“Konuşan Fotoğraflar”

okuma süresi: 5 dk.

“İşgalcilerin kül ve enkaza çevirdiği kentlerin ve külün içindeki közün fotoğrafını çekiyoruz.
Serin dağ başlarında konuklarını bekleyen rüzgârın, kayalarda ağlayan suların, bize birlikte yaşamayı öğreten ağaçların fotoğrafını çekiyoruz.” -Mehmet Özer

Konuşan Fotoğraflar bilgisayar marifetiyle oluşturulmuş bir animasyon sonucu konuşan fotoğraflar değil; ülkesinden ayrı düş(ürül)müş bir şairimizin, Adil Okay’ın değişik zaman ve mekânlarda siyah-beyaz çekmiş olduğu fotoğraflardır. Asya, Afrika ve Avrupa’da çekilmiş bu fotoğraflar Ütopya Yayınları tarafından (Kasım 2008’de) Konuşan Fotoğraflar adıyla kitap olarak yayınlandı şimdi. Kitapta yer alan fotoğraf, fotoğraf altı yazı ve şiirler Adil Okay’ın 25 yıllık sürgünlüğüne ve bulunduğu yerlerdeki gözlemlerine tanıklık etmekte.

Kül ve “külün içindeki közün” fotoğrafını çeken Adil Okay Antakya doğumlu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu ilde, yüksek öğrenimini Adana’da yaptı. Politik nedenlerden Adana ve Ankara cezaevlerinde yattı. 1978’de uğradığı silahlı saldırıda bir bacağı, 1980’de işkence sonucu bir kolu sakat kaldı. 12 Eylül darbesinden çok kısa bir süre önce Adana cezaevinden firar etti. 1981’de yurtdışına çıktı. Bir buçuk yıl kadar Lübnan’da, Filistin kamplarında kaldı. 1983’te Fransa’ya yerleşti. Yerli ve yabancı birçok (yerel ve ulusal) gazete ve dergilerde şiir, öykü, deneme ve makaleleri yayınlandı. 15. Ömer Seyfettin Öykü Yarışması ile 6. Hasan Bayrı Şiir Yarışması’nda ödül aldı. Konuşan Fotoğraflar yazarın onuncu kitabı oluyor.

Konuşan Fotoğraflar’da sadece yer alan fotoğraflar değil, fotoğraf karesindeki fonda yer alan her nesne, her görüntü sanki konuşuyor. Bu nedenle, sesi uzaktan bile duyuluyor. Fotoğraflarda konuşmaların fonem’i (ses birimi) olmasa bile uzun çileli yılların birikiminden süzülen duygu yoğunluğu var. Kitabın 154 sayfasının her bir sayfasında bir fotoğraf ve fotoğraf altlarında da şiir, öykü, deneme türünde kısa kısa uyumlu yazılar yer almakta. Kitapta âdeta ışıkla harfler, görüntülerle sözcükler dans etmekte. Maksim Gorki; sinema, “yaşamın kendisi değil ama gölgesi”dir der. Bu tanımdan hareketle; fotoğraf, yaşamın kendisi değil ama yaşamdaki an’ların görüntüleridir: Sinema, görüntü, hız ve hareket; fotoğraf, görüntü, ışık ve hareketsizliktir diyebiliriz. Yani fotoğraf bir anlamda, bir anlığına zamanı durdurmaktır. Ve bu da çok şeyi ifade eder: İnanılmaz işleri yaptıran, ölüm ve yok olmaya karşı bir tepki olan yaşama sevinci için çok büyük şeylere gerek yok, iyi bir fotoğraf bir kıvılcım olabilir. Hele bu fotoğraf bir direniş adamının, bir devrimcinin, bir şairin ustaca denkleşöre dokunduğu fotoğraf olursa… Ve de altına güzel birer hikâye, şiir yazmışsa…

Yazarımızın izniyle birkaç fotoğrafı ve fotoğrafların altında yazılanları paylaşmak istiyorum:

