Zamanın durdurulmaz akışının bir sonucu olarak bizim kuşak sonbaharına girdi gibi. Yavaş yavaş sararıp dalından düşen yaprak misali arkadaşlarımız hayattan birer birer düşüyor. Bu düşenlerin arasına maalesef Süleyman Talay da katıldı. Süleyman Talay, “kas hareketinin kontrolünden sorumlu sinir hücrelerinin hasarından kaynaklanan nadir
Bazı Şeyleri Unutmamak İçin Yazmak
Müslüm Üzülmez, Kâmil Sümbül’ün Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde kaldığı günleri anlattığı “Ana Esas Duruşa Geç” kitabını yazdı. “Geçmiş asla ölü değildir; geçmiş, geçmiş bile değildir.” (William Faulkner) Unutmamak ve unutturmamak için yazmak lazım, ama bazı şeyleri yazmak çok zordur. Hele yazarın kendi yaşamından kesitleri oluşturuyorsa bu yazılacaklar hiç de kolay değil; yazarın yaşadıklarını, ilişkilerini, düşüncelerini, geçmişini bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirip kendisiyle yüzleşmesi gerekir. Kâmil Sümbül, bu zorluğun üstesinden gelerek reddetmediği, kopmak istemediği ya da kopamadığı geçmişinin çok kısa bir dilimini, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde kaldığı günleri mercek altına alıp kendisiyle yüzleşerek tanıklığını “Ana Esas Duruşa Geç” kitaplarıyla
Karanlıkta Ne Çiçek Açar Ne Düşünce Filizlenir
Her kriz döneminde ‘vadesi doldu’, ‘işi bitti’ denilen kapitalizm yaklaşık her on yılda bir yaşadığı krizleri aşarak bir üst sarmala varabilme dinamiklerini bünyesinde taşımanın avantajını hep yaşadı. Şimdi yine yeni bir farklı kriz yaşanıyor. Krizin nedeni, dünya genelinde kapitalizm rant ekonomisine evrilmesi, yani üretim yapmadan para kazanma dönemine geçilmesidir. Bu gelişmenin en önemli olumsuz etkisi ise dünyanın siyasetten ‘buzul çağ’a girmiş olmasıdır. Sosyalist ülkeler değişim ve gelişimin dinamiklerini yapılarında taşımadıklarından dolayı sahneden çekildiler, tarih oldular. Şansını değerlendiremedi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra birçok ülkede sosyalist yönetimler işbaşına gelmiş ve Dünya, başını Sovyetler Birliği’nin çektiği Sosyalist Sistem denen bir olguyla karşı karşıya
Dil, “Zihnin Aynası”dan Çok Daha Fazlasıdır
“Anadilim benim derim ve diğer diller ise giysilerimdir. İnsan ne zaman isterse kendi isteklerine göre giysilerini değiştirebilir ama derisini değiştiremez.” –Antti Jalava Baskın Oran hoca bir röportajında; “dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu” tespitinde bulunur (https://www.demokrathaber.org/ 26.03. 2018). Eğer “Kürt azınlık bilincini diri” tutan etmenlerin başında Kürt Dili üzerindeki yasak geliyorsa, o zaman dilin ne kadar çok önemli olduğu da kendiliğinden anlaşılmış oluyor. Çünkü: Dil, doğuştan gelen bir haktır, insan yaşamında hayati bir fonksiyona sahiptir ve iletişimdeki en temel araçlardan biridir. İnsan evladının hayatta kalma mücadelesinde kullandığı
Adnan Aral’ın Ardından…
Adnan Aral (d.1927) 13 Mart 1979’da vefat etti. Aramızdan ayrılı 37 yıl oldu. Adnan Aral, Ergani(Diyarbakır)’nın zengin ailelerinden Bekir Efendi’nin oğludur. 15 Ekim 1961’de yapılan Genel Seçimlerde Yeni Türkiye Partisi’nden Diyarbakır Milletvekilli seçildi ve dört yıllık milletvekilliği sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu ateşli konuşmalarıyla kısa zamanda tanındı. 1965 seçimlerine katılmayıp Ergani’ye gelerek tekrar avukatlığa başladı. Bana göre hem Osmanlı ve hem de Cumhuriyet döneminde Meclise girebilme şansına sahip olmuşlar içerisinde en iyi, en demokrat ve en aydın Erganili milletvekilidir. Şimdiye kadar Ergani’den parlamentoya girebilmiş milletvekilleri içerisinde, O’nun gibi entelektüel bir birikime sahip milletvekili bir daha seçilmedi: O, yurt
İşimiz Zor
“Tüm zaferlerin sırrı, öngörülmeyenin öngörülmesindedir.” –Marcus Aurelius Amerika merkezli bir çağa girdik. ABD’nin dünya hükümdarlığı Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşüyle başladı. Bu çöküşle, ABD dünyanın tek küresel gücü ve uluslararası sistemin de merkezi haline geldi. 1945’lerden sonra yaşanan Soğuk Savaş, ABD-Sovyetler Birliği rekabetinden ziyade küresel bir çatışmaydı, Dünyanın ve özelliklede Avrupa’nın paylaşımı ve nüfus etmenin bir kavgasıydı. Bu savaş bugünde değişik boyutlarda başka bir şekilde devam etmektedir: ABD’nin stratejisi savaş ve ekonomik çıkara/gelişmeye odaklıdır. Geçtiğimiz günlerde ABD Savunma Bakanı James Mattis ülkesinin yeni ulusal savunma stratejisini açıklarken önceliğin “terörizm değil Çin ve Rusya gibi güçlerle rekabet” olduğunu çok açık bir şekilde
