Çermik’e Sol ve Devrimci Görüşlerin Girişi

okuma süresi: 23 dk.

Kamil Sümbül

Yaşamımda iz bırakan anılar-3

1960’ların sonlarına geldiğimizde Çermik’te derli toplu bir sol ve devrimci görüşler, çevre ilçeler Siverek ve Ergani ile karşılaştırıldığında yok denecek gibiydi. 1960’ların ortalarından sonra çok sayıda olmasa da mezun olan bazı öğretmenlerin farklı bir duruşları olduğu göze çarpmaktaydı. Bunlar; İsmet Özden, Ekrem Kılıç, Ebubekir Pamukçu, Osman Bardakçı ve Çermik maliyesinde memur olan Mehmet Ali Esmer Çermik’te ilk kez bazı yenilikleri başlatmanın öncüleriydiler.

Çermik Maliye Müdürlüğünde çalışan Mehmet Ali Esmer öğretmen değildi ama aydın biri olduğu, Çermik’e yeni gelmeye başlayan günlük gazeteleri alıp okuyan, ülke sorunlarını kahvede diğer öğretmenler ve Çermiklilerle konuşup tartışırdı. İsmet Özden’in kaldığı ev nenemin evine bitişikti ve ben yaz ayları hemen her gece nenemin damında uyurdum. İsmet Hoca’nın kaldığı evin damı da bitişik olduğundan nenemle birlikte onlara misafirliğe gittiğimizde çok sayıda kitaplarının olduğunu gördüm. İsmet Hoca’dan kitaplarını okumak istediğimi söyleyince bana Aziz Nesin, Mahmut Makal, Orhan Kemal’in kitaplarından birkaç tane vermiş okumaya başlamıştım. Şimdiye kadar okuduğum kitaplar; anlamını bilmediğim Arapça Kuranı Kerim, Hz. Ali’nin cenkleri ve okul kitaplarıydı. 1970’lerin başına kadar aydın, ilerici görüşlere sahip olan İsmet Özden’in birden yön değiştirip dinci olması, hanımının kapanması, dinci kesimlerle oturup kalkmaya başlaması beni şaşırtmıştı.

Ekrem Kılıç Çermik’in köylerindendi, her Çermik’e gelişinde elinde bir fotoğraf makinası vardı. Elinde makinasıyla Çermik’in tarihi ve doğal manzaralarını çekmesi ile farklı biri olduğu belli oluyordu. Ekrem Kılıç fotoğraf çekmenin yanında resim yapmayı da sevdiğinden Çermik’in bazı yerlerini bir tabloya çizip boyalamaktaydı. Ekrem Hoca da ilerici görüşlere sahip olmanın yanında Çermik’in ilk ressamı, eğer Nacar Kazım ve Bakırcı Adil’in iki adet eski sulu fotoğraf makinesini saymazsak ilk fotoğraf çekeni unvanına sahiptir. Bugün, yaşlanmasına rağmen hâlâ resim yaptığı gibi Diyarbakır Musiki Cemiyeti korosunu yönetmektedir. Tek gördüğüm eksikliği, Kürtçe anadili olmasına rağmen Kürt sorunu karşısında şimdiye kadar bir tavrını göremeyişimdir.

Ebubekir Pamukçu da Çermik’te ilk kez şiir yazan biriydi. Çok okuyan ve zengin bir kütüphanesi olduğu söylenirdi. 1972 yaz ayında üniversite imtihanı için Ankara’ya gitmiştim. Ankara Ulus semtindeki Rüzgarlı Sokakta Çermiklilerin kahvesinde çalışırken kahveye sık sık gelen Ebubekir Pamukçu bir gün 30-40 adet bastırdığı MEZARLIĞI UNUTMAK adlı şiir kitabını bana verip satmamı isteyince ben de kahveye gelen Çermiklilere satmıştım. Kitabın sonunda ise ben de dâhil birçok Çermiklinin ezberlediği BİZ KÜRDÜZ şiiri yer almaktaydı. Ayrıca ailece tanıştığımız, babamın dostları olan bir aileydi. Pamukçu ailesinden birçok genç okuyup öğretmen olup ilerici görüşler taşımaktaydılar. Amcası oğlu Hikmet Pamukçu ise deniz astsubayı olmuş fakat devrimci görüşleri ateşlice savunan biriydi. 1970’li yıllarda Pamukçu ailesinden öğretmenler ve gençleri TÖB-DER (Türkiye Öğretmenler Derneği) ve Kürt grupları içinde aktif olarak yer almışlardı. 1991’de Stockholm’de Ebubekir Pamukçu ile karşılaşınca bir kafateryada oturup uzun uzun sohbet etmiştik. Ben ona cezaevi yaşamımı anlatmıştım. Onu Kürt çevrelerinde göremediğimi söylediğimde bana; Kürt olmadığını Zazalar ayrı bir ulustur demesi üzerine tartışmıştık. Farklı bir yere geldiğini, ortak olarak hemşeriliğin dışında bir yanımın kalmadığını anlayınca haliyle ilişkilerim de zayıflamış oldu. 1991-95 arası çalıştığım matbaaya arada bir gelip çıkardığı Piya dergisini bastırırken selamlaşırdık. Hastalığını duyduğum zaman annem de yanıma gelmişti, birlikte iki kez ziyaretine de gitmiştim.

