//

Sezai Karakoç ve Çayönü Kazıları

Sezai Karakoç 16 Kasım 2021 tarihinde 88 yaşında yaşama veda etti. Düşüncelerine katılan biri değilim, ama şiire katkısı ve ilkeli duruşu nedeniyle kendisini saygı ve sevgiyle anıyorum. Anısına hürmetle 25 Kasım 2005 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayınlanan “Sezai Karakoç ve Çayönü Kazıları” başlıklı yazımı paylaşmak istiyorum.

okuma süresi: 4 dk.

Sezai Karakoç, Erganili olup tanınan, bilinen bir şairimiz ve düşünce insanımızdır. Erganililer olarak kendisiyle her zaman övünüyoruz, ama O’nda düşünce olarak, kendi ulus ve dini inancının dışındaki tüm uluslara, tüm dini inanç ve düşünce sahiplerine ya da başka bir ifadeyle kendisinden olmayan herkese tam bir güvensizlik söz konusudur. O, düşünce ve geleceğinden, kendinden kuşku duymakta ve korkunç bir tedirginlik yaşanmaktadır.

Bu tedirginliğin sonucu olarak tüm arkeolojik kazı ve çalışmalara karşıdır (ve Osmanlı hayranıdır). Örneğin, Çıkış Yolu adlı eserinde, bu korku ve özlemini feryat halinde haykırmaktadır:

Toprak ayağımızın altından kayıyor. Bundan haberiniz olsun, toprak ayağımızın altından kayıyor. Çünkü: bu toprağın bir anlamı var. Siz bu anlamı vermeseniz bu toprağa, bu toprak, islâm toprağı, Selçukluların toprağı, Osmanlıların toprağı, siz onun anlamını kaybedersiniz, o toprak da sizi terkeder. Ayağınızın altından çekilir gider. Birileri de zâten çekiyorlar ayaklarımızın altından.

Nasıl çekiyorlar? Hatta, öncelikle, âdeta maddî olarak çekiyorlar. Yerin altındaki eski medeniyet kalıntıları, diye bize çıkartıyorlar onları. Yerin altından çıkan o medeniyet kalıntıları, bizim için mezar olacaktır. Eğer uyanmasak, eğer dirilmesek, o mezarımızdır. Yerin altından çıkardığımız lahitler sizin mezarınız olacaktır. Çıkartmayalım mı? Çıkartmak zorundasın. Çünkü: öylesine bir telkin altına alınmışsın ki, o kadar büyük bir baskı, manevi baskı altındasın ki, çıkartacaksın onu. O halde, çözüm? Çözüm var. Çözüm şudur: Yahya Kemal demişti ki: “alt altta, üst üstte.” Yani alttakileri hiç çıkartmayalım, kalsın. Biz, alttaki medeniyeti altta bırakıp, onun üstünde olan bizim medeniyetimizi, Osmanlı Medeniyeti’ni üstte yaşatalım.” (Çıkış Yolu, Diriliş Yayınları, s. 136-137)

Ben, S. Karakoç ağabeyimize bir şey diyemiyorum. Çünkü O’nun yazılarında, bu dünya ve bu dünyadaki maddi şeyler hakkında ve günümüze ait hiçbir şey bulamazsınız ya da bana öyle geliyor. Yazı ve şiirleri hep eskiye, geçmişe ve fizik ötesine, metafizik âleme ilişkindir. Yaşadığımız dünyayla sanki alakası yokmuş gibi…

O, fizik ötesine kilitlenmiştir. “Vahiy Uygarlığı, onun yaşayacağı tek zaman ve tek tarih gerçekleşimi“dir.

O, dirilişi kafaya takmıştır: “Diriliş insanı, Diriliş toplumu ve Diriliş Devleti, onun ocağı ve oymağı; öz yurdu“dur.

O, “bu yurdu buluncaya, öz yurduna kavuşuncaya kadar kendini taştan taşa vuracak olan bir sürgün, bir gurbet damlasıdır. Bir hicret hücresi“dir.

