Zamanın durdurulmaz akışının bir sonucu olarak bizim kuşak sonbaharına girdi gibi. Yavaş yavaş sararıp dalından düşen yaprak misali arkadaşlarımız hayattan birer birer düşüyor. Bu düşenlerin arasına maalesef Süleyman Talay da katıldı. Süleyman Talay, “kas hareketinin kontrolünden sorumlu sinir hücrelerinin hasarından kaynaklanan nadir
‘Sosyal Mesafe’ mi, ‘Fiziksel Mesafe’ mi?
Bir işe başlamadan önce en uygun sözcük ya da kavramlarla yapılacak iş doğru bir şekilde tanımlanmalıdır. Bu yapılmadığında başarı şansımız azalır. Koronovirüs başımıza bela olmaya başlayınca, hem yetkililer hem de vatandaşlar bu belaya karşı kendilerince bazı önlemler almaya başladı. Alınan önlemlerden biride “sosyal mesafeye uyma” kuralı oldu. Salgından korunmak için devletin en yetkilisi başta olmak üzere, bakanlar, bilim kurulu üyeleri, siyasi liderler, valiler, belediyeler, doktorlar, gazeteciler, haber sunucuları yaptıkları açıklamalarda mutlaka “sosyal mesafe” kuralına uyulması gerektiğini söylemeye başladılar. Ve iş o kadar ileri gitti ki reklamlarda bile bu kullanılmaya başlandı. Bu tanımlamada, yani “sosyal mesafe” tanımlamasında bir yanlışlığın olduğunu düşünüyorum.
Kara Bulutlar Tepemizde Dolanıyor
Bir önceki yazımda: “Dünyamız uzun süredir ilk defa bu denli küresel boyutta çaresizlik, hastalık ve ölümle karşı karşıya kaldı. Bilim insanları ve yetkililerin ‘evde kal’ açıklamalarına uyarak evlerimize kapandık; bekliyoruz.” diye yazmıştım. Tehlikenin halen kapıda olması nedeniyle küresel ölçekte çoğunluk olarak hâlâ evlerimizdeyiz. Fırtına geçtikten sonra yaşama “kaldığımız yerden” devam edeceğiz elbet, ama gelecek hiç de umut vadetmiyor; zor günleri atlatıp evlerimizden çıktıktan sonra yakın ve uzun dönemde birçok sorunla karşılaşacağız. Ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, kültürel (inançsal), ekolojik, psikolojik olarak salgından fazlasıyla etkileneceğiz. Görünen o ki, kazananlar her zaman olduğu gibi yine bir avuç zengin olacak, milyonlarca insan ise kaybedecek:
Kahveler Tek Başına İçildiği İçin Tadı Yok
“Artık yalnızca sese sığınıyoruzIşıklı geceye.Kime gideceğiz,Hangi sözle anlatacağız acıyı,Hangi dilde bağışlanmayı dileyeceğiz?Bize saf bir başlangıç gerekliKelimelerin gün doğumunda” -Bejan Matur İnanılması zor ve sonuçları hiç de iyi olmayan günler yaşıyoruz. Koronavirüs denilen küçücük bir şey esir aldı bizleri. Yaşantımızı sil baştan değiştirdi. Çaresizce, yaşamla ölüm arasında kıstırılmış bir vaziyette evlerimize kapandık. Bilim kurgu atmosferini andıran şehrin boş sokaklarıyla evlerimizin çoğu şimdi bir kabuktan ibaret, böcekler gibi koruyucu kabuklarımıza çekildik. Zayıf ve çaresiziz. Yaslarımızı tutamıyoruz. Dokunmaya, sarılmaya, tenin sıcaklığına hasret kaldık. Duaların yerini “ne olacak” bekleyişi aldı. En gelişkin cihazları uzayın derinliğine gönderenler, Mars’a yolculuğu tasarlayanlar, her şeye sahip olunca her
Şairimiz Vecdi Subaşı’yı Yitirdik
“Bazen insan kendisinde çok mutluyum deme hakkını asla bulamayacak kadar çok acı çeker.” Koronavirüs nedeniyle dünya diken üstünde. Hastalık ve ölüm her yerde kol gezip günbegün katlanarak artıyor. Allah’ın evi Kâbe bile kapatıldı. Çaresiz bir şekilde evlerimize kapandık. Neredeyse hasta ve ölülerimize sahip çıkamaz, yaslarımızı tutamaz duruma geldik. Böylesi karamsar günlerde sevgili dostum Vecdi Subaşı’nın 6 Nisan 2020 günü kalp krizi geçirerek aramızdan ayrılışının acılı haberini aldım. Üzgünüm. Önemli bir değerimiz, memleket sevdalısı bir şairimizdi. Şair ve hukukçu Vecdi Subaşı, 1942 yılında Ergani’nin Saray Mahallesi’nde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ergani’de, liseyi Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde (1959), yükseköğrenimini Ankara Hukuk Fakültesi’nde
Gömülü Şamdan ve Satranç
Çok okuyan, az yazan biriyim. Okumak benim için olmazsa olmaz bir şey. Sürekli okurum. Bazen belli konulara dair (tarih, bilim, felsefe, din, siyaset gibi…) kitapları ya da kimi yazarların kitaplarına yoğunlaşarak peş peşe okurum. Bu aralar da bolca Stefan Zweig’in kitaplarını okuyorum. Okuduklarımdan ikisi hem çok etkiledi hem de çok düşündürdü beni. Stefan Zweig usta bir yazar. Kurgu ve betimlemelerine hayran kaldım. Sözcükler cümlelerde matematiksel sıralanmış; anlam olarak geometrik, dizilimleri ise adeta aritmetik bir kusursuzluk örneği. Kalemi eline aldığında iç dünyasındaki fırtınaları ve gözlemlerini doğal haliyle yazmış gibi. “Rastladığı insanlar, karşılaştığı olaylar, gizemli bir simya ile, sayfalarda söz dizisine” dönüşmüş.