Çermik’te 1970 öncesi değişiklikte en büyük emeği geçen ise bibim (halam) oğlu Osman Bardakçı’ydı. Osman abi Çermik’e her gelişinde, evlerimiz arası 100 metre kadardı, yanına gidip odasından çıkmaz, getirdiği kitapları okumak isterdim. Diyarbakır yatılı Öğretmen Okulu’nu bitirince ilk tayin olduğu yer Isparta’da Fakir Baykurt’un köyüydü. Ona gittiği yerleri sorar Çermik’in dışında dünya nasıldı hep merak ederdim. Yine dayım oğlu Celal Değirmenci de Diyarbakır yatılı Öğretmen Okulu’nu okumaktaydı. Her Çermik’e gelişinde beraberinde Tommiks, Teksas çizgili kitapçıklarını getirince hemen alıp okurdum. Artık Celal Değirmenci’nin Tommiks, Teksas kitapçıklarının yeni serisini dört gözle beklerdim. Osman abi ise Tommiks, Teksas kitapçıklarının bana bir şey öğretemeyeceğini ısrarla söyler, kendi getirdiği kitaplardan verirdi.

Osman Bardakçı sadece Çermik’te kitap dağıtmayla kalmayıp, kahve köşelerinde zaman öldüren öğretmen ve memurlarla memleket sorunlarını tartışır, TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası)’nın mücadelesini anlatır, Çermik gençliğini voleybol oynamaya özendirmeye çalışırdı. Ortaokulun karşısındaki boş bir arazinin taşlarını birkaç arkadaşıyla birlikte temizlemiş, kendi parasıyla voleybol topu, ağı ve direklerini alıp kurmuş, kireçle de sahanın çizgilerini çizmişti. İlk başlarda ilgi az olmasına rağmen oyuna giderek ilgi artmış, öyle ki voleybol maçına başladıklarında kahvelerin yarısı boşalıp maçı izlemeye gelirlerdi. Ayrıca birkaç takım kurup iddiasına oynamaya başlayınca ilgi daha artmıştı. İddiaları; ya gazozuna, ya fırına bir güveç atmasına, ya da leblebi ve fıstığına oynarlardı. Hemen hemen tüm maçları izlerdim, gazoz içtiklerinde benim için de bir tane alır, avucuma leblebi veya fıstık doldurmayı da unutmazdı. Bazen Herefene yapmak için de oynarlardı. Herefene Çermik’e özgü bir kelimeydi; anlamı ya fırına büyükçe bir güveç atarlar, ya da balık tutarlar, yanına da taze ekmek, rakı ve meze türü şeyler alıp çay önüne gidip yiyip içip eğlenirlerdi. Masrafları ise yenilen takım öderdi. Bu duruma en fazla kahve sahipleri kızmaktaydılar fakat Çermikli öğretmenler, memur ve gençler voleybol oyununa iyice ısınmıştı.

