Edip Polat’ın Gönderdiği Bir Yazı

okuma süresi: 4 dk.

30. Koğuş ve Direniş

Yıl 1983’ün başı. 5 nolu cezaevi idaresi yeni bir konsept başlatarak koğuşlarda ne kadar direngen veya önder konumunda mahkum varsa, hepsini 36. koğuşa (eski adıyla 37. koğuş, yani hücrelere) topluyordu.
Ocak ayında 14. koğuştan buraya yedi kişi getirildik. Kimler vardı bizden önce? İşte bir kaçı: Ruşen Aslan, Erdal ve Mümtaz Kotan, eski bld. Başkanı Mehdi Zana, eski milletvekili Nurettin Yılmaz, Haydar Geçilmez, Ömer Ağın, Abdullah Doğma, Şükrü Göktaş, Ömer Çetin, Nazif Kaleli, Azmi Kaleli, Ahmet Nitelik, Kaya Karan ve aynı davadan yargılanan Müslüm Üzülmez vardı. Mayıs ayına kadar o koğuşun değişik hücrelerinde kaldık, ayın kaçıydı hatırlamıyorum bir gün hepimizi ana salona indirdiler, eşyalarımız bohçalardaydı. Bazılarını ayırdılar; mesela Mehdi Zana’yı eski koğuşuna (12. koğuşa) verdiler, Nurettin Yılmaz ve Mumtaz Kotan’ı da ayırdılar ve başka koğuşa verdiler. Geriye 40 kişiden fazla tutuklu kalmıştık. Boş koğuş yoktu, yeni koğuş açılacaktı. E Blokta asker yatakhanesi olarak kullanılan bir oda vardı. Üsteğmen. Ali Osman Aydın’dı İç Güvenlik Amiri, hepimizi topladı “Kaya Karan ve Edip Polat, sizler koğuş sorumlusu olacaksınız” dedi. Bir nedenden dolayı kabul ettim, devrimci arkadaşlara bu yetkiyi aldıktan sonra hizmet edebilecektim, bir nebze de olsa yardımcı olabilecektim. Kaya Karan eğitim görmüş, olgun, iyi bir insandı. Babası eski MBK üyelerinden Albay Muzaffer Karan’dı. Ancak o TKP MK üyeliğinden(*) yargılanıyordu. İlk icraat, “Lazo” gardiyanın bize “olup biteni mutlaka raporlama görevi” teklifi oldu ki, Kaya’nın ve benim cevaplarımız aynıydı: “Biz koğuş sorumluluğu görevi dışında iş yapmayız, raporlamak ile ihbarcılık aynı şeydir, o da bize yakışmaz” dedik. İyi hatırlıyorum koğuş kapısının önünde Kaya önce “ben kırk yaşında adamım, bu yaştan sonra muhbirlik yapmam” deyip elini üstüste koyup “dayak yeme vaziyeti” aldı. Ardından da ben elimi açtım ve bi’güzel dayağımızı yedikten sonra, koğuş sorumluluğu görevine başladık. 5 nolu tarihini yazan kitaplarda okunmuştur, uygulamaları tekrarlamak istemiyorum. Fakat diğer koğuşlara uygulanan zorbalığın birkaç katı bize uygulanıyordu. Koğuşu zamanında sayım düzenine kaldırmadığım, iyi eğitim yaptırmadığım vs. gerekçelerle defalarca işkenceye alındığımı hatırlıyorum. Kawa Davası’ndan Celal Avcı ve Seyfettin Keye Mamak’tan getirildiler, onlara uygulanan işkenceleri Naziler Yahudilere yapmamıştır. Seyfettin abi ölüm döşeğine düştü, Celal neredeyse kafayı yiyordu, Lazo her defasında onu çağırıyor, dalga geçiyor, falakaya yatırıyor, kalaslarla dövüyordu, Eylül Direnişine kadar bu böyle devam etti.
Müslüm Üzülmez TKP davasından yargılanan bir arkadaşımızdı. Müslüm yaşça benden büyük. Koğuşta bütün işlere, işkenceleri göze alarak koşturan biriydi. İşkence gördüğüne defalarca tanık oldum, doğrusu dik duruşu hepimiz için esin kaynağıydı. Grubunu çekip çevirenlerden biriydi. Özellikle pratik işleri yapmada gücenmeyen biriydi. Bu o şartlarda önemliydi, insanlığın her açıdan ayaklar altına alındığı bir dönemde kişiliği sağlam tutmak önemliydi elbet. TKP’den arkadaşları onu sever ve sayardı, onlara da birçok açıdan örnek olduğuna inanıyorum.
30. koğuşu ayrıntılı anlatmak kitap kapsamında olabilir. Tıpkı diğer koğuşlarda o dönemde yapılanlar gibi…
Günün birinde bu vahşete insanlık onuru dur demeyi de bildi ve 5 Eylül 1993’te büyük bir direniş başladı. Karşımızda 27. koğuş vardı, pencereleri sonuna kadar açıldı ve mahkumlar var güçleriyle haykırdılar “yeter!” diye. Ölüm orucuna başlamışlardı ve bizim koğuş başta olmak üzere birçok koğuştan tutuklu ve hükümlüler eylemi desteklediler. Sanırım PKK-Hilvan-Siverek Grubu muydu, Bozova Halfeti veya Viranşehir miydi, bir grup mahkemeye çıkmıştı ve 30. koğuştan 6 kişi o grupla birlikte ölüme yattılar. Sonra Yüzbaşı Abdullah Kahraman direnmememiz için koğuşları gezmeye güya “ikna etmeye” çalıştı gözerinde ve tavırlarında bir kin yangınından arda kalan közü gizlemek istercesine. Sonra direniş liderlerini Mustafa Karasu, Rıza Altun ve Muzaffer Ayata’yı gezdirmek zorunda kaldılar. O güne kadar uygulanan kurallar yerle bir edilmişti, kimse hiçbir denilene uymamaya başlamıştı. Bu idareyi çılgına döndürmeye yetiyordu. Koğuşların kapıları tek tek açıldı, herkes ana salona çıkarıldı. Büyük masa kurulmuştu, başında bir subay vardı ve her tutuklu veya hükümlüye tek tek soruyordu; direniyor musun direnmiyor musun diye. Direniyorum diyenler ayrı yere, direnmiyorum diyenler ayrı yere alındılar ve onlara özgü koğuşlar tekrardan oluşturuldu. Müslüm ve arkadaşları ve bizler de elbette direnenlerdendik ve ona göre koğuşlara verildik. Ben 14. koğuşa götürüldüm. Müslüm’ü hangi koğuşa verdiler anımsamıyorum. İdareciler 5 Eylül direnişinde tutuklulardan aldıkları yenilgiyi hazmedemediler. Tek tip elbise uygulaması başlatarak, Ocak 1984’te yani dört ay sonra büyük saldırılar başlattılar. Ocak Direnişi olarak tarihe geçen ve başta Necmettin Büyükkaya olmak üzere birçok tutuklunun öldürülmesiyle, onlarcasının sakatlanmasıyla sonuçlanan olaylar başladı…
Beş nolu gazileri yaşadığı müddetçe, canlı tanıklık devam edecek ve Türkiye bu geçmişiyle hesaplaşmadıkça tam demokrasiye kavuşamayacaktır.

