/

Marksizm ve Sovyet Pratiği

okuma süresi: 34 dk.

Kardeşim Ali Haydar Marksizm ve Sovyet Pratiği başlıklı bir yazı yazdı. Yazısında tarihsel bir önemi bulunan, dünya genelindeki kolektif yanılgımız Sovyet deneyimini anlatıyor. Sorgulayıcı, olgulardan hareket edilerek yazılmış bir yazı.

Ali Haydar benim sadece kardeşim değil; O, arkadaşım, yoldaşım ve fikirdaşımdır. Bu nedenle düşünceleri, yazdıkları benim için çok değerlidir. Paylaştığım yazısında, geçmişte yaşadıklarımızı, savunduğumuz siyasi düşüncenin yanlışlığını, yanılgımızın kaynağını samimi duygularla, anlaşılır bir şekilde anlatmış. Bu yazının Marksist düşünceye ilişkin demokratik bir tartışma yaratacağını düşünerek sitemde paylaşıyorum.

Sovyetlerin ve 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan Sovyet Sisteminin dağılmasının dünya sol/sosyalist/komünist hareket üzerindeki yıkıcı etkisi çok büyük olmuştur. Sola, sosyalizme, komünizme kısaca Marksizm’e inanan, bu uğurda mücadele eden insanlar, yıkım sonrası hızlı bir şekilde Marksizm’den uzaklaşmışlardır. Karamsarlık, mutsuzluk ve hayal kırıklığı kara bir bulut gibi aydınların, alınteri ve emeği ile geçinenlerin üzerine çökmüştür. Bu yıkımın etkileri halen sürmektedir. Marksizm’in Sovyet Pratiği ile yüzleşmeden, Türkiye ve dünya sol/sosyalist hareketlerinin toparlanacağını beklemek hayaldir diye düşünüyorum.

Ali Haydar’ın yazısı umarım bu yüzleşmeye kapı aralar.

Teşekkürler kardeşim…

Müslüm Üzülmez
15 Aralık 2023

MARKSİZM VE SOVYET PRATİĞİ

Ali Haydar Üzülmez

1. Bölüm: Sosyal Problemleri Çözme

Yıllar önce, romanlarını zevkle okuduğum Ahmet Altan bir söyleşisinde: “Okulda edebiyat öğretmenlerim bana kelimelerin, sözün sırrını/gizemini öğrettikleri için edebiyatı çok sevdim, edebiyatçı, yazar oldum. Eğer matematik öğretmenlerim de bana sayıların, matematiğin sırrını/gizemini öğretseydi inanın matematiği de çok sever, ondan sıkılmaz ve korkmazdım.” dediğinde, matematik öğretmeni olarak Ahmet Altan’ın bu tespiti çok hoşuma gitmişti, meslek hayatım boyunca da aklımdan hiç çıkmadı.

Okumanın, kelimelerin, sözün ve sayıların, matematiğin sırrını/gizemini hep arar oldum, çözmeye çalıştım. Çözdüğümde hoşuma gitti, zevk aldım.

Edebiyatı, tarihi ve felsefeyi en az matematik kadar sevdim.

İlk ve ortaokul döneminde başarılı bir öğrenci olduğumu söyleyemem. Çünkü okul, okuma, okutulan dersler, yazı, Türkçe, matematik benim için bir anlam ifade etmiyordu. Oyun oynamayı, dedemle tarım yapmayı ve bağ bahçe işlerinde çalışmayı seviyordum.

Lise ve Eğitim Enstitüsü döneminde başarılı bir öğrenci olduğumu söyleyebilirim. Bu yıllarda matematiği çok sevdim ve yavaştan da sosyal olaylara ilgi duymaya başladım. Matematik derslerinde arkadaşlarıma yardımcı olduğumu hatırlıyorum.

Öğretmenlik dönemimde kendi çocuklarıma, yakınlarıma, öğrencilerime, veli ve birlikte çalıştığım öğretmenlere, özel arkadaşlarıma matematiği sevdirmeye, onun sırrını/gizemini öğretmeye ve anlatmaya çalıştım, sanırım bunda başarılı da oldum.

Matematik işlemlerini yapmak, problemleri çözmek benim için çok zor olmadı. Zevkle işlem yaptım, problem çözdüm. Ancak insanlar hep daha fazlasını ister ve farklı arayışlara girer; bende de öyle oldu. Hayatı, sanatı, edebiyatı, tarihi olayları, inançları, doğayı, doğa olaylarını, sosyal yaşamı, sosyal olayları sorgulamaya başladım. Siyasete ilgi duydum. Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik; fakirlik, hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk, yüzsüzlük, ayrımcılık; kadınların içler acısı durumu ve zenginlerin çok acımasız, kibirli ve çok zengin olması; inancın bunlara yetersiz, yer yer araç olup seyirci kalması, devlet kurumlarının zenginlerden yana olması beni hep rahatsız etti.

Sosyal olayların ve siyasetin içine girdim. 1976’dan itibaren derneklerin kuruluşunda yer aldım, öğretmen örgütlerinde çalıştım ve hayatımda tek bir partiye üye oldum, yoğun bir şekilde onda çalıştım, o da eski, tarihi/tarihsel TKP oldu.

Hayat ve mücadele devam ediyor. 50 küsur yıllık devrimci mücadele döneminden sonra şunu diyebilirim: Sosyal problemleri çözmek, matematik problemlerini çözmek kadar kolay değil. Çünkü işin içinde insan var. O gizemli, muhteşem varlık!

Müslüman toplumların da içinde olduğu ideolojik devletlerde ise bu daha zor. Kısaca şunu diyebilirim: yolumuz uzun ve çetin.

Yolumuza ışık olsun diye düşünüyor, araştırıyor, okuyor ve yazıyorum.

2. Bölüm: Nar Ağaçlarının Gölgesinde

2023 Haziran ayında Diyarbakır, Ergani’deydim. Ergani’de aileden kalma bir evimiz ve küçük bir bahçemiz var. Geçmişte TKP’nin Kürdistan Parti örgütlerinde çalışmış iki yoldaşım/arkadaşımla orada buluştuk.

İzninizle buluştuğumuz bahçemizi sizlere tanıtayım:

Bahçede kuyu, kuyunun etrafında nar, incir ve ahududu -bölgesel ismiyle “Şam tütü”- ağaçları, yanındaki gül bahçesi içinde çeşit çeşit güller, kuyunun üst tarafında güzel bir çardak, çardağın doğusunda kiraz, armut, ceviz ve nar ağaçları; kuzeyinde küçük bir havuz, kayısı ve çekirdeksiz tüt/dut ağacı; batısında erik ve hurma ağacı ile üzüm asmaları (tevekleri ya da bir başka deyişle ağaçları) ve alt tarafta oymak oymak incir ağaçları.