“Çiçekler Özgürlük Ortamında Nefeslerinin Kokusunu Yayar”
Bu sıralar Halil Cibran’ın kitaplarını okuyorum. Gündemin sıkıcılığından mı, yazıların mistik ve romantik havasından ya da edebi dozajının yüksek oluşundan mıdır ne hikmettir anlayamadığım şekilde kitaplarına sarılmış durumdayım. İyi ki okumaya başlamışım. Bugünün boğucu siyasi atmosferinin dışına çıkmak isteyenlere, “sevginin harman yerine adım” atıp “sevginin vecdini duymak” arzusu taşıyanlara Cibran’ın yazılarının ilaç gibi geleceğinden kuşkunuz olmasın. İnsan okudukça okumanın hazzına varıyor. Sanki sözcük avcısı, sözcüklere derin anlamlar yükleyerek yazıyor; yanık ve içten bir seslenişi var. Dostoyevski gibi insan ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaları anlatıyor. İsyan etmeden ama, bir ermiş gibi tevekküle acı ve sevincin diyalektiğini sunuyor. Hayatın kardeşleri aşk, güzellik, sevgi,
Çiçek Kar Altında Boy Atar Yazıma Dair Okuyucu Mektupları-2: Ali Haydar Üzülmez
Yazının öncesi: Çiçek Kar Altında Boy Atar Yazıma Dair Okuyucu Mektupları-1: Nurettin Değirmenci “Çiçek Kar Altında Boy Atar” başlıklı yazımla ilgili okuyuculardan gelen mektuplardan Nurettin Değirmenci’nin mektubunu geçen hafta paylaşmıştım. İzninizle bu hafta Ali Haydar Üzülmez’nin mektubunu paylaşmak istiyorum. Ali Haydar Üzülmez’den Gelen Mektup: «Sevgili Ağabeyim, “Çiçek Kar Altında Boy Atar” başlıklı yazınızı okudum. Yazı biraz içindeki sıkıntıları edebi bir dille dışa vurmuş gibi olmuş. İyi güzel olmuş ancak ne yapmalı konusunda bence yeni şeyler söylemek gerekir. Kısaca şöyle özetleyebilirim: Dünya kapalı ekonomi ve toplumdan açık ve küresel ekonomik topluma doğru geçiş sancılarını yaşamaktadır. Eski ideoloji, siyaset ve anlayışlar, kurumlar
Çiçek Kar Altında Boy Atar Yazıma Dair Okuyucu Mektupları-1: Nurettin Değirmenci
“Çiçek Kar Altında Boy Atar” başlıklı yazım yayınlandıktan sonra birkaç telefon ve elektronik posta marifetiyle mektup aldım. Gelen telefon ve mektuplarda hem övgü var, hem eleştiri… Yazıma ilgi gösterip zaman ayırdıkları için, lütfedip düşüncelerini bildirdikleri için tüm okuyucularıma buradan teşekkürlerimi gönderiyorum. Hepinizin başım gözüm üstünde yeri var. Gelen eleştirilerde çoğunlukla yazının biraz karamsar olduğu, günümüzdeki gelişmelerin örtük anlatıldığı veya yeterince açık yansıtılmadığı, “duygusal kopuş” konusunun ise benimsenmediği vs. belirtiliyor. Nurettin Değirmenci ve Ali Haydar Üzülmez’den gelen mektuplarda ise farklı yorum ve tespitlerle yazıma düşünsel katkı sunulmak istenmiş. Bu nedenle bu mektupları sırasıyla paylaşmak istiyorum. Nurettin Değirmenci’den Gelen Mektup: «Sevgili Müslüm,
Çiçek Kar Altında Boy Atar
Yanlışı doğru (ya da eğriyi doğru) gibi göstermeye çalışanlarKendi kendilerini kandırdıkları gibi başkalarını da kandırmaya çalışır. Kalemim bugünlerde sanki bana gücendi. Harfleri bir biri ardınca sıralamıyor. Sözcükler havada asılı kalıyor. Rahmet damlaları gibi beyaz kâğıtlara/ bilgisayar ekranına damlamıyor. Bu sıkıntıya katlanarak yine de yazma işini sürdürmeye çalışıyorum. Yeni yıla kanla girdik. Mevsimin en soğuk günlerini ve siyaseten en karamsar kışı yaşıyoruz. Dondurucu hava her yanı sardı; soğuk kötü günler bastırdıkça bastırıyor. Buzhanedeymişiz gibi ruhumuzu ısıtacak bir şeyler arıyoruz, ama ırzı kırık Dünya bir kriz içinde. Hiç iç açıcı bir durumda değil. Yakın bir zamanda da bir ışık gözükmüyor. Dünya genelinde
Hayatın Ötesine Giden Arkadaşım Şerif Bayram’a
“yanlış zaman sürgünüdür insan” –Mehmet Oğuz 1643’te doğan İsaac Newton birçok şeyi araştırıp ortaya çıkaran bir bilgedir. Yıldızların hareketi, ışığın yapısı, sesin hızı, ısının iletimi ve yerçekimi kanunu bu dâhinin sayesinde bilinir olmuştur. Bu buluşlarından en çok yankı uyandıranı ise “yerçekimi kanunu” dur. Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı adlı eserinde “Çağıran toprak” başlıklı yazısında Newton’u anlatırken, bize: “Yerçekimi kanunu; bizi çağıran ve çağırırken de bize kökenimizi ve kaderimizi hatırlatan toprağın karşı konulmaz çekim gücü” olduğunu söyler. “Yerçekimi kanunu”nun, daha geniş anlamıyla “doğanın kanunu” denilen yasaya karşı koymamız mümkün değil, ama bu “kanun”, bu “yasa” çoğu kez haksız işlemektedir. Alçaklar,