Gün Zileli’ye Gönderdiğim Mektup

okuma süresi: 3 dk.

Sevgili Gün Zileli Ağabeyim,

Merhaba. Size cevap vermede biraz geciktiğim için lütfen kusuruma bakmayın. Şehirlerarası bir yolculuk, bazı yapılacak işlerimin olması, eski dostlarımı ziyaret etmem bu gecikmeye neden oldu. Ancak, az önce bilgisayarımı açma fırsatım oldu ve açar açmaz da hemen size bu mektubumu yazmaya başladım.

Öncelikle “Bazı Şeyler Maalesef Unutulmuyor” başlıklı yazıma göstermiş olduğunuz ilgi ve yazımı şahsi web sitenizde paylaşmanız nedeniyle size en halisane duygularımla teşekkür ediyorum.

Geçmişte siz Çin yanlısı, ben Sovyet yanlısı biriydim. Yıllar sonra hayat bizi ortak bir noktada buluşturdu. İyi de oldu. Sizinle tanışmam benim için bir zenginliktir, sevinçliyim.

Yazılarınızı Artıgerçek sitesinden takip ediyorum, ilgimi çekenleri de okuyorum. Kitaplarınızdan Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar’ın dışında Yarılma ve Havariler’i okudum.

Bazı Şeyler Maalesef Unutulmuyor” başlıklı yazım kendi samimi duygularımı paylaştığım bir yazıdır; amasız, fakatsız. Zaten yazımda yer verdiğim 2 Ekim 2021 tarihli kardeşim Ali Haydar’a yazdığım mektup bunu net olarak göstermektedir.

Geçmişte, TKP’nin orta düzeyde bir kadrosu olarak 12 Eylül 1980 öncesinde Diyarbakır ve çevresine bakan bir sorumluydum. 7 Ekim 1982’de yakalandım. En kötü döneminde 2 yıla yakın Diyarbakır Askeri 5 Nolu Cezaevi’nde kaldım. 1982 Haziran’da tahliye oldum. 5 yıl ceza aldım. Yargıtay, 12 Eylül döneminde de faaliyetimin olduğunu belirterek cezamın 6 yıl 8 aya çıkarılmasını istedi. Yeniden cezaevine girecekken 141-142 maddeleri Ceza Kanunu’ndan çıkartıldı. Ceza almadan, sicili temiz(!) biri olarak yeniden yaşama tutunmaya çalıştım.

Tahliyemden sonra, örgütsel faaliyetlerime kaldığım yerden başlayarak TKP’yi yeniden toparlamaya çalıştım. 1988 sonlarında ise örgütsel çalışmayı bıraktım. Yaşadığım bu süreci Yoldaş Koçero (Koçero parti adımdır) adlı kitabımda yazdım: Kimseyi suçlamadan, olup bitenleri kendi zaviyemden anlatmaya çalıştım (TÜSTAV Sarı Defter, 2011).

Bunları size anlatmamın nedeni, kısaca, SSCB’ne karşı nasıl kuşkularımın başladığını belirtmek için. Cezaevi’nden çıktıktan sonra çok fazla okumaya ve kendi kendime birçok şeyi yeniden sorgulamaya başladım. Bazen de kardeşim Ali Haydar’la derin mevzuları konuştuk, tartıştık. İlk kırılmam SSCB’nin, Lenin’in, SBKP’nin ve Komintern’in Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesi olayında sessiz kalmalarını öğrenmemle oldu. İkincisi, 12 Eylül’den sonra partiyi yeniden toparlamaya çalışırken bazı şeylerin iyi gitmediğini, bir yerlerde bir sorun olduğunu ve sonrasında da bu sorunun TKP’nin özgün bir parti olmadığını, Komintern/SBKP’nin bir seksiyonu gibi çalıştığından kaynaklandığını anlamam oldu. Ve sonrasında da arkası geldi…

SSCB’de arzu etmediğimiz şeylerin, olup bitenlerin bence asıl kaynağı, Rusya’da yapılan Şubat Devrimi’nin kazanımlarının korunamaması. Lenin önderliğinde başlayan Ekim Devrimi ile “Tüm İktidar Sovyetlere” şiarının yerini “Tüm İktidar Bolşeviklere” aldı: Tek parti, tek lider, tek düşünce SSCB’de hâkim kılındı. Oysa Şubat Devrimi döneminde Sovyetler içerisinde çok sayıda parti ve grubu barındırıyordu… Daha demokratik bir yapısı vardı… Ne zaman ki Bolşevikler diğerlerini tasfiye edip her şeyi sahiplendi, işte o an anti-demokratiklik uygulamalar başladı. Tüm devrim liderleri; Troçki, Zinovyev, Buharin ve birçokları öldürüldü… Bazı şüpheli erken ölümler de oldu… Leningrat’ın ilk parti sekreteri Kirov, ilk başbakan Sverdlov gibi… Bütün kötülüklerin sebebi sadece Stalin değildir; Stalin’in yaptıkları Lenin’le başlayan sürecin bir sonucudur, bence.

Gün Ağabey, mektubumun başında da ifade ettiğim gibi, sizinle tanışmaktan sevinç duydum.

Her zaman haberleşmek dileğiyle selam, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.

Not: Kardeşim Ali Haydar Üzülmez’e selamınızı söyledim, o da size en içten selamlarını iletmemi istedi.

Müslüm Üzülmez
8 Nisan 2023

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.