Ortaokulu bitirmiştim, dayımoğlu Celal Değirmenci de öğretmen okulunu bitirmiş ve Çermik’e gelmişti. Bir konuşmamızda Alpaslan Türkeş’in o dönem slogan varı sözlerini söylediğimde sert bir tokat yüzüme vurup, bana: ‘O bir faşist! Sen nasıl onu översin’, diye bağırmış, ben de ağlayarak eve gitmiştim. Bir gün sonra beni çağırmış, bu kez bana bir yabancı yazarın kitabını vermişti. Yazarı Polonyalı Jerzy Kosinski, kitabın adı da BOYALI KUŞ’tu. Kitabı hızla okuduğumda çok etkilenmiştim. Şimdiye kadar okuduklarım Türkiyeli yazarların kitaplarıydı. İlk kez başka dünyaları, oraların yaşamlarını, kültürlerini ve savaşlarını anlatan bir kitap okumuştum. Dünya haritasındaki ülkelerin isimlerini coğrafya derslerinde okumuştum fakat bizden farklı dini inançları, değişik ulusları, İkinci Dünya Savaşı’nı, Yahudi soykırımını öğrenmiş oldum, düşünsel anlamda ufkum genişledi. Kitap, tüm ailesini kaybeden bir Yahudi çocuğu Polonyalı bir köylü evlatlık edinerek ölümden kurtarmıştı. Yahudi çocuğun yaşam mücadelesini anlatan kitap benim şimdiye kadar dini bir açıdan baktığım dar görüş açımı değiştirmiş, başka dünyaların da olduğunu beynime işlemişti. Devrimci fikirleri benimsememde bu kitap ilk adım olmuştu. Ayrıca Celal ağabeyin bana attığı tokat, yaşamımın en güzel ve beni değiştirmeye yarayan bir tokattı. Ellerine sağlık.

1969 son baharında Çermik’te lise olmadığından Siverek Lisesi’nde okumaya başladığımda çok farklı bir ortamla karşılaşmıştım. Lisede okuyan öğrencilerin çoğu sol politik görüşleri savunup tartışmaktaydılar. Lise öğrencileri arasında sol, sosyalizm tartışmaları olduğunda kulak misafiri olmaktaydım. Biz üç kardeş Mehmet Uzun’ların evindeki bir odayı kiralamıştık. Mehmet Uzun hemen her akşam bizim kaldığımız odaya gelir büyük ağabeyimle Türkiye İşçi Partisi’ni, sosyalizmi, kapitalizmi anlatıp konuşurlarken can kulağıyla dinlerdim. Mehmet Uzun okumam için bazı kitapları da bana vermiş, aklımda kalan sadece Erhan Bener’in bir kitabıydı. Lise ikiye devam ederken 12 Mart askeri darbesi olmuştu. Şehir ve kasabaların giriş çıkışında asker kontrolleri vardı. Okulun tatil olduğu günlerde Çermik’e Diyarbakır üzeri giderken bazen Ergani’de iner ya bibim çocuklarına ya da Çermik’te lise olmadığından çocukluk, ilk ve ortaokul arkadaşlarımın çoğu Ergani Lisesi’nde okuduklarından onların öğrenci evlerine gittiğimde hemen hemen tümünün de sol görüşleri savunduğunu, Ergani gençliğinin de Siverek gençliği gibi politize olduğunu gördüm. Sanırım Türkiye’de ilk lise boykotu Ergani Lisesi’nde yapılmıştı. Ergani çarşısında gezerken arkadaşlarım giden üç kişiyi ve ortada yürüyeni bana gösterdiler. Dersimli olup lisede öğretmen olduğunu, sol görüşler konusunda çok bilgi sahibi olup Ergani gençliğini hem lisede hem de kahvelerde çok etkilediğini anlattılar. Dikkatli baktığımda uzun boylu, yakışıklı ve simsiyah pala bıyıklarını ucundan aşağı kıvırmış haliyle etkileyici bir görünümü vardı. Arkadaşlarım bana isminin Kazım Budak olduğunu söylediler. Ergani’ye geldiğimde ayrıca akrabalarıma da uğrar Müslüm Üzülmez bana okumam için kitaplar verip Çermik’e getirirdim. Bekir Yıldız’ın hikâye kitaplarını ilk kez Müslüm’de görmüştüm. Özellikle KAÇAKÇI ŞAHAN kitabını zevkle iki kez okumuştum.

12 Mart darbesinin baskıları devam ederken gazetelerde ve halk arasında bir Deniz Gezmiş efsanesi de dolaşmaktaydı. Sıkıyönetimce arananların resimleri duvarlara yapıştırılmış, içlerinden biri Siverekli Necmettin Büyükkaya idi. Siverek ve Ergani’den çok sayıda insanların tutuklandıklarını duymaktaydım. 30 Mart 1972 Kızıldere’de Mahir Çayan ve 10 arkadaşının askerle çatışmaları dilden dile dolaşmakta içlerinden biri de Diyarbakırlı Ömer Ayna olunca ilgi ile izlenmekteydi. Denizlerin asılıp idam edilmeleri kafaları karıştırmış, şimdiye kadar anarşist diye anılan bu gençler halk arasında ilgi çekmekteydi. Ayrıca komşu ilçemiz Çüngüş’ün köklü ailelerinden biri olan Yıldızhan’lardan biri Niyazi Yıldızhan’ın Ankara’da Jandarma Genel Komutanı olan Kemalettin Eken’e suikast düzenlemesi olayı da halk arasında konuşulmaktaydı.