Kiraz bitmiş, kayısı bu yıl meyve vermemiş, biraz erik ve ahududu var. Narlar çiçek açmış. Çok güzel narlarımız var. Çeşit çeşit. Nar ağacını, çiçeğini, meyvesini severim. Çiçeği yeşil yaprakları ile çok güzel ve uyumlu durur: yeşil ve turuncu. Meyvesini de severim. Bizim oralarda nar ağacını ve narı sevmeyen yoktur. Kürt, Türk, Ermeni, Fars/İran halkları hatta Azerbaycan’dan Tacikistan’a kadar tüm halklar narı sever, ona özel anlam da verirler. Örneğin Ermeniler’de nar taneleri dağılışı, narın kendisi de birliği, yani yaşadıkları dramı/trajediyi ifade eder. Yaşlı Ermeniler buna çok önem verirler. Tacikler de gelin kızları narla mukayese ederler. Yuvanın birliğini ve aileyi nar, çocukları da nar taneleri temsil eder. Çocuklarının nar taneleri kadar çok olmasını isterler.

Bunlar bana kendi durumumuzu hatırlattı: Trajik bir şekilde Sovyetlerin ve TKP’nin, partimizin nar taneleri gibi dağılışını!

Arkadaşlarla çardakta oturduk. Saat bire geliyor. Fırından çıkmış Ergani’ye özgü -Ermeniler’den kalma- kiremitte bol etli güveç, beş adet sıcak pide, evden getirdiğim yeşil biber ve soğuk ayran. Bugün özel bir gün, ziyafet var. Yıllar sonra yoldaşlarımlayım. Bizi rahatsız eden hiçbir şey yok. Yan tarafta küçük tüpün üstünde su kaynıyor, çay demliyeceğiz. Güveçten sonra keyifle çay içeceğiz. Yemek yerken sohbete başladık. Hal-hatırdan sonra, güncel konuları, özelikle de seçimleri, Yeşil Sol Parti’yi, bölge partilerini ve HDP’yi, HDP çizgisini, bugünkü HEDEP’i konuştuk.

Sohbetimiz çok olumlu geçti. Karşılıklı düşüncelerimizi paylaştık. Aşağı yukarı aynı şeyleri düşünüyorduk. Sonra konu döndü dolaştı geçmişimize geldi. İGD, İKD ve partimiz TKP’yi konuştuk. Bir arkadaşım: “Biz Parti’ye ve devrime aşıktık” dedi. Sonra devam etti: “Nasıl aşık olanların gözü hiçbir şey görmez, yalnız onun tatlı hazzını ve geleceği düşünürse biz de öyle düşünüyor, çalışmalardan da öyle haz alıyorduk.” Bu tespit beni çok etkiledi. Kendi kendime “tam 12’den vurma!” dedim.

Vay be!

Devrime ve Parti’ye aşık olmak!…

Diğer arkadaşım: “Aslında biz Marx’la, Marksizm’le, Sovyetlerle ve TKP ile ilgili bir şey bilmeden TKP’ye katıldık. Ben, TKP’nin programını, tüzüğünü okumadan partiyi kabul ettim. İdeolojik etkide kalarak, tarihsel olanı kabul ettim,” dedi. Bu tespit de beni geçmişe götürdü ve etkiledi. Beynimde onlarca soru dolaşmaya başladı. Yeni yeni düşünceler oluştu. Arkadaşlarım bana, “Hocam sen bizden önce Parti’ye katıldın. Çok şeyler yaşadın. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde kaldın, yıllarca arandın, yurt dışında, Moskova’da eğitim aldın, SBKP’nin 27. Kongresi’ni yerinde, Moskova’da izledin, Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ve Nihat Sargın dönüşleri sonrası tutuklanınca tutuklu bulunduğun Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde onları sen karşıladın. İGD Diyarbakır Şubesi’nin kuruluşunda yer aldın, Parti’nin değişik kademelerinde görev yaptın. Sürekli okuyorsun, zaman zaman yazılar da yazıyorsun. Sen neler düşünüyorsun?” dediler. Sohbet koyu, yerimiz uygun olduğu için çayımızı içerek düşüncelerimi arkadaşlarla paylaştım.

Verimli, keyifli bir buluşma oldu.

Akşam geç saatte arkadaşlarımla ayrıldık. Ayrılırken arkadaşlar: “Hocam bize anlattığın bu düşüncelerini yazıp paylaşırsan iyi olur,” dediler.

Ben de “Yazabilirim,” dedim…

Yazdıklarım benim düşüncelerim.

12 Eylül öncesi yaşadıklarım, okuduklarım, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde yaşadıklarım, arandığım dönemde yaşadıklarım, Moskova’da Bilimler Akademisi’nde okuduklarım, yaşadıklarım, daha sonraki dönemde yaşayıp, okuduklarım; kısaca 50 küsur yıla yayılan devrimci yaşayışın sonucunda bugün için bende oluşan düşüncelerdir. Tekrar ediyorum bugün için bende oluşan fikir ve düşüncelerdir.

Tabii ki düşüncelerim her türlü öneri ve eleştiriye açıktır.

Ayrıca, son 6 ayda okuduğum aşağıdaki kitaplardan yararlandım:

– Murray Bookchin | 1905’ten 1907’ye Rus Devrimleri. Dipnot Yayınları.

– Edward Hallett Carr | Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi, 1917-1929. Yordam Kitap.

– Alexander Rabinowitch | Devrime Doğru: Petrograd Bolşevikleri ve 1917 Temmuz Ayaklanması. Yordam Kitap.

– David Priestland | Kızıl Bayrak. Bir Komünizm Tarihi. İletişim Yayınları.

– Moshe Lewin | Sovyet Yüzyılı. İletişim Yayınları.

– John Reed | Dünyayı Sarsan On Gün. Yordam Kitap.

– Svetlana Aleksiyeviç | İkinci El Zaman (Kızıl İnsanın Sonu). Epsilon Yayınevi.

– Nihat Karademir | İngiltere’nin Kürt Politikası (1918-1932). Nûbihar Yayınları.

Ayrıca Lenin’in “Ne Yapmalı”, “Nisan Tezleri”, “Devlet ve Devrim” kitap özetlerini gözden geçirdim.

3. Bölüm: Parti’ye Üyelik

Nerden başlamalı?

Kendimden başlayayım.

Yıl, 1968/69. Amcamın kahvesinde çalışıyorum. Kahve cıvıl cıvıl, Ergani’nin özellikle Saray Mahallesi’nin gençleri amcamın kahvesine geliyorlar. Türkiye’nin değişik kentlerinde değişik okullarda okuyan gençler de…

Siyasi, sosyal olaylarının yoğun olduğu yıllar. Gençlik ayakta. Üniversite ve yurtlarda direniş, boykotlar gırla gidiyor. O dönem dayım Nurettin Değirmenci İTÜ’de okuyor. Kahvenin tam karşısında Belediye Pasajı dükkânlarının birinde DDKO Ergani Şubesi açılmış. Başkanı Ömer Kan. Onlara tepsi tepsi taze çay götürüyorum. Tartışmalara şahit oluyor, kulak veriyorum. Afişlerine bakıp, bildirilerini okuyorum. Doğudan, jandarma baskısından, yoksulluktan, işsizlikten, yani bizlerden bahsediyorlar. İlgim artıyor. Onları seviyorum. Onlar da beni seviyorlar. Bahşiş veriyorlar.

