/

“Zorunlu” Göç Etmiş Ailelere Dair Yapılan Bir Anketin Sonuçları

okuma süresi: 20 dk.

Yaşadığımız coğrafyanın güneydoğusu mayınlı bir tarla, insanlar yıllardır acı çekiyor.

Kürtler hak ve özgürlük talebinde… Devlet Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerini bastırma derdinde.

Sürdürülen “düşük yoğunluklu savaş” nedeniyle, yakın zamanda, köyler basıldı, köyler yakıldı, köyler boşaltıldı, aileler köylerinden göç etti veya göçe zorlandı. Netice itibarıyla yoğun bir göç yaşandı.

Kanayan yaramızın birincisi süren bu savaş ise; ikincisi de, bu savaşın sonucu yaşanan göçtür.

Göçlerle insanlar kökeninden, kökünden koparıldı; değersiz bir nesne gibi yaşamın kıyısına savruldu/atıldı.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Van İl Koordinasyon Kurulu, daha doğrusu Van’da şube veya temsilcilik düzeyinde örgütlü bulunanİnşaat, Ziraat, Mimarlar, Makine, Elektrik, Jeoloji, Kimya, Gıda, Harita ve Kadastro Mühendis Odaları “Van ve Çevre İllerdeki Kırsal Yörelerden Van’a Göç Etmiş Ailelerin Sosyal, Ekonomik, Kültürel ve Demografik Özellikleri İle Bu Ailelerin Köye Dönüşe İlişkin Özlem, Beklenti ve Tutumları Üzerine Bir Çözümleme” başlığı altında, yaklaşık iki yıl süren, örnek olabilecek çok önemli bir çalışma: “Van’a Göç Etmiş Aileler Üzerine Anket Çalışması” yaptı/yaptırdı. Basına pek yansımasa da, daha sonra, anketle ilgili izlenen yöntem, bulgular, sonuç ve önerilerTMMOB Van İKK tarafından kitap olarak yayınlanıp kamuoyunun bilgisine sunuldu.

Anketin gerçekleşmesinde Prof. Dr. Ruhi Köse’nin, TMMOB Genel Merkezi’nin, TMMOB 39. Dönem Van İKK bileşenlerinin ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölüm öğrencilerinin hüner, emek ve katkıları bulunmaktadır.

Göçlerin nasıl kanayan derin bir yara olduğunun iyi bilinmesi ve de Van’da yapılan bu çalışmanın diğer bölgelere göç edenler için emsal teşkil etme özelliğinde olması nedeniyle, anketten çıkartılan sonuç ve önerileri olduğu gibi bilgilerinize sunmak istiyorum.

Anketten çıkartılan sonuç ve öneriler:

Büyük bir çoğunluğu 1990-1995 yılları arasındaki dönemde daha önce yerleşik oldukları kırsal yerleşim birimlerini terk etmek zorunda bırakılmış ve zorunlu göç yoluyla Van kent merkezinin çevresindeki gecekondu benzeri evlerden oluşmuş mahallelere yerleşmiş 320 haneden oluşan bir örneklem üzerinde yapılan bu araştırmanın bulguları, zorunlu göçe maruz kalmış ailelerin büyük bir çoğunluğunun devletin güvenlik güçlerinin baskısıyla yerleşik oldukları köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını, zorunlu göç sonucu Van kent merkezine yerleşmelerinin en önemli nedenlerinin ise, maddi durumlarının yetersizliği ile daha önceden Van kent merkezinde oturan akrabalarının olduğunu göstermektedir. Göç biçimine ilişkin olarak elde edilen bulgular, ailelerin büyük bir çoğunluğunun köylerinin tamamen boşaltıldığını ve toplu halde göç ettiklerini, göç öncesi yaşadıkları yerleşim birimlerinde şu anda kimsenin yaşamadığını, göç sonrasında geride bıraktıkları ev, bağ ve bahçelerinin tamamen harap olduğunu göstermektedir. Göç sonrası kente yerleşme deneyimlerine ilişkin veriler, ailelerin büyük bir çoğunluğunun kente geldikleri ilk altı ay boyunca çok olumsuz koşullarda kirada ve çadırlarda barındıklarını göstermektedir.