Osman Bardakçı Diyarbakır’ın Kulp ilçesine tayinini aldırmıştı. Kulp’ta bir Çermikli öğretmen daha vardı Mahmut Aktaş. Denizlerin idamını kınayan konuşmalarını duyan Kulp jandarma komutanı olan kıdemli başçavuş Mahmut Aktaş’ı karakola getirip işkence yapmıştı. Osman Bardakçı bunu duyunca karakola gidip Mahmut’u serbest bıraktırıp evine kucaklayarak getirmişti. Mahmut Aktaş’ın yüzü gözü kan içinde, sırtında dipçik darbeleri ayakları falakadan şişmiş bir haldeydi. Osman Bardakçı birkaç gün evinde misafir edip yaralarının verdiği acıyı hafifletmeye çalışmış, baş çavuşun 5. sınıftaki oğlunu sınıfta bırakıp Mahmut’un intikamını aldığını bizlere anlatmıştı. Mahmut Aktaş yediği bu darbeler karşısında daha bilenmiş gibi devrimci mücadeleye sarılmış, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nde okurken 1975’e kadar Diyarbakır’da okuyan faşist öğrencilerin önüne geleni dövenlerden biriydi. Ayrıca Diyarbakır’da 12 Mart sonrası ilk öğrenci derneği olan DYÖD’ün kurucularından biri olup sonradan DDKD hareketinin militanca bir savunucusu ve kadrosu olmuştu.

1971 Mayıs ayında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyan bibimoğlu Nurettin Değirmenci’nin askeri yönetimce tutuklandığını duyunca, tüm ailece üzülmüş ve merak etmiştik. Babam o sırada Ankara’daydı ve yeğeni Niyazi Değirmenci (Nurettin abi’nin büyük ağabeyi) ile birlikte İstanbul’a gidip ziyaret günü Selimiye kışlasına gitmişlerdi. Ziyaret saatini kaçırdıklarından içeriye alınmamışlardı. Babam kapıda nöbetçi olan bir astsubayı tanımıştı. Babam Urfa’ya buğday, bulgur almaya gider ve Çermik’te satardı. Buğday aldığı tüccarlardan birinin kardeşi olan astsubayı defalarca Urfa’da görmüştü. Babamı görünce astsubay yakın ilgi göstermiş, babam durumu anlatınca; yalnız seni götürüp görüştürebilirim, söyleyince babam görüş kabininde Nurettin abiyi görmüş Ankara’ya geri dönmüşlerdi. 68 kuşağından olan Nurettin abi THKP-C davasından Mahir Çayan gurubuyla birlikte yargılanmış aylarca içerde kalıp sonradan tahliye olmuştu. Çermik’te ise kahvelerde bazı dedikocu kişiler; ‘Çermik’ten de bir anaşit (anarşist) çıktı’, diye ailemize karşı dedikodu yapıp aleyhimizde konuşmaktaydılar. Nurettin abi’nin babası ve babamın üvey kardeşi aynı zamanda eniştesi olan Faho amca kahveye pek gitmediğinden yapılan dedikodular babamla amcamın kulağına gitmekteydi. O dönem Çermik’te anarşist demek; başıbozuk, namusu olmayan, komünist, halkın huzurunu bozan, devlet ve millet düşmanı, dinsiz ve imansız olarak biliniyordu.

Liseyi bitirip Çermik’e geri gelmiştim. Beş yaşında ilkokula başlamam nedeniyle 16 yaşımda lise mezunu olmuştum. Gelen bir haberde Nurettin Değirmenci tahliye olmuş ve yakında Çermik’e geleceğini bibimden (halamdan) duydum. Merdivenli bahçeli kahvede çalışmaya başladım. Ergani’ye gelen Nurettin abi Müslüm Üzülmez’le birlikte Çermik’e geldiler. Müslüm Üzülmez Ankara’da kimya mühendisliğinde okumaktaydı. Çalıştığım kahveye genelde öğretmenler ve memur olanlar geliyordu. Nurettin abinin geldiğini duyan eski tanıdıkları, ilerici öğretmen ve memurlar hemen kahvede başına toplanıp sohbete başladılar. Bazen üç masayı birleştirip etrafına lastikli kürsüleri dizerdim, oturup dinleyenler bazen 20 kişiyi bulmaktaydı. Nurettin abi, inançla, heyecanla, kararlı bir şekilde etrafındakilere sosyalizmi, kapitalist sömürüyü, devletin baskılarını, işçi sınıfını anlatırdı, fırsat buldukça konuşmalara kulak kabartırdım. Nurettin abi kaldığı iki hafta boyunca ya kahvede, ya Hamambaşı yolunda gezerek ya da bahçelerde toplanıp tanıdıklarıyla konuşmaktaydı. Şimdiye kadar Çermik’te birkaç öğretmen ve bir iki memurun sohbet düzeyinde konuşmaları yerini, Nurettin abi gelince bu insanlar aktif bir şekilde sol görüşleri savunan bir gurup olmaya başladı.