Bir taraftan çalışıyor diğer taraftan okula, Ergani Lisesi’ne devam ediyorum. Fen bölümündeyim. Matematik ve edebiyat derslerini seviyorum. Ergani Lisesi Diyarbakır’daki en iyi liselerden biri. Liseler arası bilgi yarışmasında bölgede birinci oluyor. Bu arada okulda boykot yapılıyor. Ergani Lisesi Türkiye’de ilk boykot yapan lise oluyor. Devrimci ve sol bilincim yükseliyor. Safım, yolum netleşiyor: Devrimciyim/Solcuyum artık!

Devrimci olmama neden olan birçok etmen var. Hemen aklıma gelenleri sayayım: içinde bulunduğum koşullar, iyi gözlem yapmam ve olayları neden, niçin diye sorgulamam; yapı olarak duygusal yönümün ve duyarlılığımın fazla olması, haksızlığa, adaletsizliğe karşı olmam, okuyanla okumayan arasındaki farkı görmem, Nurettin dayımın devrimci olması; devrimcilerin Deniz Gezmiş’le, komünistlerin Nazım Hikmet’le anılması, Deniz’in yiğitliği ve gözü karalığı, Nazım’ın şiirleri, özellikle “Yapıyla Yapıcılar” şiirinin bana bir taş ustası olan babamın çalışmasını hatırlatması, Çetin Altan’ın davudi sesi ile bu şiiri okuması; çalışanların hor görülmesi, boyunlarının hep bükük olması; Che Guevara’nın çekiciliği, cazibesi, enternasyonal duruşu; proletarya enternasyonalizmi, büyük insanlık davası fikri, Annemin, kadınların ezilmişliği, en önemlisi de Kürtlerin horlanması, yok sayılması ve daha bir çok neden…

Devrimci olmama gibi bir seçeneğim yoktu! Olmasaydım aklıma ve yüreğime ihanet ederdim.

1974/75 eğitim öğretim yılında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü akşam Matematik bölümünü kazandım. Enstitü’nün sabah bölümü ülkücülerin kontrolünde, gece bölümü bizim. Yer yer çatışmalar başlıyor. Sonuçta ülkücüler çözülüyor. Diyarbakır’ı terk ediyorlar ve başka okullara, Erzurum ve Antep’e gidiyorlar.

1976 yılında Ergani Kültür ve Dayanışma Derneği’ni kuruyoruz. Bu dernek sonradan Ergani İGD Şubesi’ne dönüşüyor.

1977’de İGD Diyarbakır Şubesi’ni kurduk. Aynı yıl Şeref Yıldız’ın oluru Kemal Yıldız’ın aracılığı ile TKP’ye üye oldum. Parti ismim: “Güven”. Parti ismimi sevmiştim ama sürekli bölgede çalıştığım için parti ismimi hiç kullanmadım. Zaten herkes beni tanıyıp biliyordu. Arkadaşlar “Hoca” ya da Kürtçe aksanla “Heyder” diye hitap ediyorlardı.

Neden TKP derseniz?

Şöyle açıklayabilirim:

– Parti’nin gizli oluşu,

– Nazım Hikmet’in partisi oluşu,

– Ve arkasında Sovyetler Birliği’nin olması.

Tabii bunlara ek olarak Şeref Ağabey’e olan güven ve saygı.

Parti’nin program ve tüzüğünü okumadan üyeliği kabul ettim. Aslında bilinçli olmaktan öte pratik ve pragmatik bir seçim yaptım:

Legal partiler kapatılıyor, Kürt hareketleri ve partileri kendi başlarına devrimi yapamazlar, diğer sol ve devrimci hareketlerle gençlik hareketlerinin arkalarında Sovyetler Birliği’nin desteği yok.

İGD “yolumuz işçi sınıfının yoludur” diyor, -yani politik olarak TKP’nin çizdiği yol-. İşçi sınıfı içinde
-özellikle DİSK’te- örgütlü olan da bu hareket. Devrimi işçi sınıfı yapacağına göre işçi sınıfı ile iç içe olan da bu Parti.

Ayrıca dünyanın en güçlü orduları arasında yer alan, disiplinli bir orduya sahip, NATO üyesi Türk Devleti’ni SSCB olmadan tek başımıza alt edemeyiz. TKP öncülüğünde, işçi sınıfı ve onların müttefiki olan Kürtlerle birlikte, Sovyetler’in desteği ile devrimi yapar, ulusların kendi kaderini belirleme hakkı gereği Kürtler de özgürlüklerine kavuşur diye düşünüyordum.

O günkü düşüncelerim bu kadar pratik ve pragmatikti.

4. Bölüm: Lenin Ustasının İsteğini Yerine Getirdi

Okyanusta veya açık denizde, pusulası yanlış gösteren bir gemi kaptanının istediği limana varması mucize olmaz mı?

Rusya’da, Şubat ve Ekim devrimleri öncesi RSDİP’nin önünde Marx’la Engels’in teorik tespitleri vardı. Önce parti ile ilgili tartışmalar başladı. RSDİP’nin 1903 tarihinde yapılan 2. Kongresi’nde, “Parti’ye üyelik” ve “Nasıl bir parti?” konusunda görüş ayrılığı oluştu. Bir tarafta Lenin, diğer tarafta J. Martov ve taraftarları. Özetle Martov Parti’nin kitle partisi olmasını, parti üyelerinin parti ile “ilişkide” olmasını ve çoğulculuk ile farklı fikirler olması gerektiğini söylerken bunun karşısında Lenin Parti’nin kadro partisi olmasını, partiye bağlı profesyonel “çelik-çekirdek” üyelerden oluşmasını ve homojen, devrimi amaç edinen proletaryanın tek partisi olmalı diyor. Tartışmalar sonunda Lenin kazandı, Martov kaybetti. Böylece Proletarya Diktatörlüğü kavramı, dünya işçi sınıfı tarihinde ilk olarak parti programına eklendi. Parti, Lenin yanlıları -Bolşevikler- ve Martov yanlıları -Menşevikler- olarak bölündü. Marksist harekette bu bölünme çok önemlidir. Bu bölünme dünya Marksist hareketinin ilk bölünmesidir. Bölünmenin, alınteriyle geçinenler ve emekçiler açısından tahribatı, bugün de devam etmektedir.

Marx’a göre: Yukarıda zenginler ve onlarla iş birliği yapan, mülkiyeti, parayı elinde bulunduranlar; aşağıda, yani yukarıdakilerin karşısında ise onların tarlalarında, fabrikalarında çalışan ve onlar için üreten, artı değer yaratan işçi sınıfı ve köylüler ile diğer yoksullar var. Gücü, parayı elinde bulunduranlar aynı zamanda devleti de yönetmektedirler ve devletin tüm baskısı yukarıdakilerin malını, mülkünü, parasını korumak içindir. Yani kısaca yukarıda burjuva sınıfı var. Devlet de onun yani burjuvazinin devletidir. Aşağıda ise işçi sınıfı ve müttefikleri var. Devlet onların devleti değildir.

Peki, bu durum nasıl değişecek?