Zorunlu göç yoluyla Van’a yerleşmiş hanelerin göç öncesinde ve sonrasında sahip oldukları demografik özellikler ile bu özelliklerin karşılaştırılmasını içeren bulgular, ailelerin göç öncesi köydeki ortalama hane halkı sayısının 12,7 kişi olduğunu, göç sonrası Van’daki ortalama hane halkı sayısının ise 8,6 kişiye gerilediğini göstermektedir. Göç sonrasında ortalama hane halkı sayısında gözlenen bu azalmaya rağmen, zorunlu göçle kente yerleşmiş hanelerdeki ortalama kişi sayısı, kent merkezindeki diğer hanelerin sahip oldukları ortalama kişi sayısından daha yüksek çıkmaktadır. Ayrıca hanelerdeki evli erkek ve kadınların evlilik yaşları ile ilgili bulgular, ailelerin kente; göç etmesi ile birlikte evlenmeye ilişkin geleneksel değerlerinde önemli bir değişme olmadığını, toplam 320 hanedeki hane reisi erkeklerin % 63 gibi yüksek bir oranının, yani 203 hane reisi erkeğin 18-23 yaşlan arasında evlendiklerini, benzer bir biçimde hane reisi erkeklerin eşleri olan kadınların % 64’ünün ise, yani 204 kadının 12-17 yaşları arasındaki daha erken bir dönemde evlendiklerini göstermektedir. Bulgular evli olan kadınların doğurganlık sayılarının çok yüksek olduğunu, hanelerdeki evli kadınların yarısından fazlasının 6 ila 10 arasında doğum yaptıklarını, evli çiftlerin yarısından fazlasının ise, geleneksel kırsal kültürün değerlerine uygun bir biçimde üçüncü dereceden akrabalar ve aynı aşiretten kadınlar veya erkekler ile evlenmiş olduklarını göstermektedir.

Araştırma bulguları, ailelerin ezici bir çoğunluğunun zorunlu göçten önce köydeki yaşamlarında yarı-göçer ve yerleşik bir tarzda küçükbaş hayvancılık ve hayvan beslemeye dayalı tarım yaparak geçimlerini sağladıklarını; köyde yaşarken yetiştirdikleri en önemli hayvan türünün koyun olduğunu; ailelerinin büyük bir çoğunluğunun ortalama 50 koyuna sahip olduklarını; ailelerin dörtte üçünün 1-30 dönüm arasında toprağa sahip olduklarını; sahip oldukları topraklarda yetiştirdikleri en önemli tarımsal ürün çeşitlerinin buğday, arpa ve yonca olduğunu göstermektedir.

