Misbah HİCRİ
Şiir kitapları kitapçılardaki raflarda yerini aldıktan sonra halkın malıdır, artık şairin malı olmaktan çıkmıştır. Şair sadece o duyguları okuyucuyla bölüşen kişidir. Yıllar sonrada olsa okuduğum şiirlerin duyguyla yoğrulmuş olması, zaman ve mekân içindeki imgelerle titrer içimde. “Niçin bu kadar eski şiir kitaplarıyla ilgili yazma gereği duydunuz” derseniz benim cevabım çok kısa “çünkü onu yeni tanıdım.”
Tesadüfler umulmadık bir yerde yıllarca birbirini arayan dost gibi buluşturuyor insanı. “Arayan ya mevlasını ya belasını bulur” derler ya! İşte şiirde bizi şiir okyanusunda bizimle birlikte okyanusu avuçlayan insanlarla buluşturuyor. İster “felek” buluşturdu ister “kader” kavuşturdu deyin. Bana göre yaşamın gereği şiirin realitesidir.
Önce sizlere Müslüm Üzülmez’i birkaç satırla da olsa tanıtayım. İnternete isim yazıp girerseniz yeterince bilgi elde edersiniz. Ben yine kitaptaki öz geçmişine bağlı kalarak kısaca aktarayım. 1950 yıllarında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya “merhaba” demiş. Ancak ben bu yaz ağustos ayında İstanbul’da tanışma fırsatı buldum. Kimya mühendisi olan şair, araştırmacı ve yazar Müslüm Üzülmez, şu an çevre uygulama alanında teknik eleman olarak İstanbul Belediyesinde çalışmaktadır.
Teknik bir eleman olduğu için ben onun yayınlanmış teknik kitaplarından değil ilk şiir kitabı “DOLUDİZGİN YAŞAMAK” ve İkinci şiir kitabı “GELİNCİK YURDUNDA BAHAR” isimli kitabından bahsetmek istiyorum. Üçüncü bir kitabı var ki “Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş” isimli devasa bir kitap. O kitabı sizlerle başka bir yazımda buluşturacağım.
Şiirlerini okuyunca Müslüm Üzülmez’in nasıl derin acılar çektiğini, nasıl üzüldüğünü mısra mısra şiirlerine yansıtmış. Cezaevleri, sıkıyönetimler onun mekânı olmuş. Suçlu ve suçsuzluğu ayırt edilmeden derdest edilmiş. Açıkçası o bir potansiyel suçlu olarak çektiği kadar çekmiş. Tüm çektiklerine rağmen yüreğindeki sevda, dostluk, barış, hak arama, özgürlük aşkı hiç mi hiç bitmemiş. Öyle yürek dolu bir sevdası var ki dağ, ova sınır tanımıyor. 1982 de yazılan şiiri bu günkü gibi taze. Sevdasını kırmak isteyenlere bir cevap olun bu “Sevdan” şiirinden kısa bir bölüm aktarıyorum…”ama sevdan/yediveren gülücesine/Eğe’de, Çukurova’da, Harran’da yeşermekte/Karacadağ’ın zozanında/kızıl karanfilcesine açmakta” deyip sürdürmekte.
Şiirlerinde bir Nazım gerçeğini yaşatırken bir Ahmet Arif kadar yürekli, dağ çiçekleri kokuyor şiirleri. Bir Nihat Behram kadar cezaevi anıları ile yüklü. İşte o fırtınalı yaşamın izdüşümlerini kalemden dökerek şiirleştirmiş. Kabaran duygular, özlenen düşler, mutlu hayaller ve kurtuluş ümidi hep onun şiirinde aradığı tarzdadır.
İkinci şiir kitabı “Gelincik Yurdunda Bahar” 1996 Ekiminde yayınlamış. Fakat o yine özgürlük sevdasından mutluluk arayışından hiçbir şey kaybetmemiş. Onunla tanıştığımız zaman saçlarının kar yığını dönüşmesi yüzünden yılların çeliğin keskin ağzıyla açılmış gibi derin çizgiler onu görüntüsüyle, fizikiyle belki yıpratmış sayılır. Ancak yüreği hala eskisi kadar erkekçe…
Ancak yaşamın koşulları ona hayli bilgi beceri kazandırmış olacak ki derin felsefe içeren düşünceleri onun ufkunun ne kadar fesih olduğunu gösteriyor. Gözlerindeki fer hiç sönmeyecek emek ve isteklerinin mutluluk ve güzellikleri tüm insanlar arasında paylaştıracak bir ruh hali içindeydi. Mum misali o erimişte olsa çevresini aydınlattığı gerçeği okunuyordu duruşunda.
Şiirlerinde olduğu gibi yaşamında da toplumsal olayları aydınlatıcı davranışları ile sosyal yaşama renk katma uğraşındadır. Onun yüreği şiir, dili şiir çünkü o şairdir. Toplumsal yaşamı zihinsel ve şiirsel olarak biçimlendirmesini bilen bir şair… Şiirinde devamlı bir döngü var. Çarpışan duygularla durulmayan karanlığı aydınlığa çıkarma çabası. Bir şair bana göre her türlü konuda yazabilmeli, bunun için en iyi örnek şahsiyet Nazım’dır. Bunu en iyi örnek almış bir şairdir desem yanılmam.
Şiirlerinde sınıfsal kavganın derinliği insanın yüreğine oturuyor. Bir şairi toplumsal yapan onun yaşamı ve gözlemleridir. Kitaplarındaki her mısra devrime inandığı yıllardır. Yüreğinden gelen mısralardır. Bu gün şiirlerinde olduğu gibi daha farklı düşünmekte, ufkunun fazlasıyla geniş tutmaya neden olmaktadır.
“Sen Yoksun” şiirinde aslında bir varlığı belirtiyor. Ama onun yasaklılığını suya hasret insanların dudaklarına damla damla suyun düşmesi misalidir. Şiirin ikinci bölümü: “Tarih sana hep oyun etmiş/ devletler/ siviller/ özel timler/ nice siyasi oluşumlar. / ve kendi içinden çıkan hainlerin/ -Ne çok hainlerin varmış-./ durmadan. /seni vurmuş ha vurmuş. /Yani gelen vurmuş giden vurmuş. /yinede seni tüketememişler./ Meğer sen neymişsin?/ Benim asırlar boyu /diline kilit vurulmuş /kimliksiz Kürdüm.”
10 Eylül 2008
GAP Gündemi
Yerel Gazete, Şanlıurfa