“İnsan aklı ve düşünmesiyle fazileti (iyi) ve kötü işleri birbirinden ayırt eder” -Aristo
Günümüzde Müslüman ülkelerden gerçek anlamda neden bilim adamı, düşünür çıkmıyor? Neden insanlığın gelişimine bir katkı sunamıyorlar? Neden Müslüman ülkeler ekonomik, sosyal, siyasal, askeri ve teknolojik alanda geri?
Geniş anlamda bu geri kalmışlığın, bu düşünce fukaralığının altında ne yatmaktadır? Neden İslâmî düşünceden mi kaynaklanıyor, yoksa İslam ülkelerinde egemen olan İmam Gazalî’nin sorgulamayı men eden, “her şeye vahiy mantığıyla bakılması gerekir” şeklindeki kabul gören baskın anlayışından mı kaynaklanıyor?
Benzer soruları çoğaltabiliriz. Bence sorun İslami düşüncede değil; Müslüman ülkelerde egemen olan İmam Gazali’nin sorgulamayı men eden, her şeye Vahiy mantığıyla bakılması gerekir şeklindeki düşüncesinden kaynaklanıyor. Şöyle geriye bir dönüp baktığımızda; el-Farabî, İbni Sina, İmam Gazalî, İbni Rüşd, İbni Haldun, Şeyh Sadî, Ömer Hayyam, el-Birunî, el-Gazen, el-Kindî… gibi bilim ve düşünce adamlarının yazmış oldukları eserlerle bilim ve düşün dünyasına nasıl muazzam katkılar sunduklarını görürüz. Bunlar, yoksa Müslüman değildiler mi? Hâşâ! Müslüman’dılar. Peki, nasıl oluyor da bu bilim ve düşün adamlarının eserleri Batı’da hâlâ ilgiyle okunuyor ve inceleniyor? Çünkü yaklaşık 1300’lü yıllara kadar kısıtlı da olsa, İslâm düşünürlerinde sorgulayıcı, bilgi ve olgulara karşı kuşkulu yaklaşım var idi. Bilinmeyenin önünde eğilmiyorlardı.
Örneğin;
-Macellan’dan çok önce Suriyeli Ebul Fida, dünyayı dolaşan bir yolcunun, gittiği yöne göre, takvimden bir gün geri kalacağını ya da bir gün ileride olacağını ispat etmişti.
-Kopernik’ten çok daha önce Harzemli el-Birunî, dünyanın kendi ekseni çevresinde dönüşünün, yıldızların yer ve durumlarını gösteren cetvelle de aykırı olmadığını söylemişti.
-Arap fizikçi el-Gazen, ufkun ötesinde güneşin nasıl indiğini gözetleyerek, hava okyanusunun yüksekliğini alacakaranlığın sınırlarına kadar ölçmüştü.
-99 eser bıraktığı söylenen, “düşünen insanı her şeyin üstünde gören” İbni Sina (980-1037), tıp, mantık, fizik, ilahiyat üzerine “zındıkça” çalışmalar yaparak çok yönlü bilime muazzam katkılar sunmuştur.
-İbni Haldun (1334-1406), Mukaddime adlı eseriyle sosyolojinin temellerini atmıştır. Vs…
Bunlar, hava okyanusunun yüksekliğini ölçüp gezegenlerin yolunu tespit ederken, bazıları da küçük zerrecikler âlemini inceliyordu. Bunlar Aristoteles’i iyice biliyorlardı. İskenderiyeli bilim adamlarının kitaplarını da okumuşlardı. Kısacası, insanlık yine büyük adımlarla ilerliyordu. Sonra Doğu’da parlayan kültür ışığı sönmeye başladı. Doğu’ya koyu bir karanlık çöktü. Şehirlerin meydanlarında kitaplar yakılmaya başlandı. Bağdat’tan kovulan bilim, ta Kordoba’da (İspanya) barınak buldu: Bilim nerede saygı görürse, orası evi olmuştur hep.