Bulgular, göç öncesinde köydeki yaşamlarında ailelerdeki yetişkin kadınların yaptıkları en önemli işlerin, yemek ve temizlik gibi ev işleri, hayvan bakımı, süt ve yün gibi hayvan ürünlerinin işlenmesi ve yakacak temini olduğunu; yetişkin erkeklerin yaptıkları en önemli işlerin ise, hayvan bakımı, ot ve yonca biçimi ile yakacak temini olduğunu göstermektedir. Bulgular, ailelerin % 81’inin kentte şu an oturmakta oldukları evlerin kendi mülkleri olduğunu, ailelerin bu evlere köydeki hayvanlarını satarak kendi imkânlarıyla sahip olduklarını göstermektedir. Hane reisi erkeklerin verdikleri bilgiler, ailelerin şu anda oturdukları evlerin % 58’inin tapulu, geriye kalan % 42’sinin ise tapusuz olduklarını göstermektedir. Bulgular, ailelerin oturdukları evlerin sadece % 38,4’ünün kaba inşaatında çimento, demir ve biriket kullanıldığı, ve dolayısıyla “betonarme ev” olarak tabir edilen özelliğe sahip olduklarını, oturulan evlerin geriye kalan % 61,6’sının inşaatında çimento ve demir kullanılmadığını, ve bu evlerin tavanlarının ağaç direklerle taşınan toprak damlı köy evlerinin özelliklerine sahip olduklarını göstermektedir. Bulgular, ailelerin % 38’inin oturdukları evlerin imar planlarının olmadığını, evlerin bulundukları mahallelerin % 67’sinin altyapıdan yoksun olduğunu, mahallelerdeki evlerin % 20’sinin çöplerinin belediye tarafından hiç toplanmadığını, % 77’sinin ise ara sıra toplandığını göstermektedir. Ailelerin oturdukları evlerin yarısının iç mekânında tuvalet olmaması, uzun süreli bir kent yaşamına rağmen, hala bu ailelerin göçer veya yarı göçer kırsal bir yaşam tarzına has alışkanlıklarından vazgeçmediklerini göstermektedir. Bulgular, uzun zamandan bu yana kentsel bir mekanda yaşamakta olmalarına rağmen ailelerin % 17’sinin şu anda oturdukları evlerin bitişiğinde ahir olduğunu ve bu ahırlarda küçük ve büyük baş hayvan beslediklerini göstermektedir. Ayrıca bulgular, hanelerin önemli bir kısmının elektrikli süpürge, bulaşık ve çamaşır makinesi gibi kadınların ev içindeki iş yüklerini azaltan elektrikli ev araçlarından yoksun olduklarını; bu hanelerdeki kadınların hala katı geleneksel kırsal bir kültürün çerçevesi içinde tanımlanan cinsiyetçi bir iş bölümünün yörüngesinden kurtulamadıklarını, kalabalık bir nüfusa sahip olan bu hanelerdeki çocuk bakımı, temizlik ve çamaşır yıkama gibi fiziksel güç gerektiren işlerin tamamen kadınların sırtına yüklendiğini göstermektedir.

Bulgular, sahip oldukları kalabalık nüfusa karşın ailelerin büyük bir çoğunluğunun aylık gelirlerinin 400 YTL’nin altında olduğunu; bu kadar düşük bir gelir düzeyine sahip ailelerin hanedeki kişilerin fiziksel varlıklarını sürdürebilecek besinleri temin etmekte bile çok ciddi sıkıntılar yaşadıklarını göstermektedir. Bulgular, toplam 320 hane reisi erkek arasından sosyal güvence sahibi olduğunu belirten 294 erkeğin 276’sinin sahip oldukları sosyal güvence türünün yeşil kart, 7’sinin Bağ-Kur, sadece geriye kalan 11’inin ise SSK olduğunu, dolayısıyla kentte yaşamlarını sürdüren 320 hanedeki sadece 11 hane reisinin süreklilik arz eden sigortalı bir işe sahip olduklarını, geriye kalan 309 hane reisi erkeğin, çobanlık, garsonluk ve inşaat işçiliği dahil, bulabildikleri geçici ve günübirlik işlerde çalıştıklarını göstermektedir. Bilindiği üzere yeşil kart, sadece sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için devlet yetkililerinin Türkiye’deki en yoksul yetişkin erkek ve kadınlara son yıllarda vermiş oldukları bir güvence türüdür. Bu kartın devlete ait sağlık kuruluşlarında muayene olmanın dışında sağladığı başka bir avantajı yoktur. Artık devlete ait hastaneler de döner sermaye ile işletildiklerinden, yeşil kart sahibi bu yoksul insanlar, ciddiyet arz eden hastane hizmetlerinden ücret ödemeden yararlanmalarının imkânsız hale geldiğini belirtmişlerdir. Peki, başlangıcından bu yana yerinden edilmiş ve zorunlu göçe maruz bırakılmış ailelerin devletten aldıkları yardım ve desteğin türü ve miktarının ne olduğuna ilişkin sorulara verilen yanıtlar nedir? Toplam 320 haneden % 38’inin hane reisleri Van’a göç ettiklerinden bu yana resmi kurumlardan hiçbir yardım veya destek alamadıklarını, yardım aldıklarını belirtenler ise, sadece 1 ila 2 yıl arasında değişen bir süre için kömür veya yakacak dışında ayni veya nakdi herhangi bir yardım alamadıklarını belirtmişlerdir.