Marx, Paris Komünü’nden ders çıkartarak, burjuva devletinin işçi sınıfı devrimi tarafından yıkılmasını ve yerine işçi sınıfı diktatörlüğünde sosyalist devletin kurulmasını, bu devlet sönümleninceye -yani komünist aşamaya- kadar da diktatörlüğün devam etmesini ister.

Burada araya gireyim. Bence, Marksizmin tıkanıklığı burada başlıyor: proletarya, burjuva devletini ele geçirecek ve ele geçirdiği devlet sönümleninceye kadar diktatörlük uygulayacak.

Peki bu diktatörlüğü hangi araçla uygulayacak? Parti ile mi, partilerle mi? Marx buna açıklık getirmemiş. Bu boşluğu Lenin dolduruyor: proletaryanın öncü partisi ile. Başka partilere gerek yok. Proletarya tek sınıftır, çıkarları ortaktır. O halde parti de tek olmalı. Peki işçiler bu partiyi beğenmezse? Beğenmeme lüksü yok, beğenecek… bu parti onun partisidir! İşçi sınıfının işin ağırlığına göre değişik katmanları ve iş kolları olmaz mı? Olmaz! Hepsi işçi sınıfıdır. Olursa, farklı işçi partileri olur. Peki sendikalar ne olacak? Sendikalar etkisizleştirilip üretime yöneltilecek. Grevler olmayacak. İşçi sınıfı kendi sınıfına karşı grev yapar mı? Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Peki tek partide farklı düşünceler, hizipler, kanatlar olacak mı?

Hayır!

Burada, Rusya’daki Şubat ve Ekim Devrimi’ni destekleyen, F. Engels’in ölümünden sonra Avrupa işçi hareketi üzerinde en etkin kişi olan K. Kautsky’nin proletarya diktatörlüğü ile ilgili Lenin’le olan tartışmalarını hatırlatmak isterim. Kautsky, tek parti iktidarında proletarya diktatörlüğüne karşı çıkar, Lenin onu “dönek” olarak niteler. Bu konuda koca bir de kitap yazar. Ama ne yazık ki yaşadığımız pratik Lenin’i değil Kautsky’yi haklı çıkardı.

Lenin inandığı yolda devam eder: 1921 tarihinde yapılan 10. Kongre’de parti içindeki farklı düşüncelere savaş açılır. Hizipler partiden tamamen tasfiye edilir. Lenin yanlış mı yapıyor? Hayır, asla! Çünkü usta, yani Marx bunu istiyor.

Proletaryanın diktatörlüğü olacak,

Diktatörlük olduğu için zorunlu olarak tek parti olacak,

Sendikalar ve başka işçi sınıfı partileri olmayacak,

Parti içinde farklı düşünce ve hizipler olmayacak.

Lenin kendi pratiğinde haklı!

Peki, bunun sonu nereye vardı?

Sovyetler Birliği’ndeki acı trajediye.

Sovyetler Birliği pratiğini bu çerçeveden de değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Hatayı yapan yalnız Lenin, Stalin ve arkadaşları değil.

Teorinin, kuramın kendisi proletarya diktatörlüğünü önermekle hatalıdır: çok partili bir hayata, emekçilerin lehine kurulacak parti ve sendikalara, farklı düşüncelere müsaade etmediği için.

Diktatörlük altında farklı fikir ve düşünce gelişmez. Bu insanın doğasına aykırıdır. Nitekim gelişmedi ve ortaya katı devletçi Sovyet Devleti çıktı. Bu devlet Parti’yi de etkisizleştirerek despot bir yapıya dönüştü. Ustanın beklediği gibi devlet sönümlenmedi, güçlendi, güçlendikçe halkı ezdi, halktan koptu ve halkın desteğini kaybetti; yukarıdan çözülerek, arkasında büyük acılar bırakarak yok olup gitti.

Şimdi adım adım Rusya’daki Marksizm’in pratiğine bakalım.

5. Bölüm: Şubat Devrimi

Tepesinde Çar’ın (Sezar) olduğu Rusya İmparatorluğu’nun Şubat Devrimi öncesi durumu içler acısıydı:

Bir tarafta nüfusun yüzde 90’nı oluşturan yarı köle durumundaki yoksul köylüler, diğer tarafta Japonya Savaşı ve 1. Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu açlık ve yıkım.

Devlet organları hasta, sağlıklı çalışmıyor. Siyaset ise cıvıl cıvıl. Bir tarafta Çar ve yandaşları, onlarla ve karşı tarafla ilişkiyi sürdüren Kadetler, karşı tarafta çoğunluğu oluşturan Sosyalist Devrimciler, Menşevikler, Bolşevikler ve aralarında Anarşistlerin de olduğu irili ufaklı birçok grup, muhalif hareket.

Çar 2. Nikola imparatorluğu yönetemiyor.

Kırsal kesimde köylüler, Petersburg ve Moskova’da işçiler açlığa, yoksulluğa ve savaşa karşı grev ve gösteri yapıyorlar.

Askerler savaş cephesinden bütün önlemlere rağmen firar ediyor, savaş değil barış istiyorlar. Halklar bu isteğe destek oluyor.

23 Şubat 1917 günü Petersburg’da kadın fabrika işçilerinin, savaşın yaratmış olduğu yoksulluğa karşı “savaş değil ekmek istiyoruz” talebi diğer işçiler -erkek metal işçileri- tarafından desteklendi. Başkent Petersburg’da genel direniş dalgası ile grev oluştu. Menşevikler, Bolşevikler ve Sosyalist Devrimciler tabanda birleşti. Parti yöneticileri olayın gidişatını göremiyorlardı.

Bu gösterilere Çar yanlısı Kazak Süvari Birlikleri, Petersburg’daki askerler göz yumdu. Daha sonra 170 bin asker işçilerin eylem ve grevlerine destek olup, işçilerle birlikte oldular. Askerler işçilerle birlik olunca Çar’ın polisleri (firavunlar) etkisiz konuma düştü. Grev ve gösteriler bir hafta sürdü, Çar ve taraftarları geri çekildi, hükümet düştü.

Devrimin bilançosu yaklaşık olarak 1500 ölü ve yaralı. Bunun 869’u asker. Şubat Devrimi görece kansız bir devrim olarak kabul edilir.

Bu arada muazzam bir özgür ortam oluşmaya başlar. Yukarıdan ve aşağıdan Rusya’nın her tarafında işçiler, askerler ve köylüler komiteler, konseyler, şuralar ve birlikler oluşturmaya başlar. Küçük küçük birlikler orta birliklere, orta birlikler de büyük birliklere dönüşür. Sonuçta Petersburg’da, Moskova’da ve tüm Rusya’da birlikler yani Sovyetler oluşur. Çarlık Duma’sı ikinci plana düşer.

