Zamanın durdurulmaz akışının bir sonucu olarak bizim kuşak sonbaharına girdi gibi. Yavaş yavaş sararıp dalından düşen yaprak misali arkadaşlarımız hayattan birer birer düşüyor. Bu düşenlerin arasına maalesef Süleyman Talay da katıldı. Süleyman Talay, “kas hareketinin kontrolünden sorumlu sinir hücrelerinin hasarından kaynaklanan nadir
Ömer Kemal Ağar’ın “Maden İli” Kitabı
Bu yazımda Maden İli kitabını biraz tanıtıp, bir iki alıntı yaparak kitabın karakteri ile ilgili ipuçları vermeye çalışacağım. Maden İli kitabını Ömer Kemal Ağar yazmış. İstanbul’da Ülkü Basımevi tarafından 1938 yılında basılmış. Fiyatı: 50 kuruş. Kitabın içinde yer alan konu başlıkları şunlar: Maden Hakkında Toplu Malûmat (Madenin Beşeri Vaziyeti, Dil ve Din, Nüfus, Madenin İktisadi Durumu, Yollar, Ticaret, Madenin Mali Durumu, Madende Asayiş, Sağlık Durumu, Madende İçtimaî Durum ve Kültür), Türklerde Madencilik, Maden Nasıl Bulunur, Madenlerimiz Refah ve Saadet Kaynağıdır, M.T.A. Enstitüsü Ne Yapar, Ergani Bakır Madeni, Krom Madeni, Etibank’ın Vazifesi, Maden Folkloru, Türk Milletinin Tarihine Kısa Bir Bakış. Kitap,
“Dünya Kadınlar Günü”nün Hikâyesi ve 1978 Diyarbakır Kutlaması
Bu yazımda önemli günlerden biri olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü‘nün ortaya çıkış sürecine ve Türkiye’de ki kutlanışına kısaca değinmek istiyorum. 16. yüzyılda başlayan yeni tarz üretim ilişkileri 18. yüzyılda olgunluk noktasına vardı: Feodal üretim biçiminden kapitalist üretim biçimine geçildi. Kapitalizmin egemen üretim biçimi oluşuyla, birçok sorunla birlikte, kadın sorunu da gündeme girdi. Kadın sorunu konuşulup yazılmaya başlandı, ama kadının “kurtuluşu” düşünülmedi. 1830’lara gelindiğinde Saint Simoncular ve Fourierciler, Fransa’da kadınların ve proleterlerin kaderlerinin birbirine bağlı olduğunu savlayarak kadın sorununu sosyalist teorinin ayrılmaz parçası haline getirdiler. 1844’te Marx ve Engels Kutsal Aile adlı yapıtlarında; Fourier’in, “kadının kurtuluş derecesi, genel kurtuluşun doğal
“Kürt Sorunu” ve “Ortak Zenginlik Alanı”
Kürtlerin etrafında/”Kürt Sorunu” konusunda müthiş fırtınalar esiyor/estiriliyor. Mecliste, Genelkurmayda, Bakanlıklarda, Dış Temsilciliklerde, Uluslararası Kurum ve Kuruluşlarda, Siyasi Partilerde, Medyada, Sokakta… tartışmaların, toplantıların, görüşmelerin, gösterilerin biri bitiyor biri başlıyor: Savaş çığlığı atanlar, sınır ötesi operasyon isteyenler… “Kerkük ve Musul’a uzanalım” ya da “Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni Türkiye’ye bağlı esnek bir federasyona dönüştürelim” diyenler… “PKK’yi terör örgütü ilan edin” diyenlere karşı “PKK Türkiye’nin gerçeğidir” ve “Üniter devlet yapısı içinde çözüm istiyoruz” diyenler… ABD ile görüşmelerin, AB ile görüşmelerin, İran ve Suriye ile görüşmelerin odak noktasında Kürtlerin durumu/sorunu yer almakta… Kuzey Irak/ya da Güney Kürdistan’daki Kürt Yönetimi’ne kimileri sempati duyuyor, kimileri de