Edib POLAT
28 Şubat 2011


(*) Kaya Karan TKP Merkez Komitesi üyeliğinden değil, üyelikten yargılandı.
-M. Üzülmez

2 Comments

  1. Sevgili Yoldaşım,
    Edip güzel, güzel olduğu kadar zor olduğu kadar O acı günleri anımsatan bir metin, çalışma yapmış. Bazı düzeltmeler ve eklemeler yapmak isterim.
    Yanılmıyorsam Ali Osman yüzbaşı idi. 30. koğuşa gelip, Kaya Karan koğuş sorumlusu sen olacaksın dedi. Bende kendisine ben yapamam komtanim dediğimde beni tekrar uyardı. Sen olacaksın dedi Yanılmıyorsam koğuşta Türk asıllı tutuklu belkide tek ben vardım. Edip benim Yardımcım idi. Her neyse. Koğuşta. PKK, Rızgari, Alarızgari, Özgürlük Yolu, THKPC, daha hangi gruptan kimler vardı, şimdi anımsamıyorum. Bütün grupların temsilcileri ile bir toplantı yapıp, Arkadaşlar idareye karşı ben koğuşa karşı siz sorumlusunuz. Koğuşta hiç bir olay çıkmamalı, önemli olan buradan sağ salim, yararsız beresiz çıkmaktır dedikten sonra işe başladık. Hatırlamıyorum bütün marşları eksiksiz ezberledik. Havalandırmaya çıktığımızda gardiyan hangi marşı derse eksiksiz ve hatasız söylüyor, gardiyan bir türlü üstümüze gelmiyordu. Bir gün yürüyüş sırasında 1.Mehter, 2. Mehter başla diyince sesler birbirine karıştı. Ardından gardiyan dayak vaziyeti asal diye komut verdi. Elindeki Haydar ile sıra dayağından gecirip sürün komutuyla bir uçtan bir uca alt alta üst üste sürünüken aniden yüzbaşı çıkageldi . Beni çağırıp ne oluyor sorumlu diyerek gardiyana döndü. Yüzbaşının yanına gidip olayı anlattım. Gardiyanın aynı anda 1. 2. Mehter marşı başla komutuyla koğuşun yarısı 1. yarısı 2. Mehter başladı. Bunun üzerine yüzbaşı gardiyana dönüp öylemi lan deyince gardiyan kafasını önüne eğdi. Bunun üzerine Yüzbaşı geçin içeri deyip bizi koğuşa gönderdi . Tabi bizde şafak attı. Ayvayı yedik diyerek her an gardiyanın gazabını beklemeye başladık. Neyse ki gelen giden olmadı ve bir süre sonra da direniş başladı. Bizim koğuşta direnişin başını sen Müslüm yaldaşım başı çekenler arasındaydın.
    Bir anında 1, 1.5 ay kadar PKK lilerin ağırlıkta olduğu hücre koğuşta oldu . Rıza Altun ile birlikte aynı hücreyi paylaştık. Kendisine türküler söylüyordum Her defasında bir daha söyle bir daha söyle derdi. Kendisine suçun ne diye sordum. 10 – 15 kadar Jandarma öldürdüğünü söyledi. Neden diye sordum. Jandarmaların sık sık köylerini bastığını, katliam ve zulme maruz kaldıklarını kendisininde bu zulme direndigini ve jandarmalara karşı zorunlu olarak direndigini anlatmıştı.

    • Sevgili Kaya Karan Arkadaşım,
      Verdiğiniz açıklayıcı bilgiler için teşekkür ederim.
      En iyi dileklerimle selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.