Sayfa 18: Fotoğrafta Paris’te(?) güzel bir caddede bir baba çocuk arabasında çocuğunu gezdiriyor. Fotoğrafın altına şunlar yazılmış: “Az çalışmaya, aşka, sanata, spora, çocuklarımıza zaman ayırmaya ihtiyacımız var. Ekmek bulamayan insanların olduğu, hala açlıktan çocukların öldüğü bir dünyada bunları savunmak fantezi gibi gelebilir. Ağlamayana ekmek vermiyor zalimler. Eğer Amerika işçilerinin başını çektiği sekiz saatlik işgünü mücadelesi verilmeseydi, bugün hala günde oniki saat çalışıyor olacaktık. Kapitalist sistemin son zaferi, dünyanın ve tarihin sonu değildir. Yeni bir dünya, alternatif bir düzen mümkündür. Zor, ama imkansız değildir.”

Sayfa 42: Fotoğrafta baraka tipi pejmürde dükkanların önünde 7-10 yaşlarında 2 çocuk başları üzerine üst üste konmuş yufka ekmek taşıyor. Büyük olanın bir elinde plastik yoğurt kovası var. Küçük olan sağ eliyle başının üstündeki ekmekleri tutmuş. Çocuklar ekmeğe kavuşmanın, ekmek bulmanın mutluluğuyla keyifle kendi aralarında konuşuyorlar. Fotoğrafın altına şunlar yazılmış: “Suriye’de ekmek baş üstünde taşınıyor. Ekmeğin kutsal sayılmasından olmalı. Yıllar önce akademide sınıf arkadaşım olan Kürt Hamit, ekmeği elimde sallayarak evlerine geldiğimi görünce ‘Aman ne yapıyorsun, ekmek belden aşağı taşınmaz. Konu komşu ne der sonra?’ diye beni uyarmıştı. Ekmek kutsal katılıyorum. Şarap da öyle. Zira emek kutsal.”

Sayfa 64: Fotoğrafta Avrupa kentlerinden birinde çantası omzunda bir kadın, her iki elinde birer döviz taşıyarak tek başına bir şeyleri protesto ediyor. Havada da yazılı pullar uçuşuyor. Daha arkada iki kişi bir dükkânın önüne oturmuş muhabbet ediyor. Fotoğrafın altına şunlar yazılmış: “Ezberlenmiş sözcüklerden ibaret yaşamımız. Duymayı istediğimiz sözcüklerle, sahte iltifatlarla, plastik çiçeklerle mutlu oluyoruz. Kelime dağarcığımızın dışına çıkan insanları, rahatsız edici bozuk radyo olarak görüyoruz. Sessiz ve iki yüzlü bir anlaşma var aramızda. İttifak halinde saldırıyoruz, ezberlenmiş sözcüklerin ve sloganların dışına çıkanlara. Statükoya kafa tutan, ellerini ateşe koyan insanlara. An’ı kurtardığımızı sanıyoruz. Kafamızı kuma sokuyoruz. Kendimizi kandırıyoruz. Yalnız kaldığımızda da, çatlamamışsa henüz ar damarımız, utanıyoruz. Utanıyoruz yerlere düşen sloganları toplayan ve haykıran çocuklardan. Bir de utanmayanlar var…”

Kısacası, Konuşan Fotoğraflar insanı duygulandırıyor, hüzünlendiriyor, düşündürüyor ve zaman zaman da isyan ettiriyor. Yeşil Dolar’ın Kıble olduğu günümüzde, bize insan’lığımızı hatırlatıyor. Bakın, bir Arap (ya da Kürt) kız çocuğunun fotoğrafı altına yazılan bir şiirde bizlere neler anlatıyor:

“Duyduk duymadık demeyin
Haram lokma yemeyin
Dinleyin barışı çocuklardan
Ama sakın unutmayın
Her kim ki savaşa karşı çıkmaz
İnsanları sevmez
Çocuklara şeker almaz
Okuduğu bu mübarek şiirleri
On nüsha yapıp dağıtmaz
Evi başına yıkılacak
Cehennemde yanacaktır
Duyduk duymadık demeyin…” (s.31)

25 Aralık 2009 tarihinde
http://www.sivildusunce.com
ve http://www.kritize.net sitelerinde yayımlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.