Bu araştırma sonunda elde edilen bulgular, toplan 320 hane reisi erkekten 241’inin dışarıda bir işte ücret karşılığı çalıştıklarını, 79’unun ise çalışmadıklarını, çalışan 241 hane reisi erkekten 82’sinin inşaat işçiliği yaptıklarını, 10’unun mevsimlik işçi olarak çalıştıklarını, 23’ünün hamallık ve tablacılık yaptıklarını, 13’unun oto sanayinde ve marangoz atölyelerinde işçilik yaptıklarını, 39’unun fırın, lokanta ve kahvehane gibi yerlerde işçi veya garson olarak çalıştıklarını, 30’unun bahar mevsiminin başlangıcından itibaren kırsal alandaki köylere çobanlık yapmaya gittiklerini, 17’sinin işyerlerinde veya apartmanlarda kapıcılık yaptıklarını, yine 17’sinin inşaat işçiliği, hamallık ve tablacılık yaptıklarını, geriye kalan 10 hane reisi erkeğin ise yazın inşaat işlerinde çalıştıklarını göstermektedir. Bulgular, çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen Van’a göç etmiş ailelerdeki hane reisi erkeklerin nerdeyse tamamının niteliksiz veya vasıfsız bir işgücüne sahip olduklarını, kentte niteliksiz işgücünü istihdam edebilecek kamu ve özel sektöre ait kuruluşların eksikliğinden dolayı, söz konusu göçmen yetişkin erkek nüfusun ciddi bir işsizlik sorunu yaşadığını; ayrıca kentteki niteliksiz erkek nüfusun fazlalığından dolayı, günübirlik veya geçici olarak çalıştıkları işlerde işveren tarafından kendilerine çok düşük ücretler ödendiğini göstermektedir. Bulgular, zorunlu göçle kente yerleşmiş 320 hanedeki hane reisi erkeklerin eşleri olan yetişkin kadınlardan sadece 13’ünün hane dışındaki geçici işlerde ücret karşılığı çalıştıklarını; dışarıda ücret karşılığı çalışan 13 kadından 5’inin hizmetçilik, 8’inin ise kilim ve el işlerinde çalıştıklarını göstermektedir. Ayrıca bulgular, 79 hanedeki on sekiz yaşından küçük erkek çocukların hanenin bütçesine katkıda bulunmaları için ailedeki yetişkinler tarafından boyacılık, çıraklık, kahve ve lokantalarda garsonluk ve sokakta peçete satıcılığı gibi işlerde ücret karşılığı çalıştırıldıklarını göstermektedir. Bulgular, ücret karşılığı dışarıda çalıştırılan 17 hanedeki kız çocuklarının ise çocuk bakıcılığı ve temizlik işlerinde çalıştıklarını göstermektedir. Yaşadıkları yoksulluk ve ekonomik koşullarının yetersizliklerinden dolayı toplam 320 ailenin % 80’nindeki ebeveynler erkek çocuklarının, % 32’sindeki ebeveynler ise kız çocuklarının dışarıda ücret karşılığı çalışmalarına ciddi anlamda ihtiyaç duyduklarını belirtmişlerdir. Ayrıca, ailelerin % 67’si erkek çocuklarını, % 51’i ise kız çocuklarını maddi ve ekonomik koşullarının yetersizliğinden dolayı okula gönderemediklerini belirtmişlerdir.

