/

Sürdürülebilir Kalkınma ve Yoksullukla Mücadele

okuma süresi: 9 dk.

Hz. Muhammed; “Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu” diyor. Neden acaba?

Yoksulluk, ülkelerin en önemli toplumsal sorunlarından biridir. Çok haklı olarak, Konfüçyüs; “İyi yönetilen bir ülkede, fakirlik utanılacak bir şeydir. Kötü yönetilen bir toplumda, utanç verici olan zenginliktir” demektedir.

Bugün, açlık genellikle yiyecek bulunmamasından değil, satın alma gücünün olmayışından kaynaklanmaktadır. Ve yoksul ve aç olanlar çoğu zaman sağ kalabilmek için, yakın çevrelerini mahveder; ormanları keser, hayvanları, meraları talan eder, toprağı aşırı kullanır, boğulma durumuna gelmiş kentlere akıp oraları daha kalabalıklaştırırlar. Bu değişikliklerin kümülatif etkisi öyle çok şeyi değiştirir ki, yoksulluğu başta gelen global tehlikelerden biri haline getirir.

İnsanı insandan, insanlığı doğadan, bireyi toplumdan, kenti ülkeden, zihinsel etkinliği fiziksel etkinlikten, aklı duygudan ve kuşakları kuşaklardan ayıran büyük uçurumlar aşılmalıdır. Bir kıtlık dünyasında süren yaşam ve maddi güvenlik arayışının sona ermesi, özgürlüğün ve eksiksiz bir insan yaşamının ön koşulu olarak görülmelidir. “Önce insanların karnı doymalı, sonra ahlaklı olmaları istenmeli“dir. Yoksa Balzac’ın dediği gibi, “Yoksulluğun hüküm sürdüğü yerde, ne utanma kalır, ne suç, ne namus, ne de ruh.

Acaba neden Hz. Muhammed; “Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu” diyor, hiç düşündük mü?

Sürdürülebilir kalkınma herkesin temel ihtiyaçlarını karşılamayı, herkesin daha iyi bir hayata ilişkin beklentilerini gerçekleştirme fırsatına kavuşturulmasını gerektirmektedir. Yoksulluğun içine işlediği bir dünya; terör, ekolojik ve diğer tüm facialara her zaman eğilimli olacaktır. Yoksullaşan çevre ise onları daha yoksullaştıracaktır, geleceklerini daha güç ve daha kuşkulu hale getirecektir.

DPT’nın verilerine göre, Türkiye’de oldukça eşitsiz bir gelir dağılımı var. Bu konuda Tanzanya’dan bile gerideyiz. Bugün nüfusun en varlıklı beşte birlik kesimi ulusal gelirin yarısını alırken, en yoksul beşte birlik kesimin ulusal gelirden aldığı pay %5’te kalmaktadır. (Türkiye Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, DPT, Şubat-1999, s:7.) Olaya hane ya da kişi başına düşen mutlak gelirler açısından bakıldığında gerek kent, gerek kır kesiminde önemli bir yoksulluk düzeyinin varlığı gözlenmektedir. Savaş ve “düşük yoğunluklu savaş“ları saymasak, gelir dağılımındaki adil olmayan yapı üretim yetersizliği ve düşük verimlilik yoksulluğun nedenlerini oluşturmaktadır. 5 Yıllık Plan‘larda, yapılan bütçelerde, gelmiş-geçmiş hükümet programlarında kişi başına gelirin artması, istihdamın yükseltilmesi, gelir dağılımının yükseltilmesi, gelir dağılımının düzeltilmesi yer almasına karşın yoksulluk ortadan kaldırılamamıştır. Yoksullukla mücadelenin, yaşama hakkı, sosyal adalet, adil gelir dağılımı, fırsat eşitliği, etkin bir sosyal güvenlik sistemi ve güçsüzlerin korunması kavramlarından oluştuğu kabul edilmeli, bu bakışla toplumsal yaşam yeniden yapılandırılmalıdır.

Büyük veya küçük kentlerin kıyısında ve çevresinde gecekondu bölgeleri olarak adlandırılan alanlarda, düzensiz yerleşim bölgelerinde yoğunlaşan, kentin sağladığı hizmet ve olanaklardan yararlanma payları düşük olan bu geniş kitlenin yaşama standartlarının yukarıya çekilerek yükseltilmesi için ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde projeler geliştirilmelidir. (Bölgesel ve kentsel kalkınma projeleri, beceri ve meslek edindirme kursları gibi…) Daha açık bir ifadeyle, kentsel yoksulluk ve yoksulluğun ortaya çıkardığı olumsuzluklarla mücadelenin başarıya ulaşması için, merkezi yönetim finans ve oluşturulacak plan ve projelere katkılarıyla bu mücadeleye destek olmalıdır.