“Savaş ve Amerikan Ekonomisi”
ABD Başkanı Trump’un talimatıyla İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesi üzerine ateş üzerinde olan Ortadoğu kazanı tümden kaynamaya başladı. Yapılan, ABD karşıtı olan ya da ABD’nin çıkarlarına zarar verebilecek devletlere açıkça bir gözdağıdır. Bundan sonra neler olacak hep birlikte göreceğiz. Sanki Amerikan ekonomisinin savaşa ihtiyacı var gibi. Savaş ve ekonomi ilişkileri üzerine kafa yoranlara belki birazcık faydası olur diye 2005 yıllarında ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden sonra Felluce kentinde bulunan ve savaş esnasında zarar gören elektrik enerji tesisinin devreye alınması için bir yıl kadar bu enerji tesisinde ABD’lilerle birlikte çalışan sevgili dayım Elk. Yük. Müh. Nurettin Değirmenci’nin (d.1951-ö.2019)
İngiltere’nin Kürt Politikası (1918-1932)
Kadere ister inanalım ister inanmayalım, kesin olan bir şey var ki o da Kürtlerin kaderinin kötü yazılmış olmasıdır. Kürtler kendi iç dinamikleriyle bir yere gelemedi, kendi kaderini kendisi belirleyemedi. Ortak bir amaç etrafında enerji ve hayallerini güçlü bir şekilde açığa çıkarmayı başaramadı. Hep dış güçler, büyük devletler kaderinde belirleyici oldu. Çok çok eski zamanlarda olanları bir tarafa bırakıp daha yakın dönemlerde tarihsel süreç içerisinde yaşanan ve Kürtlerde bir travmaya neden olan tarihi gelişmelere baktığımızda çok net olarak görebiliriz bunu. Tarihin bu şekilde gelişmesinde elbet Kürtlerin çok günahı var, ama daha çok da Kürtlerin büyük, emperyal devletlerin mücavir, yani etki alanına
Bahar, Gül ve Bir Mayıs
Bahar geldi, Mayıs/Gulan kapıda. Mayıs/Gulan; gül ayıdır, insanın kanının kaynadığı aydır. Gül, Gulan’da kokusunu hiçbir şey beklemeden doğaya sunar ve ben, güllerin kokusunu şimdiden duyar gibiyim, elimde olmadan, bu koku beni benden alıp çok eski zamanlara götürür. Eskiden çok güzel renk renk güllerimiz vardı. Ergani’nin Gülbaran bahçelerinde güller açtığında mest edici kokuları etrafa saçılırdı. Gül çiçeğinin yaprakları su dolu şişelere konulur, içerisine azıcık limon tuzu atılarak şişelerin ağzı kapatıldıktan sonra güneşe bırakılırdı. Şişeler 15-20 gün güneşte kalınca, gül rengini şişe içerisindeki suya verir, rengi kırmızılaşır veya pembeleşirdi. Sonra bu gül suyu bir tülbent yardımıyla süzülüp içerisine bir miktar şeker atılarak
Her Dönemin Kendine Göre Bir Parmak İzi Olur
Yeni okuduğum “Cesur Yeni Dünya” isimli bir kitaptan biraz bahsetmek istiyorum. Aldous Huxley tarafından1932’de distopik kurgu roman olarak kaleme alınan; kapılarında Dünya Devleti’nin sloganı “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazan, bu dünyanın cesur insanlarının Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nde üretilen ve toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırmayı uykuda eğitimle sağlayan, herkesin mutlu; herkesin çalışır ve herkesin eğlenir ve de “Herkes Herkes İçindir” olduğu “Cesur Yeni Dünya”yı değil; anlatacağım farklı, Harvard Capital Group adlı yatırım bankacılığı firmasının kurucusu ve başkanı William Knoke tarafından “Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Bir Yol Haritası” olarak 1996’de kaleme aldığı “Cesur Yeni Dünya”. (Türk Henkel Dergisi Yayınları, Çev:
Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri
Sevgili okurlarım; bildiğiniz gibi soğan bugünlerde gündemin baş sıralarında. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar, siyasi partiler, belediye başkan ve zabıtaları, meslek örgütleri, köşe yazarları… habire soğanı konuşuyor, açıklamada bulunuyor ve hakkında yazılar yazıyor. Soğan böyle gündeme oturunca yaklaşık on bir yıl önce yazdığım “Amerikan Soğanı ve Soğanın Marifetleri” başlıklı yazımı hatırladım. Hoşgörünüze sığınarak bu yazımı yeniden paylaşmak istiyorum. Saygılarımla. M. Üzülmez Başlığı okuyunca diyeceksiniz ki, bu “Amerikan soğanı” da nereden çıktı? Hiç sormayın, vallahi başımıza taş yağacak! Amerika’dan soğan, yani bildiğimiz pîvaz gelmiş marketlerde satılıyor deselerdi inanmazdım, ama kendi gözlerimle gördüm. Görünce saflığımdan olacak ki hayrete düştüm. Anlatayım efendim. Alışveriş yapmak için