Angelopoulos kendisiyle ilgili derlenen Theo Angelepoulos isimli kitapta bu hazin durumu çok güzel anlatır: “Çok eski olmayan bir zamanda, dünya tarihi arzuya dayanıyordu: dünyayı şöyle ya da böyle değiştirme arzusuna. Şimdi, hazin bir yüzyılın sonuna geldiğimizde bu arzuların gerçekleşmediğini görüyoruz. Tarih şimdi suskun. Sessizlik içinde yaşamak çok güç olduğundan, hepimiz cevapları kendi içimizde arıyoruz.” (Dan Fainaru, Agora Kitaplığı, Çev. Mehmet Harmancı, 2006, İstanbul.)

***

Acımasız bu sitemin böyle sürüp gitmeyeceği, anamın deyişiyle yaşayan çocuğun bokundan belli oluşu gibi belliydi.

Sistem küresel ölçekte, Covid-19 virüsüyle birlikte dökülmeye başladı, hatta çöktü diyebiliriz. Hep birlikte bunu görüyor ve yaşıyoruz.

Kapitalizmin peygamberi Adam Smith (d. 1723-ö.1790) yıllar önce, “Sağlık hizmetleri, piyasaya bırakılmayacak denli kritik önemdedir” demesine karşın, onun ahlaki vaazları bir tarafa konularak dünyada her şeyi -hemen hemen her şeyi- serbest piyasa belirler oldu.

Bilim insanları, aydınlar, politikacılar, duyarlı insanlar yıllardır serbest piyasanın kurt kapanı olduğunu, neo-liberal politikaların çıkmaz yol ve yıkım getireceğini söyleyip durdu, ama serbest piyasa kurtları ve onların yandaşları bu uyarılara kulaklarını tıkadı. Gidişat aşikâr olunca da “Tepe”lerden açıklamalar gelmeye başladı. TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski, Yüksek İstişare Konseyi’nde yaptığı konuşmada Covid-19 salgınının ülkelere, bireylere büyük zarar verdiğini, gelir dağılımı uçurumunu derinleştirdiğini, eşitsizlik ve yoksullukta patlama yaşandığını belirterek; “Dünya Ekonomik Forumu’nun Başkanı Klaus Schwap, neo-liberal anlayışın bırakılması gerektiğini, artık farklı bir küreselleşme modelinin gerektiğini yazdı” bilgisini paylaştı. (Haber ajansları/3 Aralık 2020)

Bu açıklamayla yeni gidişatın yönünün farklı olacağının sinyali verilmiş oldu.

Yani, yanlış hesap Davos’tan döndü gibi.

15 Aralık 2020 tarihinde ve sonrasında:

https://www.tigrishaber.com/yanlis-hesap-davostan-dondu-gibi-1-4512yy.htm
https://www.tigrishaber.com/yanlis-hesap-davostan-dondu-gibi-2-4539yy.htm
https://www.ruhanews.com/kose-yazisi/537/yanlis-hesap-davostan-dondu-gibi.html
https://www.gaphaberleri.com/kose-yazisi/775/yanlis-hesap-davostan-dondu-gibi.html
https://www.erganihaber.net/kose-yazisi/1388/yanlis-hesap-davostan-dondu-gibi.html
https://www.3uncugoz.com/yanlis-hesap-davostan-dondu-gibi/

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.