Bulgular, ailelerin yarıya yakının kentteki günlük yaşantılarındaki sabah kahvaltılarında tek tip bir yiyecek, yani otlu peynir veya çökelek yediklerini belirtmişlerdir. Yapılan gözlemler, tüketilen bu çökelek veya peynir türünün Van ve çevresinde hayvancılık yapan aileler tarafından genellikle hijyenik olmayan ortamlarda üretildiğini; ucuz olduğu için, bu peynirin yöredeki yoksul halk tarafından en sık tüketilen gıda maddesi olduğunu göstermektedir. Bulgular, ailelerin % 92 gibi ezici bir çoğunluğunun akşam yemeklerinde hiç et tüketemediklerini; akşam yemeklerinde et tüketebilenlerin tüm aileler içindeki oranının sadece % 8’le sınırlı kaldığını göstermektedir. Aileler tarafından gerek sabah kahvaltıları ve gerekse akşam yemeklerinde tüketilen yiyecekler dikkate alındığında, zorunlu göçle Van’a yerleşmiş ailelerin büyük çoğunluğunun yoksulluk sınırının altında kalan açlık sorunlarıyla karşı karşıya olduklarını göstermektedir. Elde edilen bulgular, ailelerin % 97’sinin evde yemekleri yere serilmiş bir bez üzerinde yediklerini, dolayısıyla, on yılı aşkın bir süreden bu yana kent merkezinde yaşamış olmalarına rağmen, hala geride bıraktıkları geleneksel kırsal kültürden kopamadıklarını, hala köydeki alışkanlık ve yaşam tarzlarını kentte de sürdürdüklerini göstermektedir.

Bu araştırma sonunda elde edilen bulgular, yerlerinden edilmiş ve zorunlu göçle kente yerleşmiş ailelerin sadece ekonomik ve maddi özellikleri anlamında değil, fakat aynı zamanda kültürel anlamında da kentsel değerlerden yoksun olduklarını göstermektedir. Bulgular, hane reisi erkekler ve eşlerinin kız ve erkek çocuklarının evlilik yaşları ile kimlerle evlenmeleri gerektiğine ilişkin değerlerinin hala ciddi anlamda geleneksel köy kültürünün izlerini taşıdığını göstermektedir. Bulgular, hane reisi erkeklerin % 32’sinin eşlerinin ise % 44’ünün kız çocuklarının on sekiz yaş ve altında evlenmelerini istediklerini göstermektedir. Benzer bir biçimde bulgular, hane reisi erkeklerin % 35’inin kızlarının işi olan bir erkekle, % 25’inin ahlaklı ve namuslu bir erkekle, % 11’inin ise akraba bir erkekle evlenmesini istediğini göstermektedir. Evleneceği erkeğin kızının kendisinin karar vermesi gerektiğini düşünen hane reisi erkeklerin oranı % 7’nin altında kalmaktadır.

Bulgular, hane reisi erkeklerin eşleri olan kadınların % 49’unun kız çocuklarının işi olan bir erkekle, % 23’ünün ahlaklı ve namuslu bir erkekle, % 10’unun ise akraba bir erkekle evlenmelerini istediğini göstermektedir. Evleneceği erkeğin kızının kendisin karar vermesi gerektiğini düşünen annelerin oranı ise % 7,5’in altında kalmaktadır.