Devlet, ekonomik açıdan güçsüz olan yurttaşları destekleyecek önlemleri almalı, bu bağlamda Yeşil Kart uygulaması genişletilip işsizlik sigortası oluşturmalı, emeklilerin güvenlik kurumlarından elde ettiği gelirin geçinmeyi sağlayacak bir miktarda olması esas alınmalıdır. Kadın ve özürlülerin toplumsal ve ekonomik hayata kazandırılması için gerekli yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır.

Gelir dağılımında adaletin sağlanması esas olarak serbest pazarlık ortamının oluşturulmasına ve insanlarımızın bilgi ve beceri düzeylerinin yükselmesine bağlıdır. Bu, çalışmayanlara aş ve işin sağlanması, çalışanların mesleki ve demokratik örgütlenmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasıyla mümkündür. Bunun için de örgütlenme, düşünce özgürlüğü ve anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılmalıdır. İnsanların bir kısmı açken, karnı tokların tatlı uykuları her an yarıda kalabilir.

Yukarıda açıklanan hedeflerin gerçekleşmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için Ulusal

Hz. Muhammed; “Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu” diyor. Neden acaba?

Yoksulluk, ülkelerin en önemli toplumsal sorunlarından biridir. Çok haklı olarak, Konfüçyüs; “İyi yönetilen bir ülkede, fakirlik utanılacak bir şeydir. Kötü yönetilen bir toplumda, utanç verici olan zenginliktir” demektedir.

Bugün, açlık genellikle yiyecek bulunmamasından değil, satın alma gücünün olmayışından kaynaklanmaktadır. Ve yoksul ve aç olanlar çoğu zaman sağ kalabilmek için, yakın çevrelerini mahveder; ormanları keser, hayvanları, meraları talan eder, toprağı aşırı kullanır, boğulma durumuna gelmiş kentlere akıp oraları daha kalabalıklaştırırlar. Bu değişikliklerin kümülatif etkisi öyle çok şeyi değiştirir ki, yoksulluğu başta gelen global tehlikelerden biri haline getirir.

İnsanı insandan, insanlığı doğadan, bireyi toplumdan, kenti ülkeden, zihinsel etkinliği fiziksel etkinlikten, aklı duygudan ve kuşakları kuşaklardan ayıran büyük uçurumlar aşılmalıdır. Bir kıtlık dünyasında süren yaşam ve maddi güvenlik arayışının sona ermesi, özgürlüğün ve eksiksiz bir insan yaşamının ön koşulu olarak görülmelidir. “Önce insanların karnı doymalı, sonra ahlaklı olmaları istenmeli“dir. Yoksa Balzac’ın dediği gibi, “Yoksulluğun hüküm sürdüğü yerde, ne utanma kalır, ne suç, ne namus, ne de ruh.

Acaba neden Hz. Muhammed; “Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu” diyor, hiç düşündük mü?

Sürdürülebilir kalkınma herkesin temel ihtiyaçlarını karşılamayı, herkesin daha iyi bir hayata ilişkin beklentilerini gerçekleştirme fırsatına kavuşturulmasını gerektirmektedir. Yoksulluğun içine işlediği bir dünya; terör, ekolojik ve diğer tüm facialara her zaman eğilimli olacaktır. Yoksullaşan çevre ise onları daha yoksullaştıracaktır, geleceklerini daha güç ve daha kuşkulu hale getirecektir.

DPT’nın verilerine göre, Türkiye’de oldukça eşitsiz bir gelir dağılımı var. Bu konuda Tanzanya’dan bile gerideyiz. Bugün nüfusun en varlıklı beşte birlik kesimi ulusal gelirin yarısını alırken, en yoksul beşte birlik kesimin ulusal gelirden aldığı pay %5’te kalmaktadır. (Türkiye Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı, DPT, Şubat-1999, s:7.) Olaya hane ya da kişi başına düşen mutlak gelirler açısından bakıldığında gerek kent, gerek kır kesiminde önemli bir yoksulluk düzeyinin varlığı gözlenmektedir. Savaş ve “düşük yoğunluklu savaş“ları saymasak, gelir dağılımındaki adil olmayan yapı üretim yetersizliği ve düşük verimlilik yoksulluğun nedenlerini oluşturmaktadır. 5 Yıllık Plan‘larda, yapılan bütçelerde, gelmiş-geçmiş hükümet programlarında kişi başına gelirin artması, istihdamın yükseltilmesi, gelir dağılımının yükseltilmesi, gelir dağılımının düzeltilmesi yer almasına karşın yoksulluk ortadan kaldırılamamıştır. Yoksullukla mücadelenin, yaşama hakkı, sosyal adalet, adil gelir dağılımı, fırsat eşitliği, etkin bir sosyal güvenlik sistemi ve güçsüzlerin korunması kavramlarından oluştuğu kabul edilmeli, bu bakışla toplumsal yaşam yeniden yapılandırılmalıdır.