“Petrograd Sovyet Yürütme Komitesi başlangıçtan itibaren kendisini devrimin koruyucusu olarak gördü ve Rusya’nın meşru hükümeti olma konusunda Duma’nın Geçici Komitesi’ne meydan okumadı. Bunun kısmen doktrinsel nedenleri vardı. Yürütme Komitesi’nde baskın olan Menşevikler, otokrasinin yıkılışının temsil eden ‘burjuva devriminin’ ardından bir süre boyunca burjuva ve liberal bir yönetimin olması gerektiği yönündeki Ortodoks Marksist varsayıma bağlıydı. Yürütme Komitesi içindeki Sosyalist Devrimci Parti temsilcileri ise, iktidarı ele geçirme ideolojilerinden tamamen vazgeçmeseler de, esas itibariyle örgütsel zayıflıklarının farkındalığı konusunda birçok Menşevikle aynı fikirdeydiler ve Rusya’nın tüm gücünün savunma çabası ve karşı-devrimin önlenmesi amacıyla siperlerde birleştirilmesi konusunda Menşeviklerle ortak arzuyu paylaşıyorlardı. Sonuç olarak 1 Mart tarihinde Petrograd Sovyeti Yürütme Komitesi’nin büyük bir çoğunluğu, bazı siyasi şartların yerine getirilmesi koşuluyla Duma’ya Geçici Hükümeti kurma yetkisi vermeyi kararlaştırdı. Aynı zamanda sosyalistlerin ilkelerine ihanet etmemeleri ve liberal bir hükümette bakanlık görevlerini kabul ederek kitleler arasındaki duruşlarına zarar vermemeleri de kararlaştırıldı.

Ertesi gün Duma Geçici Komitesi ve Sovyet Yürütme Komitesi bir siyasal program üzerinde anlaşmaya vardı. Duma Geçici Komitesi, Zemstvolar Birliği Başkanı Prens Georgi Lvov’un Başbakan, Kerenski’nin Adalet Bakanı olduğu Geçici Hükümeti atadı.”

Sovyet Yürütme Komitesi’nde Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler, Geçici Hükümet’te liberaller etkindi. Bolşevikler Sovyet Yürütme’de var ama hükümette yoktu. Bu durum ilerleyen aylarda büyük sorunlara ve tıkanıklara neden olurken, Bolşeviklerin işine yaradı. Şubat Devrimi’ne Bolşeviklerin fazla bir katkısı yoktur. Zaten Menşeviklere ve Sosyalist Devrimcilere göre zayıf durumdalar. Lenin İsviçre’de sürgündedir. Geçici Hükümet’in çıkardığı siyasi afla Lenin Nisan başında Almanya üzerinden Petersburg’a, Stalin ve Kamenev de Mart ayında Sibirya’dan sürgünden dönerek Petersburg’a gelir, Parti çalışmalarına katılırlar.

Geçici Hükümet, 1. Dünya Savaşı’nı “devrimci savunmacılık”, Stalin ve Kamenev ise “Anayurdu savunma” olarak niteleyerek dolaylı şekilde savaşa karşı çıkmazlar.

Savaş konusunda en net ve tutarlı Lenin’dir.

Görelim,

Lenin İsviçre’den dönünce parti ve Sovyet toplantılarına katıldı. Bu toplantılarda yeni yazdığı Nisan Tezleri’ndeki düşüncelerini yoldaşlarına ve Sovyet delegelerine kabul ettirmeye çalıştı. Partide ve Sovyetler’de olumsuz tepkilerle karşılaştı. Lenin yılmadı düşüncelerinde ısrar etti.

Öngörü, liderlik ve keskin zekâsını kullandı.

İki stratejik konu üzerinde yoğunlaştı:

1. Savaşa karşı net tutum aldı. “Savaşa hayır, bu savaş emperyalistlerin paylaşım savaşıdır, bu savaşın kazananı emperyalistler, kaybedeni ise emekçi halklardır,” dedi. Bu onurlu, haklı çıkışın arkasında Bolşevikler ve İngiltere İşçi Partisi durdu. Avrupa’daki bütün işçi partileri ve sosyal demokrat partiler sınıfta kaldı. Bu sınavı geçemediler. Sosyal demokrat ve işçi partilerinde bölünmeler oldu. Daha sonra komünist partiler kuruldu, komünist partiler de Komintern’i kurdular. Bu bölünme de işçi sınıfı ve dünya Marksist hareketinin ikinci büyük bölünmesidir.

2. Kesintisiz Devrim stratejisi. Rusya’da monarşi yıkılmış, burjuva hükümeti -liberallerin ağırlıkta olduğu geçici hükümet- kurulmuş. Lenin “Burjuva demokratik aşama hızla tamamlanmalıdır. Burjuvazi sorunları çözemiyor, sorunların altında eziliyor. Karşı devrim gelebilir. Karşı devrime müsaade etmeden sosyalist devrimi yapmalıyız -“Sürekli Devrim” tezi gereği.- Bunun koşulları hızla oluşuyor. Yapacağımız bu devrim Avrupa proletaryası için de bir kıvılcım olacak; Almanya, İngiltere, Fransa proletaryası ayağı kalkarak bize destek oldukları gibi kendi ülkelerinde de devrim yapacaklardır. O nedenle tüm iktidar Sovyetlere,” der.

Lenin’in bu düşüncelerini Troçki de destekler.

Lenin’in düşünceleri kendi ülkesinde karşılık bulur. Ekim Devrimi’nin yolu açılır. Ancak Avrupa’da başkaldırılar başarıya ulaşamaz.

Tek ülkede sosyalizmin yolu açılır, yepyeni bir dönem başlar.

6. Bölüm: Ekim Devrimi

Yaz boyunca Geçici Hükümet’in başarısızlıkları, Lenin’in atakları, Bolşeviklerin güçlenmesi devam etti.

Eylül ayında sağcı General Kornilov’un başarısızlıkla sonuçlanan iktidarı ele geçirme girişiminden sonra Bolşevikler, Petrograd ve Moskova Sovyetlerinde çoğunluğu sağladılar. Bir süre tereddüt ettikten sonra Lenin, Geçici Hükümet’e yönelik doğrudan bir tehdit olan “Bütün İktidar Sovyetlere ” sloganını yeniden yükseltti. Ekim’de gizlice Petrograd’a dönerek -Şubat Devrimi sonrası tekrar Rusya’nın dışına çıkmak zorunda kalır.- Parti Merkez Komitesi’nin bir toplantısına katıldı. Lenin’in ikna ettiği komite, Zinovyev ve Kamenev’in karşı oyuna rağmen, iktidarın hemen ele geçirmesi için hazırlık yapmaya karar verdi. Hazırlıklar esas olarak, daha önce Petrograd Sovyeti Yürütme Komitesi’nde kurulmuş ve artık tamamıyla Bolşeviklerin eline geçmiş bulunan Askeri Devrimci Komite tarafından yürütüldü. Yazın Petrograd’a dönüşünden sonra Bolşeviklere katılan Troçki, operasyonun planlamasında önemli bir rol oynadı. 25 Ekim günü (Batı takvimine göre 7 Kasım. 25 Ekim, birkaç ay sonra değiştirilen eski takvime göredir) çoğunluğunu fabrika işçilerinin oluşturduğu Kızıl Muhafızlar kentteki kilit noktaları tutarak Kışlık Saray’a yürüdüler. Bu kansız bir hükümet darbesiydi. Geçici Hükümet direnmeden devrildi. Bazı bakanlar tutuklandı, Başbakan Kerenski kaçtı.