Nurettin abiyi hemen her gün dinleyip tartışan Mahmut Aktaş, Mehmet Ali Esmer, Süleyman Süzen, Hayrettin Şeker, Celal Değirmenci, Ahmet Engin, Hacı Osman Özer ve ismini hatırlayamadığım Çermikliler sol düşünceleri özümseyerek çevrelerinde anlatmaya başladılar. Fırsat bulduğumda Nurettin abiye sorular sorardım. Ben hâlâ toplumsal olaylara dinsel açıdan baktığımdan anlatılanları dinliyor fakat kabul edemiyordum. Nurettin abiye; yakında Ankara’ya üniversite imtihanlarına gireceğimi söyledim. Bana; eğer İstanbul’da bir okula girebileceksen Gümüşsuyu’nda İTÜ’ye (İstanbul Teknik Üniversitesi) gel ve Elektrik Bölümü’nde beni bulursun, demişti. Bu arada Çermik jandarma komutanı olan binbaşı (o dönem Çermik’te daha polis teşkilatı yoktu) bir gün babamı çağırmış ve; “yeğenine söyle dikkat etsin, kulağımıza bazı şeyler geliyor,” diye uyarmıştı. Nurettin ve Müslüm ağabeyler Çermikten ayrıldıklarında artık bir sol gurup, devrimci bir taban ve bunu savunanlar oluşmuş, özellikle Mahmut Aktaş aktif olarak çalışmakta, eldeki kitaplar gizlice elden ele dolaşmaya başlamıştı.

Üniversite imtihanı tarihinden birkaç gün önce Ankara’ya gittim. Ankara’ya ilk gidişim olduğundan imtihan yerini güçlükle buldum, az kalsın beni içeri almayacaklardı. İmtihandan sonra Çermik’e geri dönmek istemediğimden tanıdıklar Gençlik Parkı’nda bana iş buldu. Bir hafta kadar Gençlik Parkı gazinosunda komilik işinde çalıştım, aklıma yatmayınca oyuncaklar bölümünde iş buldum. Bu arada Gençlik Parkı gazinosunda garsonluk yapan Erganili Abdurrahman ve abisi Muharrem Demir’le tanıştım. Abdurrahman Demir’in sesi de güzeldi, Kürtçe türküler söyler dinlerdim. Gençlik Parkı’ndan ayrılıp Çermik’e gitmeden önce iki haftalık ücretimi muhasebeye gidip isteyince benim önümden birinin imza atıp ücretimi aldığını söyleyince şaşırmıştım. Tüm tartışmamıza rağmen, atılan imzanın benim olmadığını diretmeme rağmen paramı alamadım, büyük bir ihtimalle muhasebeci adıma imza atıp paramı cebine indirmişti.

Çermik’e geri dönüp sınav sonuçlarını beklerken Çermik Pazar Yeri’nde buğday satan babama bir süre yardım ettim. Üniversite sınav sonuçları gelmiş, iyi bir puan alamamıştım. Lise fen bölümünü bitirmeme rağmen sosyal puanım fen puanımdan fazlaydı. Ankara’da Dil Tarih, İstanbul’da Edebiyat Fakültesi ve Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim Bölümü’ne ön kayıt yaptırabileceğimden hemen önce Ankara’ya sonra da İstanbul’a gidip ön kayıt yaptırıp listeleri beklerken İTÜ’ye gidip Nurettin abiyi aradım. Okul kapısındaki polisler öğrenci olmadığımdan önce beni içeri bırakmadılar. Sonra polislerden biri Diyarbakırlı ve benimde oralı olduğumu kimliğimden öğrenince beni Elektrik Bölümü’ne götürdü. Sınıfta yoktu, tanıyan arkadaşlarından biri; biraz bekle birlikte evine gidelim, deyince biraz bekledim.