“Yerel Gündem 21” Üzerine Bazı Düşüncelerim
“Her şahıs doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkına haizdir.” -(İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Madde 21) Dünyamızın hızla değiştiği bir dönemde artık yerellik verimlilik, adalet, örgütlenme, ifade özgürlüğü ve gerçekçilik; küresellik de, sınır tanımayan dostluk ve barış anlamını taşımaktadır. Başka bir ifadeyle evrensel olabilmenin doğal yolu ulusal olmayı, küresellik ise öncelikle sağlıklı bir yerelliği gerektirmektedir. Diyarbakır, Mezopotamya’nın kadim yerleşim yerlerinden biridir. Birçok farklı inanç, etnik ve imparatorluk geleneğinin mirasçısıdır. Kültür, tarih mozaiğini ve zıtlıkların uyumunu nitelemektedir. Ama günümüzde 1 milyonu aşan nüfusuyla bir megaköy görünümündedir. Aynı zamanda kısıtlı olmasına karşın eğitim, ticaret, iletişim ve kültür
“Renklerden Kızılı Seçmek”
takvim yaprakları solsa dayaşananları unutmak mümkün müolaylar bir bir geçer kaydabeyinde hafıza dosyalarına.Unutmadım:zindanların uğultusu kulaklarımı her çınlattığındagün batımı hüznünde yüreğimin derisi yüzülür. Doğadaki bütün renkler güzeldir. Her rengin sonsuz olan farklı tonları da yine aynı şekilde güzeldir. İnsanlar renklerden bir veya birkaçını sevebilir veya seçebilir. Fatih Binbay, renkler içinde kızılı seçmiştir. Kızıl renk, siyasi bir imgedir. Emeğin, mücadele ve direnmenin, ezen ve ezilenin olmadığı sınıfsız topumun, komünizmin simgesidir. Kızıl rengi seçmek cesaret ister, yürek ister, bilgi ister ve iman ister. Fatih Binbay, gerekli olan cesaret ve yürekliliği göstererek kızılı seçmiştir. Bilgi ve tüm hünerini, hayatının en güzel yıllarını, bir gelincik
“Zordur Zorda Gülmek”
Zorda gülmek! İnsan zorda olduğunda gülebilir mi? Sevgili dostum, vefakâr arkadaşım, 1958 İzmir doğumlu, yılların usta gazetecisi Oğuz Güven’in yazmış olduğu Zordur Zorda Gülmek kitabını okuyunca, zorda olunsa dahi gülündüğüne tanık olmanın yanında; “zor yıllar”da düşü gerçeğe dönüştürme savaşımı veren 78 Kuşağı’nı da yakından tanımış olmaktayız. Oğuz Güven kitabında, 12 Eylül’le birlikte insanların nasıl acı çektiğini, ülkenin nasıl işkencehaneye dönüştüğünü, cunta ve yardakçılarının sol ve sosyalist düşünceyi “dipçikle” ezmek için nasıl çırpındıklarını, ülkemizin geleceğinin nasıl karartıldığını mizahı silah gibi kullanarak gözler önüne sermekte, bellekleri tazelemekte. Bizlere direnme ve teslimiyeti, dostluk ve ihaneti, sevgi ve nefreti, umudu-umutsuzluğu, yaşamla ölüm arasında gidip
Avrupa Birliği Müktesebatının Yerel Yönetimleri İlgilendiren Konu Başlıkları