Çözümlemeler sonunda elde edilen bulgular, genç kadın ve erkeklerin sadece % 13’ünün bundan sonraki yaşamlarını göç ettikleri köyde geçirmek istediklerini, orta yaş grubundaki kadınların % 43’ünün, erkeklerin ise % 48’inin bundan sonraki yaşamlarını köyde geçirmek istediklerini göstermektedir. Yaşlı kadınların % 83’u, yaşlı erkeklerin ise % 61’i bundan sonraki yaşamlarını göç ettikleri köyde geçirmek istediklerini belirtmişlerdir. Kısaca belirtmek gerekirse, göç ile birlikte geride bırakılan köydeki yaşama ilişkin anımsanabilecek önemli ve anlamlı bir deneyimleri olmayan genç kadın ve erkeklerin ezici bir çoğunluğu yaşamlarını kentte geçirmek isterken, göç ile birlikte yaşamları kesintiye uğrayan ve tüm geçmişlerini köyde bırakan orta yaşlı ve yaşlı kadın ve erkeklerin çoğunluğu geldikleri yeni kent ortamında kendilerine ait önemli bir şeyleri olmadığı için, bundan sonraki yaşamlarını köyde geçirmek istediklerini belirtmişlerdir. Bundan sonraki yaşamlarını göç ettikleri köyde geçirmek isteyen yaşlı kadınların oranının (%83), yaşlı erkeklerin oranından (%61) daha yüksek çıkmasının en önemli nedeni, köydeki yaşantılarının tersine, şu anda yaşadıkları yeni kent ortamında kadınların aşırı hareketsiz, eve bağımlı ve kapatılmışlık deneyimine maruz bırakılmış olmalarıdır. Köydeki yaşamlarında daha fazla güç sahibi, özgür, hareketli ve üretken yaşam deneyimlerine sahip bu kadınlar, şu anda kentin gettolarında kafese kapatılmış bir halde, başkalarının yardım ve desteğine muhtaç, kendi benliklerine saygılarını yitirmiş, geçmişi silinmiş, gelecekten yoksun, bir tür kişiliksizlik ve kimliksizlik psikolojisinin yaratmış olduğu acıları yaşamaktadırlar.

Bulgular, genel olarak üç yaş grubundaki erkeklerin daha kısa kadınların ise daha uzun aralıklarla kent merkezine gittiklerini; erkeklerin kent merkezine gitmelerinin en önemli nedenlerinin iş, eğitim, alışveriş ve sağlık, kadınların gitme nedenlerinin ise özel işler, gezmek, sağlık ve alışveriş yapmak olduğunu göstermektedir. Bulgular, genç yaştaki kadın ve erkeklerin kendilerini Van’daki insanlara karşı yakın hissetme dereceleri ile Van’daki yaşantılarından mutluluk duyma derecelerinin yaşlı ve orta yaş grubundaki kadın ve erkeklerden daha yüksek, fakat tersine yabancı ve mutsuz hissetme derecelerinin ise daha düşük olduğunu göstermektedir. Burada dikkat çekici en önemli nokta, kadınlarla karşılaştırmalı olarak üç yaş grubundaki erkeklerin kendilerini Van’daki insanlara karşı yakın hissetme ve Van’daki yaşantılarından mutluluk duyma derecelerinin daha yüksek çıkmasıdır. Bu araştırmada elde edilen bulgular, göç öncesinde yaşanan köye duyulan özlem ile kadın ve erkeklerin yaşları arasında ters bir orantı olduğunu, kadın ve erkeklerin yaşları düştükçe, göç edilmiş olan köye özlem duyma derecelerinin azaldığını, tam tersine yaşları ilerledikçe göç edilmiş olan köye özlem duyma derecelerinin arttığını göstermektedir. Başka bir deyişle, kentte doğmuş, çocuklukları veya gençlikleri kentte geçmiş olan kadın ve erkeklerin köye özlem duyma oranlan oldukça düşük çıkmasına karşın, köyde doğmuş, çocuklulukları ve gençlikleri köyde geçmiş, geçmişleri ile ilgili tüm anılarını köyde bırakmış olan orta yaş ve yaşlı kadın ve erkeklerin köye özlem duyma oranları ve dereceleri oldukça yüksek çıkmaktadır. Kadınlarla erkekler arasındaki karşılaştırma sonuçları, tüm yaş gruplarındaki kadınlar arasında Van’a göç etmeden önce yaşanan köye özlem duyma oranlarının ve derecelerinin erkeklerden daha yüksek olduğunu göstermektedir. Benzer bir biçimde bulgular, kadın ve erkeklerin yaşları ile göçten önce yaşamış oldukları köye geri dönme istekleri arasında zıt yönlü bir ilişki olduğunu, yaşları küçük olan kadın ve erkeklerin göçten önce yaşamış oldukları köye geri dönme konusunda daha isteksiz, yaşlı kadın ve erkeklerin ise daha istekli olduklarını göstermektedir.