Darbenin zamanlaması, ertesi akşam açılacak olan Tüm Rusya İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri 2. Kongresi’ne denk gelecek şekilde yapılmıştı. Artık Bolşevikler çoğunluktaydı (649 delegeden 399’u) ve gündemi onlar belirliyordu. Kongre, “Geçici Hükümet’in düştüğünü ve iktidarın Sovyetler’e geçtiğini ilan ederek oy birliği ile üç önemli karar aldı.”

İlki, “İşçi ve Köylü Hükümeti adına, ilhaksız, tazminatsız, adil ve demokratik bir barış için savaş halindeki tüm halklara ve devletlere, müzakerelere başlama” önerisi yapan bir bildirgeydi.

İkincisi, toprak üzerineydi. Toprak ağalarının toprak mülkiyetini tazminatsız olarak kaldırıyor, toprak özel mülkiyeti ebediyen lağvediyordu.

Üçüncüsü de Kurucu Meclis toplanana kadar ülkeyi yönetmek için, Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi ve onun yürütme Komitesi’nin otoritesi altında Geçici İşçi Köylü Hükümeti olarak çalışacak bir Halk Komiserleri Konseyi’nin kurulması ile ilgiliydi. Bu karar doğrultusunda,

Konsey’in başına Lenin, Dış İlişkiler ve Savunmanın başına da Troçki getirilir.

Bolşeviklere karşı olanlar bunları kabul etmez. Bunların başını da Petersburg’daki Duma çeker. Moskova ve taşrayla ilişkiler kopar. Demiryolu Sendikası ve posta, telgraf işçileri greve giderler. Hükümeti kabul etmeyerek, Duma ile ilişkiye geçerler. Demiryolu Sendikası Bolşeviklerin de içinde olduğu tüm sosyalistlerden oluşan bir hükümet kurulmasını ister. Duma bu öneriyi destekler, Bolşevikler kabul etmez.

Soru şu: Demiryolu Sendikası’nın ve Duma’nın bu önerisini Bolşevikler kabul etseydi sosyalizmin geleceği nasıl olurdu? Sanırım düşünmeye değer bir soru.

Güneyden Denikin, doğudan Kolçak birlikleri, Moskova üzerine saldırıya geçerler. Almanlar da batıda saldırılarını başkent Petersburg üzerine yoğunlaştırır. Adım adım ülke iç savaşa gider. Troçki’nin liderliğinde işçi ve köylü milislerinden oluşan Kızıl Ordu kurulur. Karşı Devrimcilere -Beyaz Orduya- karşı saldırıya geçer ve başarılı olur. Ülkelerinde kendilerinden başka kimseye hayat hakkı tanımayan Bolşevikler, Şubat ve Ekim Devrimi sonrası sosyalistlerle ortak hükümete ve birlikte çalışmaya hayır der.

Böylece Bolşevikler tüm muhalefeti ortadan kaldırıp, tek parti diktatörlüğünde Sovyetler Birliği’ni kurmuş olur.

7. Bölüm: İki Antlaşma ve Sonuçları (İngiliz İktisat ve Siyasetinin Derinliği)

Lenin’in feraseti ve yeteneği Rusya’da devrim yapmaya yetti, ama Avrupa’da beklentileri gerçekleşmedi. Avrupa proletaryası yer yer ayaklansa da devrimi gerçekleştiremedi. Kurmaya çalıştığı Sovyet Ülkesi zor durumdaydı. İçerde ve dışarda savaş devam ediyordu. Yoksulluk, açlık, ölümler had safhaya çıkmıştı. Kurduğu Sovyetleri dış ülkeler hukuki olarak tanımıyordu. Çarlık Rusyası hukuki varlığını sürdürüyor, ithalat ve ihracat yapılamıyordu. Bu olumsuz koşullarda Lenin çıkış yolları arıyordu. Sovyet yönetimi ve Bolşevikler zor durumdaydı.

Lenin Almanlarla barış antlaşması yapılmasını istedi. Parti MK’sı ve İttifak halindeki Sol Devrimciler buna karşı çıktı. MK üst üste toplantılar yaptı. Lenin istediğini alamayınca MK’dan istifa etti. MK geri adım attı ve Lenin’in dediğini kabul etti, kazanan yine Lenin oldu. Çok zor koşullarda Almanya ile 3 Mart 1918’de Brest Litovsk Antlaşması yapıldı. Antlaşmanın şartları Sovyetler için çok ağırdı. Partide Parti’ye, devrime ve sosyalizme olan güven sarsıldı.

Ortak hükümette olan Sol Devrimciler antlaşmaya karşı çıktılar. Antlaşmayı tanımadıklarını ilan ederek hükümetten ayrıldılar. Sovyetler’de durum daha da ağırlaştı. Sol Devrimciler Almanya Petersburg Büyük Elçisi Wilhelm von Mirbach’a suikast düzenleyip öldürdüler. Ardından Bolşevik Moisey Uritski’ye suikast düzenleyip öldürdüler. Bunlarla yetinmeyen Sol Devrimciler 30 Ağustos 1918 tarihinde Fanya Kaplan’la Lenin’e suikast düzenledi. Lenin’in yararlandı. Lenin’in erken ölümünün nedenleri, çok çalışması, stres ve bu yaralanma olduğu söylenir.

Bütün bunlar olurken Lenin ve partisi boş durmadı. Tutuklama, sorgu ve işkenceler (Kızıl Terör) uygulamaları başladı. Özgürlük ortamı yok oldu. Gazete ve dergiler, siyasi partiler tek tek kapatıldı. Sosyalizmin insani yüzü kaybolmaya başladı. İstenilen diktatörlüğe adım adım geçildi. İşçi sınıfı adına terör estirilmeye başlandı.

Lenin ustası Marx’ın istediğini “Sovyet Pratiğinde” gerçekleştirdi.

Tek partiye dayanan proletarya diktatörlüğü adım adım kuruldu!

İngiltere ile yapılan Ticaret Antlaşması esnasında da Sovyetler içeride ve dışarıda çok zor durumdaydı. Almanya ile yapılan Brest Litovsk Antlaşması, iki sene geçmesine rağmen içerideki ve dışarıdaki dengeleri olumsuz yönde etkilemişti. İçeride yoğun bir baskı dönemi başlamış, dışarıda ise Avrupa ve ABD Sovyetleri tanımamaya devam ediyor, dönemin emperyal lider devleti İngiltere ticareti engelliyordu. Bu kötü koşullarda Sovyetler İngiltere ile antlaşma yapmak istiyordu. Antlaşma için İngilizlerin koşulları vardı. Koşullarını Bolşeviklere dayattı. Bolşevikler zor durumda oldukları için kabul ettiler.

Antlaşma görünürde ticaret antlaşmasıydı ama sonuçları politik/siyasiydi.

Antlaşma 16 Mart 1921’de imzalandı. Bu antlaşmaya göre Sovyetler, İngiltere’nin sömürgelerine, sömürgelerin komünist partileri üzerinden yapmış olduğu yardımları, dayanışmayı kesecek, KP’ler üzerinden değil devletler üzerinden ilişkileri sürdürecek. Sovyetler derhal Afganistan KP, Pakistan KP, İran KP ve Hindistan KP’ye olan yardımlarını kesecek. -Ki o zaman bu ülkelerin KP’leri çok güçlüydü.- Öyle de oldu.