Arkadaşıyla okuldan çıkıp önce Karaköy’den vapurla Bostancı’ya, oradan da dolmuşa binip Suadiye’ye geldik. Bir apartmanın giriş katında dört okul arkadaşıyla birlikte oturmaktaydı. Bazen topluca bazen de her gün bir arkadaşı benimle konuşup sosyalizmi, devrimi, kapitalizmi anlatmaktaydı. Ben hâlâ dini değerleri savunduğumdan anlattıklarını tam kabul edemiyordum çünkü dinden hiç bahsetmiyorlardı. Sorduğumda ise; “inançlar Allah’la kul arasındadır, araya girilmesi doğru değil” derlerdi. Bir arkadaşı bana Kuran’ın Türkçesini okumam için getirmişti. Evlerinde kaldığım on gün içinde Türkçe anlamını okuyunca kafam tümden karışmıştı. Nurettin abi beni birkaç kez Bostancı sahiline götürüp ayağıma palet takarak yüzmeyi öğretmeye çalıştı. O dönem Bostancı sahili sakin, deniz temiz, halka açık, isteyen herkesin gidip yüzüp güneşlendiği yerler vardı ve daha bozulmamıştı. Tartışmalar sonucu sosyalizmin ezilen tabakalar için, yoksullar için bir kurtuluş yolu olduğu kafamda netleşmeye başladı.

Nurettin abi beni 1950 başlarında İstanbul’a gelip yerleşen babamın halası oğlunun iş yerine götürdü. Akrabamız olan Abbas Tanrıverdi -ona hep Xalo diye hitap ederdim- çok muhterem biri, akrabasına düşkün, misafirperver, cömert ve cana yakın biriydi. Hanımı ise İstanbullu, tam bir asilzade hanımefendisi idi. İş bulup Çermik’e gitmek istemeyince evlerinde 45 günden fazla kaldığımda yengemiz Mürüvvet abla sanki dün gelmişim gibi davranması, Xalo Abbas’ın cana yakınlığı, taşıdığı insani değerlerden çok etkilendim, onlardan çok şeyler öğrenip taşıdığı değerleri kendime bundan sonraki yaşamımda hep örnek almaya başladım.

Okumak istediğim bölümler de olmayınca yedek listeleri beklemek istemedim, babam da halası oğlu Xalo Abbas’a haber gönderip beni geri göndermesini isteyince ben de Nurettin abiye geri gideceğimi, bana dergi, gazete göndereceği adresi verip kara trene binip Diyarbakır’a dönmeye karar verdim. Kara tren İstanbul’dan Diyarbakır’a iki buçuk günde gitmesine rağmen biletleri ucuzdu. Trende bazı yolcularla samimi olup onlara sosyalizmi anlatmaya başlayınca ilgi ile beni dinliyorlardı. Kaldığım kompartımanda iki de Silvanlı vardı. Cebimdeki 20 lirayı ceketimin cebine koyarken görmüşlerdi. Ceketimi camın yanına asıp tuvalete gidip döndüğümde 20 liranın cebimde olmadığını görünce Silvanlı iki yolcuya; “paramı siz çaldınız,” diye bağırdım. Onlar da almadıklarını ve birbirimize bağırıp çağırınca tren görevlisi geldi ve durumu anlattım. Bana; “gördün mü” sorunca “geldiğimde cebimde yoktu” deyince, “görmemişsen bir şey yapamayız,” deyip gitti. Olay Kayseri’yi geçince olmuştu. Diyarbakır’a varıncaya kadar yiyecek bir şey alamadım. Kara tren Diyarbakır’a varınca istasyondan Dağkapı’ya kadar yürüdüm. Dayım Seydi Değirmenci o zaman Diyarbakır’ın en eski lokantalarından biri olan SİNAN’ın yerinde çalışmaktaydı. Yanına gidince bana büyük bir tasa paça çorbası doldurup yemem için verdi. Ayrıca cebime de on lira koyunca Çermik yol param çıkmış oldu. O dönem Diyarbakır Çermik 2,5 liraydı.