Tüm yaş gruplarındaki kadınlar ve erkekler arasındaki karşılaştırma sonuçları, tıpkı köye yönelik özlemlerinde olduğu gibi, erkeklerin kadınlara oranla köye dönme konusunda daha isteksiz olduklarını göstermektedir.

Kentte doğup büyümeleri, kenti sevmeleri ve kentteki yaşama alışmaları, köyde yapacak bir şeylerinin olmaması, kentteki hayat koşullarının daha rahat ve kolay olması, köydeki işlerin daha zor ve zahmetli olması ile köyün sağlık ve eğitim olanaklarında yoksun olması gibi gerekçeler, genç kuşaktakiler başta olmak üzere, kadın ve erkeklerin köye dönmek istememelerinin en önemli nedenlerini oluşturmaktadır. Özellikle yaşlı ve orta yaş grubundaki kadınlar ve erkeklerle bazı gençlerin köye dönmek istemelerinin en önemli nedenleri ise şu şekilde sıralanabilir: köyde kimseye muhtaç olmamaları, köyü yurt ve vatanları olarak ve daha güzel bir yer olarak görmeleri ile oradaki yaşama alışmaları ve eskiden sahip oldukları her şeyin köyde olması.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse, bu çalışmanın tasarımında belirlenen kavramsal çerçevenin içerdiği temel varsayımlarda da belirtildiği gibi, bölgedeki düşük yoğunluklu savaş ve çatışmalar nedeniyle köyleri boşaltılmış, çoğunluğu devletin güvenlik güçlerinin baskısıyla köylerini terk etmek zorunda bırakılmış, ve son 15-20 yıllık süre içinde “zorunlu” diye tabir edilen göç yoluyla çevredeki kırsal yerleşim birimlerinden gelip/getirilip Van kent merkezinin çevresindeki gettolara yerleşmiş/yerleştirilmiş aileler, göç öncesinde sahip oldukları geleneksel ve kırsal sosyal, ekonomik, kültürel ve demografik özellikler ile kent yaşamının gerektirdiği sosyal, ekonomik ve kültürel özellikler arasındaki uyumsuzluk ve gerilimlerden dolayı, ciddi bir kültürel dağılma sorunu yaşamakta ve kent yaşamına uyum sağlama surecinde oldukça önemli sorunlar yaşamaktadırlar. Yakın dönem insanlık tarihi içinde benzerine az rastlanılan insanlık dışı bir arındırma ve tecrit politikasının sonucu olarak, yüz yıllar boyunca içinde bulundukları doğal çevredeki yaşam deneyimi içinde oluşturdukları maddi ve kültürel yapı, örüntü, ilişki ve değerlerden koparılarak hiç bilmedikleri ve tanışık olmadıkları yerlere savrulmuş bu insanların, “kent” olarak tanımlanan ve yabancısı oldukları bu çevredeki yaşama nasıl uyum sağlayacaklarını bilmemeleri, ve söz konusu uyumun gerektirdiği tüm araç ve olanaklardan yoksun olmaları, bu insanları varoluşlarını sürdürmelerinin tüm boyutlarına ilişkin olarak oldukça kırılgan bir hale getirmiştir. F. Fanon’un tabiriyle, egemen güçlerin kendilerine yönelik siyasal, etnik ve kültürel politikaları sonucu, “yeryüzünün lanetlileri” haline gelmiş bu insanların şu anda içinde bulundukları durum, geçmişi ve geleceği olmayan, bir tür boşlukta asılı olma halidir.