Bizler ayrı dünyaların insanlarıyız. Hani ne derler, “yiğidi öldür ama hakkını yeme“; O, gerçekten iyi bir şairdir. Yazan ve düşünen bir insandır. “Doğrular hiç kimsenin tekelinde değil” düşüncesinden hareketle, bize düşen görev: Yazana, düşünene ve üretene saygılı olmaktır. Ben kendim, elimden geldiğince her zaman mal üreten, hizmet üreten ve özelliklede bilgi ve düşünce üretenlere, değer yaratanlara hep saygılı olmuşumdur, olmaya da çalışıyorum. Yazar ve şairlere ise, saygım daha bir başkadır. Düşüncelerimiz farklı olsa da; hem Erganili bir hemşerim olması ve hem de sürekli gazetelerde, dergilerde yazılar yazan, kitaplar çıkaran, güzel şiirler yazan; bir yazar, düşünür, şair olması nedeniyle Sezai Karakoç’a saygı duymuşumdur. Dediğim gibi, düşüncelerine katılmadığım halde, görüş ve düşüncelerini yılmadan, yalpalamadan, sabırla savunduğu için, mala-mülke, paraya-pula değer vermeden ve de bunların kendisini değiştirmesine fırsat verdirmeyerek hep olduğu gibi kaldığı için, korkusuzca düşüncelerini, fikirlerini kitaplaştırarak gelecek nesillere bıraktığı için kendisini kutluyorum.

Ama bazı şeyleri de, söylemek zorundayım. Anadolu ki; medeniyetlere hem beşik ve hem mezar olmuş bir coğrafyadır. Hitit, Sümer, Med, Asur, Ermeni, Kürt, Arap, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve daha birçok medeniyet Anadolu’da hayat bulmuştur ve birçoğu da yok olmuştur. Toprağın altında, şimdi, o medeniyetlerin kalıntıları tarihimize ışık tutmak için gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Bu medeniyetlerin gün yüzüne çıkmasından neden İslâmi düşünce sahipleri bu kadar korkuyorlar, anlamıyorum? Eğer bu düşünce Türkiye’de egemen bir düşünce olmuş olsaydı, başka şeyleri ve başka yerleri bir tarafa bırakalım; Ergani’deki Çayönü-Hilar kazıları yapılmamış olurdu. Çayönü kazılarının hem Ergani, hem de tarih açısından önemi ortada. Eğer, kazılar yapılmamış olsaydı Ergani’nin kayıplarını bir tarafa bırakalım, insanlığın gelişimi açısından tarihin karanlık sayfaları öylece karanlıkta kalırdı. İnsanoğlunun ilk defa MÖ. 7500 yıl önce Ergani’de avcı göçebe, salt tüketici toplumdan, yerleşik tarım toplumuna, hem tüketici hem üretici bir topluma geçişini öğrenmemiş olacaktık.

Peki, bu doğru mu? Bana göre hayır. Arkeoloji ve tarih bilimcileri, yazının bulunuşunu bir dönüm noktası olarak ele alıp “uygarlık tarihi“ni, “Tarihöncesi (Prehistorik) Çağlar” ve “Tarihi Çağlar” olmak üzere iki ana grupta incelerler. Tarihöncesi Çağlar’ın, uygarlık tarihinin başlangıcını oluşturan Taş Devri, yazının bulunuşuna kadar geçen tüm çağlar arasında en uzun süreci kapsayandır. Çayönü kazılarında bulunan buluntularda bu döneme aittir. Arkeologlar, çok uzun bir süre önce yaşanmış bu devirlere ait yaptıkları kazı ve incelemeler sonucu, buldukları buluntularla uygarlık tarihini zenginleşmekte ve bizlere geçmişimizi öğrenme şansını vermektedirler. Kazı bilimi, arkeoloji sayesinde bilgilenmekteyiz.

Bilimi öğrenmek için Çin’e gitmeye gerek yok: Çayönü, dünyaya çok şey anlatıyor.

(25 Kasım 2005 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayımlamdı.)

21 Kasım 2021 tarihinde:

https://www.3uncugoz.com/sezai-karakoc-ve-cayonu-kazilari/

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.