Çermik’e dönünce tekrar merdivenli kahvede çalışmaya başladım. Nurettin Değirmenci’nin oluşturduğu grupla temasa geçip onlara Nurettin abinin selamlarını ilettim. Mahmut Aktaş’la uzunca Çermik’te neler yapabileceğimizi, başta kendimizi ve sonra halkı nasıl bilinçlendireceğimizi grupla tartıştık. İçlerinde en genci bendim, yaşım daha 17 olmamıştı. İstanbul’dan Nurettin abinin gönderme sözü verdiği gazete YENİ ORTAM haftada iki kez verdiğim adrese gelmeye başladı, ardından Müslüm Üzülmez Ankara’dan YENİGÜN gazetesi ve kitaplar da postalamaya başladı. Elimizdeki kitaplar; Aziz Nesin, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Bekir Yıldız gibi yazarların kitaplarıydı. Kimlere verileceğini Mahmut Aktaş, saklama ve dağıtma işini de ben yapacaktım. Çalıştığım kahvede bir zula yeri yapıp kitap ve gazeteleri saklamaya başladım. Okuyacak kişiye ya bir naylon poşet içinde ya da eski gazete kâğıdına sarıp vermekteydim. Okuyup geri getiren de aynı poşet ve gazete kâğıdına sarılı bana vermekteydi. Bu kitaplar yasak değil piyasada satılmasına rağmen dönem 12 Mart ve sıkıyönetim dönemi olunca illegal olarak saklayıp dağıtıyorduk. Bir gün Mahmut Aktaş siyah bir naylon poşet içinde bir kitap bırakıp; “bunu herkese verme, ben kime ver desem ona vereceksin,” söyleyince merak etmiştim. Açıp bakınca ilk kez Lenin’in bir kitabını görmüş oldum, adı İşçi ve Köylü İttifakı’ydı. Grubumuzun en aktif üyeleri Mahmut Aktaş, Süleyman Süzer, Mehmet Ali Esmer, Hayrettin Şeker ve ismini yazmak için temas kuramadığım on civarı öğretmenlerdi. Bu arada Müslüm’ün bana verdiği yazarı Enver Atılgan’ın NUHUN ADAMI şiirini ve elime geçen Necati Siyahhan’ın NATAŞA şiirini ezberleyip sık sık okumaktaydım.

Çermik’te sol ve devrimci mücadeleyi geliştiren bir yer daha vardı: Ankara’da Ulus Rüzgarlı sokaktaki Çermiklilerin kahvesi. 1960’ların ortalarından sonra birçok Çermikli aile Ankara’ya taşınıp ya bir bakkal dükkânı ya da kahvehane açıp işletmeye başlamışlardı. Özellikle öğretmen ve memur olan Çermikliler tayin veya mesleki konularında ya da işi için Ankara’ya gittiklerinde uğradıkları ilk yer Çermiklilerin bu kahvesi olurdu. Kahveye o yıllar sadece Çermikliler gelmeyip, Erganililer, Siverekliler, Diyarbakır’ın tanınmış bürokratları ve arada bir Diyarbakır milletvekillerinin uğradığı bir yerdi. Çermik ve komşu ilçeler ile Diyarbakır’dan gelen yeni haberler ilk önce bu kahvede konuşulurdu. Kahveye aralıklarla gelen beş Çermikli: Ankara’da oturan ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan Emin Köse, ODTÜ’de okuyan Yusuf Andiç, deniz astsubayı Hikmet Pamukçu, yarım Çermikli Kimya Mühendisliği’nde okuyan Müslüm Üzülmez, eğer Ankara’daysa Nurettin Değirmenci gelenlerle kahvede konuşup sol ve sosyalist görüşleri anlatıp etkilemeye çalışırlardı. Ankara’dan dönen Çermikli öğretmen, memur ve gençler aramıza katılır, Çermik’te hatırı sayılır bir güç olmada o arkadaşların da etkisi çoktu. Ben ağırlıklı olarak yeni açılan lise gençleri ile konuşup sola kazandırmak için çaba sarf ederdim.