Elde edilen veriler, bir tür sadakayı andıran ufak tefek yardımlar dışında, devletin ve resmi kurumların yerinden olmuş ve zorunlu göçle kentin çeperlerine tutunmaya çalışan bu göçmen nüfusun sosyal, ekonomik, kültürel, eğitimsel ve sağlık ile ilgili ihtiyaç ve sorunlarını dikkate alan kısa, orta ve uzun vadeli ciddi politikalar oluşturamadıklarını; bunun sonucu olarak, bu göçmen nüfusun kent yaşamına uyumunu kolaylaştırabilecek sürdürülebilir ciddi bir rehabilitasyon ve iyileştirme programını uygulamaya koyamadığını göstermektedir. Ailelerin neredeyse tamamı, karşılaştıkları sosyal, ekonomik, kültürel ve psikolojik sorunları kendi güçleri yettiği oranda kendi öz olanak ve imkânlarıyla çözmeye çalışmışlardır, Fakat tüm bu özverili çabalara rağmen, gerek belirli bir yaştan sonra geçmişlerinden koparılmış yaşlı kuşaklar ve gerekse ailelerin içinde bulundukları yoksulluktan dolayı para kazanmaları için sokaklara terk edilmiş çocuklar oldukça ciddi kültürel ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya gelmektedirler. Yoksulluk ve çaresizlik kültürü, özellikle çocuk ve genç kuşaktaki göçmenleri kentteki normal yaşamı sürekli bir biçimde tehdit eden potansiyel suçlular haline getirmektedir. Bu çalışma sonunda özellikle genç kuşağa mensup kadın ve erkeklerin yaşam beklentilerine ilişkin olarak elde edilen bulgular, aradan geçen uzun yıllardan sonra, ailelerdeki genç kuşakların çoğunluğunun tekrar köye dönmek istemediklerini, artık kendilerini, doğup büyüdükleri ve bir parçası haline geldikleri bu kente ait hissettiklerini; asil isteklerinin yaşamakta oldukları bu kentte karşılaştıkları ekonomik, kültürel ve eğitimsel sorunların çözülmesi olduğunu belirtmektedirler. Bu anlamda, gerek merkezi ve gerekse yerel resmi otoritelerin, göçmen ailelerdeki genç kuşaklardan kadın ve erkeklerin yaşamakta oldukları ve önlem alınmazsa ileride daha da büyüyecek olan sosyal, ekonomik ve kültürel sorunları çözebilecek ciddi önlemler almaları; bu insanların kent yaşamına uyumunu sağlayacak, hem bu insanların kendilerine ve hem de çevrelerine daha yararlı olabilecekleri imkanlara sahip kılacak olanaklar yaratmaları gerekmektedir. Geç kalınmasına rağmen, zorunlu göçle kente yerleşmiş/yerleştirilmiş nüfusun yol açmış olduğu ekonomik, sosyal ve kültürel sorunların çözümü için tüm tarafların katılım ve destekleri ile birlikte kentsel bir eylem planının hazırlanması gerekmektedir. Söz konusu eylem planı, çocuk, genç, yetişkin ve yaşlı kuşaktaki kadın ve erkeklere yönelik, eğitim, istihdam, sağlık, barınma ve konut, sosyal ve kültürel politikaları geliştirerek, zorunlu göçle kente yerleşmiş nüfusu kent yaşamına entegre etmelidir. Bu eylem planının gerçekleştirilmesi ise, bölgedeki çatışmaları sonlandırabilecek kalıcı bir barış ortamının sağlanmasını ve sivil toplamsal bir yaşamın koşullarının hazırlanması ile mümkün olabilecektir.

22 Haziran 2008 tarihinde:
https://www.kuyerel.org/yazarlar/muslum-uzulmez/zorunlu-goc-etmis-ailelere-dair-yapilan-bir-anketin-sonuclari/
23 Haziran 2008 tarihinde:
www.suvaridergi.org
6-7-8 Kasım 2008 tarihlerinde:
Yeni Yurt gazetesinde dizi olarak
7 Ağustos 2012 tarihinde:
http://www.kuyerel.org/yazarlar/muslum-uzulmez/zorunlu-goc-etmis-ailelere-dair-yapilan-bir-anketin-sonuclari de yayımlandı.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.