//

Gertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -III

okuma süresi: 4 dk.

Yazının öncesi:
Gertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -I
Gertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -II

Diyarbakır’dan ayın 4’ünde Cuma günü ayrıldım, ve ucu bucağı olmayan bir ovada sıkıcı bir yolculuk yaptım. Neşeli bir düğünün yapıldığı tepenin altındaki küçük bir köyde Tarmur’de (Termül-Aşağı Kuyulu M. Üzülmez) kamp kurduk. Geceleyin komşu köyün sakinler fırsattan yararlanıp bir katırı çalmaya kalktılar. Zaten artık aşina olduğum tüfek sesiyle uyandım. Korumalarım ve Fattuh’un tüfeklerine fişek sürdüklerini işitene kadar ilgi göstermedim, daha sonra neler olduğuna baktım. Ama bundan fazla bir şey olmadı, ben tekrar uyudum. Ertesi sabah damadın köyünden gelini almak için geçtik. Gelin tepeden tırnağa parlak mor-kırmızı karışımı bir ipek giymişti ve gideceği yer (ki ben gördüm) hayal edebileceğiniz en yoksul/ perişan küçücük evlerden oluşan bir köydü. Umarım bu ipek giysiye upuzun gün boyunca bir daha ihtiyaç duymaz. Gün ortasında Arghana (Ergani) denen bir yere geldik.

Gelin Evine Giden Düğün Alayı, Yıl 1909, Yer Termül Köyü, Fotoğraf No: N110

Arghana muhteşem bir şekilde çok dik bir tepeye kurulmuş ve dik kayaların en tepesinde de bir manastır var. Manastır hakkında hiçbir şey bilmiyordum, burada kimse Hıristiyanlıkla ilgili şeyler hakkında bir şey merak etmediği için ben de oradan öylece geçmedim. Bir saat rüzgârlı dik bir patikada gittik ve muhteşem bir manzaranın yanında, Ermeni Patrikliğiyle içtiğimiz bir fincan güzel bir kahveyle ödüllendirildim. Kilse çok eski tarihi bir yapı olmasına karşın yıpranmamış durumda; Ortaçağ’da bir ara yenden inşa edilmiş.

Ayrılırken başka bir yerden gittik, diğeriyle eşit derecede dik ve kayalıktı ve 3 saat süren bir yolculuk yaptık ve birçok çorak kırmızı tepenin üstünden geçtik. Öfkeli bir rüzgâr vardı ve bulutlar tepelerin üstünde birbiriyle yarış ediyorlardı –bulutlar çok vahşi ve muhteşemdi. Arghana Maden’inde (Erganimaden) kamp kurduk, daha çok bir handı, kendimizi tekrar Dicle Nehiri’nde bulduk –buraya Maden Çayı deniyor. O kadar dik ve dar ki çadır kuracak hiçbir yer yoktu. Çok güzel bir han, daha çok küçük bir İngiliz kasabası hanına benziyordu. –mobilyasız. Dicle kenarı boyunca uzanan dut ağaçları ve asmalar vardı. Penceremden, üstünde dumanların biriktiği, vadinin karşısındaki tepede olan Arghana Maden köyüne baktım. Maden, Türkiye’de en büyük ve en eski bakır madenlerinden birine sahiptir. Bakır dağın yüksek kesimlerinde meydana çıkıyordu ve orada bakır filizini kısmen eritiyorlardı ve böylece de bazı fırınlara getiriliyordu ve burada mangal kömürü ve körüklerle işlemi tamamlıyorlar. Bu kadarını gördüm, ama madenleri görmeye gitmediğimi söylemeye utanıyorum. Hava o kadar rüzgârlı ve fırtınalıydı ki; manastırlardan sonra birçok tepeyi tırmanmak zorundaydım. Bakır yuvarlak disklere dökülür ve develerle taşınır -bugün onlardan teller halinde bulduk. Geceleyin hava çok yağmurluydu ve bugün çok güzel bir yolculuk yaptık. Sabah boyunca durmadan yağdı ve öğleden sonra 3’e kadar güneş görmedik. Uzun zamandır hiçbir şeyden bu kadar zevk almamıştım; hava çok soğuktu. Dar Dicle vadisine kadar birkaç saat yolculuk yaptık, çok güzel ve engebeliydi; ve Dicle’nin varlığının başladığı çok güzel küçük bir ovaya geldik; buğday tarlalarının arasından, söğüt kümelerinden söğüt kümelerine akmaktaydı. Wiske’den daha büyük olmayan ve kaynağına yaklaşık 4 saatte ulaştığımız küçük akarsudan ayrıldık. Öğle yemeğini yediğim yere yağan yağmurla birlikte yolculuk yaptık ve sıcak kahve içtim. Yağmur durmasına rağmen bulutlar tepelerin üstünden sürüklenmekteydi. Yol bizi mükemmel bir gölün doğu tarafındaki kısmına götürdü. Gölün ismi Gölcük (Hazar), tepelerin arasında derin bir yerde; daha sonra yüksek bir alana tırmandık, tepeye geldiğimizde ayaklarımızın dibinde büyük verimli bir ova gördük. Puslu tepelere, doğuya doğru uzanmaktaydı. Karşı tarafında sadece 3 saat uzaklıkta olan Harput duruyordu, ama 10 saattir yürümekte olduğumuz için ilerlememeye karar verdim ve yolumuzun üstündeki bir dut bahçesinde kamp kurduk. Dutlar olgundu ve bu da olanı iyi yapıyordu ve çadırımdan ovaya kadar olan manzara çok güzeldi. En sonunda Küçük Asya’ya (Türkiye’nin batısına demek isteniyor. M. Üzülmez) gitmem gerektiğini hissediyorum, başka hiçbir ülkenin onunki gibi tepeleri ve gölleri yok, köyler kavaklık koruların ve gülümseyen vadilerin içinde kurulmuş. İnsanların hepsi Kürtçe yerine Türkçe konuşuyor, bu da çok güzel, ben de tekrar kötü Türkçeme başlıyorum. Kızınız Gertrude.

22 Haziran 2007
Ergani Haber Gazetesi

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.