Bağdat’ta, insanlardan uzak yaşayan filozof İmam Gazalî (1059-1111), bilginin gereksiz, aklın güçsüz olduğunu söylerken, Kardova’da XII. yüzyılda filozof İbni Rüşd (1126-1198), bilimi cesaretle savundu. “İslâm’ın Aristo’su” İbni Rüşd, en büyük mutluluğun bilinmeyenin önünde eğilmekte değil, her şeyi öğrenmeye can atmakta olduğunu savundu. O, insanlığın ortaklaşa düşünüşünden söz ediyordu. Ama İbni Rüşd gibilerin gücü yetmedi. İslâm düşünsel anlamda karanlığa gömüldü. “Amel etmesek O’nun vaadettiği gerçek saadete” nasıl erişebiliriz diyen İmam Gazalî’nin tekçi, akıl yerine nakili esas alan, ve her şeyin Vahiy ile açıklanması gerekir, her şeyin Kuran’da yazılı olduğu,-aksi halde, sorgulama yapılırsa, kuşkulu bir yaklaşım içinde olunursa Allah’ın varlığı ve birliği (tevhid)’nin de tartışılacağı; bunun da “küfür” olduğunu açıklayan düşüncesi İslâm âlemine egemen oldu. O’na göre biz, bize Vahiy olanı kabul etmeliyiz. Dünya’ya, olaylara Vahiy bakışıyla bakmalıyız, yorumlamalıyız. Hikmetten sual olunmaz!
Bu anlayışın sonucu, düşünsel anlamda Müslümanlar düşünce üretemez oldular. İslam, devletlerin dini oldu. Her şeyde geri kalındı. Bugün istemediğimiz, arzu etmediğimiz durum ortaya çıktı. (Dikkat edilirse, İslâm’ın gerileyişi de bu tarihlerde, 1300’lü yıllardan sonra başlamıştır.)
Bırakalım İmam Gazali’yi, bazı kesimlerce “sosyalist” bile olduğu iddia edilen Şark-İslam bilgini, sosyolog İbni Haldun bile Mukaddime adlı eserinde; “Felsefenin boş ve yanlış bir şey olduğuna ve bu bilgiyle uğraşanların yanlış bir yola sapmış olduklarına” dair açıklamalarda bulunur. Bugün aklı başında olan biri, felsefenin “boş ve yanlış bir şey” olduğunu iddia edebilir mi?
Bu doğru olmayan anlayış ve yaklaşımın en güzel örneği bugün Pakistan’da yaşanmaktadır. Pakistan’da bugün yaklaşık 50 bin medrese var. Bu medreselerde 50 milyon çocuk eğitim görüyor ve yine bu medreselerde 5 milyon molla ders vermektedir. Bunların ana dilleri Urduca, Peştunca, Kırgızca… ama medreselerde kendi ana dillerinde değil de, sürekli Arapça Kuran’ı okumaya çalışıyorlar. Peki, bu 55 milyon insandan düşünür çıkar mı?
Bırakalım düşünür çıkmasını, Ekim 2005’te yaşanan büyük depremde ne yapacaklarını dahi bilemediklerini televizyonlardan içimiz sızlayarak izledik. Sadece mollalar değil, çok iyi darbe yapmasını bilen Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin de eli kolu bağlı kaldı. Türkiye’de yolsuzluğa batmış olan Kızılay gibi bir kurum, Pakistan’da depremin koordinatörlüğünü üstlendi. Depremde ölenlere mi, yaralananlara mı, evsiz barksız kalanlara mı üzülelim, yoksa bu hakiki Müslümanların içler acısı durumlarına mı üzülelim, bilemiyorum?
Benim bildiğim Müslümanların şimdi karanlık, kör bir kuyunun içinde olduklarıdır. Karanlık kuyudan çıkılmadıkça da Müslüman ülkelerden zor düşünür çıkar.
Peki, Müslümanlar bu kör kuyudan nasıl çıkacaklar?
• Belleklerde doğa ile doğaüstü birbirinden ayrılacak,
• Doğa, yasaları ile tanınacak,
• Toplumlar, evrensel insani yasalarla oluşturulan kurumlarla yönetilecek,
• Bilgi ve gelişme sürekli olacak.
Şeyh Sadî (1213–1292), “durgun su çürür” diyor. Çürüyen su ise, kokar. Kokan su, insana şifa ve lezzet vermez, zehirler. Bilim, cesur koruyucuların olduğu yerde tüm engelleri aşar; düşünce nerede özgürleşirse, orada yeşerir. Vesselam…
Ocak 2006’de Bilim ve Gelecek dergisinde (Sayı: 23),
3 Şubat 2006 tarihinde Ergani Haber gazetesinde yayımlandı.