Büyük veya küçük kentlerin kıyısında ve çevresinde gecekondu bölgeleri olarak adlandırılan alanlarda, düzensiz yerleşim bölgelerinde yoğunlaşan, kentin sağladığı hizmet ve olanaklardan yararlanma payları düşük olan bu geniş kitlenin yaşama standartlarının yukarıya çekilerek yükseltilmesi için ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde projeler geliştirilmelidir. (Bölgesel ve kentsel kalkınma projeleri, beceri ve meslek edindirme kursları gibi…) Daha açık bir ifadeyle, kentsel yoksulluk ve yoksulluğun ortaya çıkardığı olumsuzluklarla mücadelenin başarıya ulaşması için, merkezi yönetim finans ve oluşturulacak plan ve projelere katkılarıyla bu mücadeleye destek olmalıdır.

Devlet, ekonomik açıdan güçsüz olan yurttaşları destekleyecek önlemleri almalı, bu bağlamda Yeşil Kart uygulaması genişletilip işsizlik sigortası oluşturmalı, emeklilerin güvenlik kurumlarından elde ettiği gelirin geçinmeyi sağlayacak bir miktarda olması esas alınmalıdır. Kadın ve özürlülerin toplumsal ve ekonomik hayata kazandırılması için gerekli yasal ve idari düzenlemeler yapılmalıdır.

Gelir dağılımında adaletin sağlanması esas olarak serbest pazarlık ortamının oluşturulmasına ve insanlarımızın bilgi ve beceri düzeylerinin yükselmesine bağlıdır. Bu, çalışmayanlara aş ve işin sağlanması, çalışanların mesleki ve demokratik örgütlenmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasıyla mümkündür. Bunun için de örgütlenme, düşünce özgürlüğü ve anadilde eğitimin önündeki engellerin kaldırılmalıdır. İnsanların bir kısmı açken, karnı tokların tatlı uykuları her an yarıda kalabilir.

Yukarıda açıklanan hedeflerin gerçekleşmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için Ulusal Gündem 21 Programı; yerel yönetimlerin idari, mali, personel ve araç-gereç yönünden desteklenmesi, yetkilerin kademeli olarak yerel yönetimlere devrini mümkün kılacak şekilde oluşturulmalıdır.

Doğru her zaman bir amaç olacaksa, yanıt da yeterince açık olmalıdır. Kentlerde yoğunlaşan nüfusun, bu arada geniş kitlesel fakir kitlenin üretim ve tüketim süreçlerinin düzenlenmesi, bir yandan kent olarak ihtiyaçların düzenlenmesi, bir yandan da fakir kitlelerin kendine özgü gereksinimlerinin karşılanması, kentin temel işlevidir. Kent yönetimi, bu işleri kent yönetimi, yani Belediye aracılığı ile yerine getirir. Ancak, belediyelere ulusal gelirden ayrılan pay, görevleri ile orantılı olmamaktadır. Siyasal rejim demokratikleştikçe, yerel yönetimler daha çok önem kazanmakta ve geleneksel işlevlerinin yanı sıra sosyal iyileşmenin ve demokratikleşmenin bir aracı olarak da görülmektedir.

Uygarlık düzeyimizi, kolektif bilinç düzeyinin, katılımcılığımızın yoğunluğunun ve sorumluluk anlayışımızın niteliğinin belirlediğini unutmayalım!

25 Haziran 2005 tarihli Ergani Haber gazetesinde ve 10 Aralık 2005tarihinde de Hürriyetim /Agora‘da yayımlanmıştır.

ogramı; yerel yönetimlerin idari, mali, personel ve araç-gereç yönünden desteklenmesi, yetkilerin kademeli olarak yerel yönetimlere devrini mümkün kılacak şekilde oluşturulmalıdır.

Doğru her zaman bir amaç olacaksa, yanıt da yeterince açık olmalıdır. Kentlerde yoğunlaşan nüfusun, bu arada geniş kitlesel fakir kitlenin üretim ve tüketim süreçlerinin düzenlenmesi, bir yandan kent olarak ihtiyaçların düzenlenmesi, bir yandan da fakir kitlelerin kendine özgü gereksinimlerinin karşılanması, kentin temel işlevidir. Kent yönetimi, bu işleri kent yönetimi, yani Belediye aracılığı ile yerine getirir. Ancak, belediyelere ulusal gelirden ayrılan pay, görevleri ile orantılı olmamaktadır. Siyasal rejim demokratikleştikçe, yerel yönetimler daha çok önem kazanmakta ve geleneksel işlevlerinin yanı sıra sosyal iyileşmenin ve demokratikleşmenin bir aracı olarak da görülmektedir.

Uygarlık düzeyimizi, kolektif bilinç düzeyinin, katılımcılığımızın yoğunluğunun ve sorumluluk anlayışımızın niteliğinin belirlediğini unutmayalım!

25 Haziran 2005 tarihli Ergani Haber gazetesinde ve 10 Aralık 2005tarihinde de Hürriyetim /Agora‘da yayımlanmıştır.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.