Bu karardan TKP de etkilendi. Antlaşmadan hemen önce Mustafa Suphi ve yoldaşları, Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir’in sinsi planı ile katledildi. Sovyet yöneticileri, Bolşevikler ve Komintern bu katliamı görmezlikten geldi. Kimi Sovyet komünistleri Mustafa Suphi’yi bireysel davranmakla suçladı, Komintern de 4 yıl olayı gündemine almadı, görmezlikten geldi. Daha sonra Sovyetler TKP’yi kontrolüne aldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile ilişkilerini sürdürdü, O ilişkiler yüz yıldır hiç bozulmadan şu veya bu şekilde devam etti. Bugün de devam ediyor.

İngiltere ile yapılan ticaret antlaşmasıyla aynı gün Kemalistlerle de Moskova Antlaşması yapıldı. Komünistlerin temiz düşünceleri, kavgaları sulandırıldı, Kemalist ideoloji ile kirletildi.

Bu antlaşma komünistler arasında büyük kırılma yaratmış, “Tek Ülkede Sosyalizm” tartışmalarını başlatmıştır. Artık “Her Şey Sovyetler İçin” sloganı içerde Bolşeviklerin, dışarıda Komintern ve onunla birlikte çalışan KP’lerin ana hedefi haline gelmiştir. KP’ler özgürlüklerini ve inisiyatiflerini yitirmiş, SBKP’ye bağlı Komintern’in birer seksiyonu haline gelmiştir. Kendi ülkeleri ve halkları ile bağları zayıflamış, KP’lerin yurtsever ve ulusal olma yönü zayıflamış, Komintern ne derse onu tekrar etmiş, onu yapmıştır. Bu da sosyalizm ve komünist partilerin durumunu olumsuz etkilemiştir.

Daha önceki “Nasıl bir Parti?” ve sonrasındaki “Savaşa karşı tavır” ardından gelen bu “Tek Ülkede Sosyalizm” ayrılığı dünya Marksist hareketinin üçüncü büyük bölünmesidir.

Marksist harekette ve Sovyetler’de yeni bir durum ortaya çıktı, Sovyetler’de Parti ve komünist düşünce değil, Sovyet Devleti öne çıkmaya, devlet kutsanmaya başlandı.

Lenin sonrası Stalin döneminde, Stalin kült haline getirilip Sovyet Devleti’nin tepesine oturtuldu.

Devletin dişlileri arasında farklı düşünen binlerce komünist tükenip gitti. Sovyet halkı hep kıt kanaat yaşadı, acı çekti. Sovyet ülkesinde, Avrupa’da ve dünyada sosyalizm cazibesini yitirmeye başladı.

Bu antlaşmanın Kürtler üzerindeki yıkımı da ağır olmuştur. Partiler değil devletler muhatap alınınca İran ve Türkiye komünist partileri kenara itilmiş, zayıf düşmüşlerdir. Kendi halkları için değil Sovyet Devleti için çalışmışlar, Kürtler’in ve diğer halkların güçlü dostları olmamışlardır.

Diğer taraftan 12 Mart 1921’de İngiliz hükümeti ve özellikle Churchill yönetiminde Mısır’da Kahire Konferansı düzenlenmiş, bu konferansta Kürdistan’ın parçalanması test edilmiş, Churchill’in isteği üzerine antik Yunanlılar tarafından kullanılan, tarihsel Mezopotamya kavramı yerine, Arapça olan “Irak” kavramının kullanılması istenmiştir. Irak, Suriye ve Türkiye devletlerinin kurulması sağlanmıştır. Kürtler ve vatanları yeniden parçalanmıştır.

İngiliz aklının, siyasetinin ne kadar derin olduğunu bu antlaşma ile de görüyoruz. Görünürde ticaret antlaşması, hedef: dünya ideolojik ve siyasi düzenini dizayn etme. Bunda da başarılı oldu. Emekçilerin, dünya halklarının umudu sosyalizm etkisizleştirilip, içine kapatıldı. Tek ülkede sosyalizmle de yok edildi.

İngiliz iktisadının ve siyasetinin derinliği bu olsa gerek!..

8. Bölüm: Umutlar Başka Bahara Kaldı

Sovyet Devrimi’ni yapanların önünde model yoktu. Onlar deneyerek, yaparak sonuca göre karar verdiler. Ekonomide Komün Ekonomisini, sonra bundan vazgeçip Kışla Komünizmi Ekonomisini, tekrar geriye dönüp Yeni Ekonomik Model -NEP- Programını uygulamaya koydular. Stalin döneminde tamamen devletçi, Sovyet Devleti’nin kontrolünde 5 Yıllık Kalkınma Planları uygulanmaya, Kolhoz ve Solhozlar dönemine geçildi. Devasa Sovyet Devleti yaratıldı. İnsan ve insanın günlük ihtiyaçları görmezlikten gelindi. Küçümsendi. Koca koca tanklar, roketler, dünya markası Kalaşnikof üretildi, sağlıklı yiyecek ve giyecek şeyler üretilmedi. Büyük Dava, fikirler denilerek halkın istem ve istekleri hep küçümsendi, ertelendi.

Lenin ve Bolşevikler kesintisiz devrim kuramı ile Şubat Devrimi sonrası çok partili sisteme müsaade etmediler. Demiryolu sendikacılarının, seçilmiş Duma’nın, Menşeviklerin, Sağ ve Sol Sosyalist Devrimcilerin önerisi olan “Sosyalistlerin Ortak Hükümetini” kabul etmediler. Oysa iyi bir Kurucu Meclis oluşumu ile çerçevesi iyi çizilmiş, demokratik, sivil bir anayasa ile Sosyalistlerin başarısına başarı katabilirlerdi. Bunun insanlığa katkısı farklı olurdu diye düşünüyorum. Burjuva sınıfı nasıl çok katmanlı ise ve buna göre sosyal ve siyasal düzen kurulduysa, işçi sınıfı da homojen değildir. Onun da iş koşullarına ve üretim şekline göre çok katmanlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu duruma göre sosyal ve siyasal bir yaşam oluşturulması gerekirken işçi sınıfı bir bütün, homojen olarak ele alındı. Bu nedenle de tek parti ve proletarya diktatörlüğü kabul edildi.

Lenin ve Bolşevikler devrimde ısrar ettiler. Başarılı da oldular. Avrupa’da devrim olmayınca, Sosyalizm adına Tek Ülkede Sosyalizm uygulamasına geçildi. Bu tek başınalık proletarya adına Bolşeviklerin diktatörlüğünü ve daha sonra Stalin döneminde de parti/devlet diktatörlüğünü getirdi. Sovyetler içe kapandı, izole oldu. “Demir Perde” ülkesi olarak anılmaya başlandı. Kapalı bir kutu. İçeride neler olduğunu, Sovyet halkları da dünya kamuoyu da bilmiyordu.