GİRİŞ Evrensel insanî değerler, evrensel yasaların ürünüdür. Keyfi idare yerine yasaların işlemesi, kurumların gerçek birer kurum olması ancak evrensel yasaların egemen olması ile mümkündür. Evrensel yasaların oluşması açısından Avrupa Birliği üyelik müzakereleri bu konuda atılan önemli adımlardan biridir. Hükümetin kurulmasından sonra gündemi meşgul edecek konuların başında yeni bir anayasa paketi ile birlikte Avrupa Birliği üyelik çalışmaları olacaktır. Avrupa Birliği, yanlışları ve doğrularıyla, kurumlarla yönetilen ülkelerin bir araya geldiği ülkeler topluluğudur. Bizde, kurumlar veya bireyler ya Avrupa Birliği’ne karşı toptan retçi ya da olduğu gibi kabul edici bir tutum içinde. Oysa ret veya kabul etmeden önce AB’nin ne olduğunu anlamanın daha
Amidalılar/ Sürgündeki Diyarbekirliler
“Sürgün her yerde yalnızdır!”-Victor Hugo Amidalılar/ Sürgündeki Diyarbekirliler, hemşerimiz Şeyhmus Diken’in İletişim Yayınları’nca yayınlanan yeni kitabının adı. Kitap, 6 yıl önce başlanan ve üç kitap dizisi olarak tasarlanan kitapların sonuncusu: İlki Diyarbekir Diyarım Yitirmişim Yanarım, ikincisi İsyan Sürgünleri, üçüncüsü de Amidalılar. Şeyhmus Diken, Amidalılar’da 12 Eylül sürgünü ve Diyarbekirli olmayı ölçüt alarak yerel ve sözlü tarihin doğaçlama yöntemini kullanıp 12 Eylül sonrasında veya arifesinde Diyarbakır’dan “gitmek” zorunda kalan veya çoğu 20 yıla aşkın süre gurbette yaşayan Kürt siyasi mültecilerle, başka bir ifadeyle Diyarbekirli olan sürgün şahsiyetlerle, siyasal tercih ya da her hangi bir ayrım gözetmeksizin ulaşabildikleriyle yaptığı söyleşileri bir araya
Gertrude Bell ve Batı’nın İstihbarat Çalışmaları
Üç haftadır üst üste Gertrude Bell hakkında yazdığım yazıyla birlikte Diyarbakır -Ergani- Maden güzergâhındaki yazdığı günlük ve mektupların yaptırdığım çevrileri yayınlandı. Bu konu, siz okuyucularıma sıkıntı verdiyse özür dilerim. Amacım, Ergani ile ilgili yazılı metinleri gün yüzüne çıkartarak toplumsal hafızamızın yeni bilgilerle donanması ve ileride araştırma yapacak olanlara kaynak oluşturmasıdır. Gertrude Bell konusunu tam kapatacakken, 25 Mart 2007 tarihinde dayım Nurettin Değirmenci İstanbul’a beni ziyarete geldi. Konuşmalarımız esnasında söz Gertrude Bell’den açıldı. Dayım, kendisinin 2005 yılında Irak’ta ABD askeri tesislerinde çalışırken tuttuğu günlüklerde Gertrude Bell ile ilgili bir yazı yazdığını ve göndereceğini söyledi. İki gün sonra da “İki Bayan” başlıklı
Gertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -III
Yazının öncesi:Gertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -IGertrude Bell’in Yazılarında Diyarbakır, Ergani, Maden -II Diyarbakır’dan ayın 4’ünde Cuma günü ayrıldım, ve ucu bucağı olmayan bir ovada sıkıcı bir yolculuk yaptım. Neşeli bir düğünün yapıldığı tepenin altındaki küçük bir köyde Tarmur’de (Termül-Aşağı Kuyulu M. Üzülmez) kamp kurduk. Geceleyin komşu köyün sakinler fırsattan yararlanıp bir katırı çalmaya kalktılar. Zaten artık aşina olduğum tüfek sesiyle uyandım. Korumalarım ve Fattuh’un tüfeklerine fişek sürdüklerini işitene kadar ilgi göstermedim, daha sonra neler olduğuna baktım. Ama bundan fazla bir şey olmadı, ben tekrar uyudum. Ertesi sabah damadın köyünden gelini almak için geçtik. Gelin tepeden tırnağa parlak mor-kırmızı