Çermik’te de TÖB-DER şubesi açmak için çalışmalar başladı. Çermik’te devletin gözü ve kulağı olan Nebo Mehmet (Akdağ) gücü yetebildiği öğretmenleri tehdit etmeye başladığı duyulunca başta Mahmut Aktaş ve diğerleri hemen tehdit edilen öğretmenlere sahip çıkıp tavır aldılar. Osman Bardakçı Diyarbakır merkezde öğretmenliğe başlamıştı. Her Diyarbakır’a gidişimde TÖB-DER lokaline uğrar uzun uzun konuşup onu dinler ve her gidişimde ondan birkaç kitap alıp Çermik’e dönerdim. Osman Bardakçı’nın Diyarbakır Karayollarında çalışan kardeşi Ali Bardakçı Almanya’ya işçi olarak gidince, Osman abi tayinini İstanbul’a aldırıp evini taşıdı. Bu sırada 1973 seçimleri yaklaşmakta, Ecevit rüzgârı bölgemizde de esmekteydi. Bülent Ecevit Diyarbakır’a gelmeden önceki gece Çermik’te ilk kez bir mitingi organize edip çarşıyı baştanbaşa slogan atarak yürüdük. Diyarbakır Öğretmen Okulu’nu yeni bitiren Orhan Çetin de sol görüşleri savunduğundan o gece birkaç pankartı birlikte yazdık. Sabahı CHP Çermik yöneticilerinin tuttuğu iki kamyonun arkasına 50-60 kadar gençle binip Diyarbakır’a geldik. Konuşma alanına giderken kalabalık Siverek gurubunu gördüm, başlarında Mehmet Uzun vardı ve cezaevinden yeni çıkmıştı. Alana doğru yürürken yanına gittim. Bana Ecevit’in devrimci ve solcu olmadığını, hapiste çok kişi yatıyor, af çıkarma ve sıkıyönetimi kaldırma sözü verdiği için destek vereceklerini, ayrıca CHP’nin niteliğini de alana giderken anlattı. Dağkapı meydanı tıklım tıklım doluydu. Kahrolsun Faşizm, Kahrolsun Emperyalizm sloganları CHP’lilerin attığı Halkçı Ecevit, Karaoğlan Ecevit sloganlarını bastırmaktaydı. Bir ara Halklara Özgürlük sloganı da atıldı. Bu seçim mitingi, katıldığım ilk kitlesel eylemdir.
Seçim çalışmaları kapsamında MSP (Milli Selamet Partisi) başkanı Necmettin Erbakan’ın da Çermik’e geleceği duyuldu. MSP ilçe şubesi başkanının manifaturacı dükkânı çalıştığım kahvenin yanındaydı. Erbakan ve parti yöneticileri gelip dükkânda otururken kahveden çay ısmarlayınca, 15 adet civarı çayı bir tepsiye koyup dükkâna girdiğimde ilçe başkanı Bedri Adıgüzel bana; “sağdan dağıt biz sağcıyız,” söyleyince ben de; “ben solcuyum soldan dağıtıyorum,” deyip soldan çayı dağıtmaya başladım. İlçe başkanı suratını asarken Necmettin Erbakan badem bıyıkları ile bana bakıp gülümsedi. Çayı yanındaki masaya bırakınca yine gülümseyerek kafasını hafif öne eğip hiçbir şey söylemedi. Çayları dağıtıp kahveye döndüm, onlar da sinema salonu olarak kullanılan Halk Eğitim Merkezi’nde toplantıya gittiler.

Seçimler olmuş, CHP en fazla oyu almasına rağmen hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamamıştı. 1973’te yine üniversite sınavına girmiştim. Soruların çalındığı gazetelerde yazılmaya başlayınca şaşırmıştım. Çalındığı ispatlanınca sınav iptal edilmişti. Tekrar edilen sınavda yine istediğim puanı alamamıştım. Kahvede çalışmayı da bıraktım. Günlerim tartışma ve kitap okumayla geçiyordu. Ama bir yandan da boş gezmeyi sevmediğimden, kendi ayaklarım üzerinde durmayı hedeflediğimden bir işte çalışmak için çabalıyordum. Çermik’te o yıllar onlarca genç ya polis ya da astsubaylığa müracaat edip gitmişlerdi, ben bu iki mesleği de sevmiyor, düşüncelerime ters buluyordum. Konya Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nde çalışan büyük ağabeyimin çağrısı benim için çok iyi bir fırsat oldu, hemen hazırlığımı yapıp Diyarbakır’a gidip Konya’dan geçen İzmir otobüslerine Konya için bir bilet alıp yola koyuldum. Artık benim için yeni bir yaşam başlayacaktı.

Gerek Çermik’e gerekse bende emeği olup şimdi aramızda olmayan Osman Bardakçı, Nurettin Değirmenci, Emin Köse, Mahmut Aktaş, Mehmet Ali Esmer, Hayrettin Şeker, Yusuf Andiç, Süleyman Süzen ve Mehmet Uzun’u saygı ve sevgi ile anıp anıları önünde hürmetle eğilirim.

17.03.2021/Stockholm

12 Mart 2021
http://www.rupelanu.org/cermike-sol-ve-devrimci-goruslerin-girisi-1-858yy.htm

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.