Komintern, 1935 yılındaki 7. Kongre’de alınan kararlar doğrultusunda, 2. Dünya Savaşı öncesi Avrupa’daki komünistlere öneride bulunarak onların sosyalist ve sosyal demokrat partilerle ittifak yapmalarını istedi, “Faşizme Karşı Birleşik Cephe”yi önerdi. Ancak, Sovyetler Birliği, Hitler Almanya’sı ile 1939 yılında gizliden saldırmazlık antlaşması yaptı. Tabi ki bu öneri ve antlaşma, Avrupa’da sosyalist ve sosyal demokratları olumlu ve olumsuz etkiledi.

Kendi ülkesinde hiçbir düşünceye ve partiye müsaade etmeyen Sovyet komünistlerine, Stalin’e, Avrupa’daki sol, sosyalist, sosyal demokrat partiler hiçbir zaman tam inanmadı ve güvenmediler.

Nasıl inansın, güvensinler ki!

“Faşizme karşı birleşik cephe” önerisi, “faşizmle uzlaşma/anlaşma cephe” sinde buluşmuştu!

Stalin öldü, Kruşçev sekreter oldu. “Demir Perde” ve kapalı kutu hafif aralandı. İçerden çok kötü kokular dışarı çıktı.

İçerde şok, dışarıda şok yaşandı.

Bu arda Sovyetler cazibesini adım adım yitirmeye başladı. Avrupa’da Avrupa’nın en güçlüsü olan İtalya, Fransa ve İspanya komünist partileri Sovyetlere eleştirilerini arttırdı.

“Avrupa Komünizmi” düşüncesi ile ortaya çıktılar.

Sovyetler’deki durgunluk ve tıkanıklık 1985’e kadar süre geldi. Gorbaçov perdeyi tam araladı, kapağı açtı. Gorbaçov genç, dinamik, iyi bir hatipti. Halk inandı destekledi. Ancak Gorbaçov’un belli bir programı yoktu. Konuştu, konuştukça ona olan güven azaldı. Umutları tüketti.

Şubat Devrimi sonrası çok partili hayata geçiş yapılamadığı gibi, Gorbaçov’la da demokratikleşme sağlanamadı ve başka sosyalist partilerin önü açılmadı. “Çok partili demokratik Sovyet Düzeni” oluşturulmadı, zaten ne Sovyet halkı, ne Sovyet Devleti ve ne de SBKP buna hazır değildi. Sonuç yıkım oldu!

Associated Press (AP) Haber Ajansı’nın Moskova’daki fotoğrafçısı Liu Heung Shing’in Gorbaçov’un Genel Sekreter olarak yaptığı son konuşmada (sanki bir dönem kapandı der gibi) konuşma metnini içeren dosyayı kapatırken deklanşörüne basarak yakaladığı an.

Fikirler önemli ancak sıradan halk fikirlerle yaşamaz. O, günlük yaşar. Onun için öncelik yeme içme, barınma, iş, aş, özgürlük, aşk, sevgi ve çocuk yapmadır. Tank, top, Kalaşnikof; vatan, vatan için savaşmak sonra gelir.

Sonuçta Kot Pantolon, Mc Donalds, Marlboro; Kalaşnikof’u, topu, tankı yendi. Fikirler ve büyük dava karın doyurmadı.

Sovyet halkları çok acı çekti. Çok ağır bedeller ödedi. Refah ve huzur hiç görmedi. Sovyet halkının çektiği cefanın sefasını süren dünya halkları ile Avrupa işçi sınıfı ve halkları oldu. Avrupa’da sosyalist devrimler olmasın diye emperyalistler ve burjuvazi kesenin ağzını açtı. Avrupa bugünkü sosyal haklara ve refah seviyesine böyle vardı. Ulusal kurtuluş ve milli mücadelelerinin hemen hemen hepsinin arkasında -Türkiye dahil- şu veya bu şekilde Sovyetler ve Sovyet halklarının emeği, alın teri vardır. Ayrıca 1. Dünya Savaşı’nın sonlandırılmasıda ve 2. Dünya Savaşı’nda Hitler faşizminin yenilgisinde de yine Sovyet halklarının soylu direniş ve savaşının payı vardır. 20 milyon Sovyet vatandaşı öldü, 80 milyonu yaralandı. Maddi ve manevi anlamda büyük bir yıkım yaşandı.

Bunları unutmayalım.

Sovyet Devrimi bizlere de esin kaynağı oldu. Devrimle yatıp devrimle kalktık.

İnanmış insanlardık. Davamız büyüktü.

Tanrıların, dinlerin sağlayamadığı adaleti sağlayacak, sömürüyü ortadan kaldıracaktık. Açlığı, yokluğu, yoksulluğu yenecektik. Savaşlar olmayacaktı, sınırlar kalkacak, dünya hepimizin olacaktı.

Yüreğimizde koca bir umut ve sevgi taşıyorduk!

Bunları düşünmek dahi güzeldi.

Elbette ki, bu idealler uğruna mücadele etmek, büyük bir erdemdi.

Ama olmadı!

Tarihin O sayfası kapandı. Bir dönem kapandı. Şimdi toprağın nadasta dinlenmesi gibi, dünya devrimci hareketi, emek hareketi de dinlenmeye çekildi. Çok yorulduk. Yeniden enerji, güç toplamalı, kendimize sağlıklı bir pusula ve yol haritası oluşturmalıyız.

Pandora’nın kutusundan kötülükler saçılsa da, Umut da kutuda varlığını sürdürüyor.

Umutlar başka baharlara kaldı.

Eylül/Ekim 2023
Ergani/Diyarbakır, Mumcular/Bodrum.

1 Comment

  1. Üzerinde çok tartışılması gereken bir yazı. Değerlendirmeler ayrıntılı ve düşündürücü.
    Kardeşinizin “Sonuçta Kot Pantolon, Mc Donalds, Marlboro; Kalaşnikof’u, topu, tankı yendi. Fikirler ve büyük dava karın doyurmadı” sözünün sebepleri üzerinde kafa yormak gerek. SB’nin kurulmasıyla sınıf savaşımı emekçilerin devletiyle burjuva devleti arasında savaşım halini aldı. Bu emperyalistlerin en istemediği şaydi. istemediği şeydi. . 1917’den bu duruma son vermek için mücadele ettiler. Ve SB (Soğuk Savaş ‘ı da düşünürsek hiç savaşsız kalmadı. Bu arada Lenin stnrasında onun görüşlerine ne kadar uyulduğuna bakmak gerek. Kapitalist Olmayan Yol ne oldu? Burjuva aydınlarınü sahep çıkmak ne oldu? Biz niçin Batı propagandasıyla proletarya diktatörlüğünü gerçek ber diktatörlük olarak anmoydriz da, Lenin’in tanımıyla işçi sınıfının iktidarı olduğunu unutuyoruz. Troçkist İngiliz tarihçisi Eric Hobsbawm’ın 20.yüzyılı Sovyet Yüzyılı diye adlandırdığını atlıyoruz. Yazı tümüyle olumlu, ama herkesin maruz bırakıldığı emperyalist propagandanın etkisini içeriyor. Araştıralım, Sovyet deneyimini hep birlikte eleştirelim. Ama kavramlara doğdu anlamlarını vererek.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.